Giriş
Çocuk Hakları kavramı; çocuğun zihinsel,bedensel, duygusal, sosyal, ahlaki ve ekonomik bakımlardan özgürlük ve haysiyet içinde, sağlıklı ve normal biçimde yetişebilmesi için ona hukuk kurallarıyla tanınan yetkiler ve menfaatlerdir (Akyüz,1999). Çocuk Hakları Sözleşmesi,tarihte en geniş kabul gören insan hakları belgesidir ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilerek 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe konulmuştur.Bugün ikisi hariç Birleşmiş Milletler üyesi bütün ülkeler tarafından onaylanmıştır ki, bu 191ülkenin onayı anlamına gelmektedir. Türkiye,sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzalanmıştır. 9 Aralık 1994 tarihinde de TBMM Genel Kurulu Sözleşmeyi onaylamıştır. Sözleşme, ailelerden, toplumlardan, hükümetlerden ve uluslararası topluluklardan bütün çocukların haklarını sürdürebilir, katılımcı ve ayrım gözetmeyen bir tarzda yaşama geçirecek önlemleri almalarını talep etmektedir (UNICEF, 2002).
Çocuk hakları sözleşmesi getirdiği haklar ve standartlarla “nitelikli insanın” yetiştirilmesini temel hedef olarak belirlemiştir. Eğitim yoluyla yetişecek çocuk ve gençlerin kişisel ve sosyal varlık olarak her yönden yetişmeleri; sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal açılardan nitelikli toplumun yaratılmasında etkilidir (Cılga, 1999).
Eğitim, insanın en temel haklarından birini oluşturmaktadır. “Eğitim ve öğretimle ilgili temel haklar ve ödevler ve bunlarla ilgili ulusal ve uluslararası yasal düzenlemeler insan hakları temelinde belirlenmiştir” (Balcı, 1998, s. 1097). Eğitimle ilgili olarak yapılan tanımlamalar, “bilinç, yeti, haz, zihin gibi daha çok felsefi ve psikolojik alana denk düşen kavramlarla yapılırken, daha sonra yerini toplumsallaşma, kültürlenme, ideoloji, siyasal iktidar ve toplumsal sınıf gibi kavramların kullanıldığı ve tarihsel toplumsal bağlamı dikkate alan tanımlara bırakmıştır” (İnal, 2004, s. 35). Dolayısıyla eğitim ile ilgili tanımlamaların çeşitliliği ve ele alınan konunun özelliğine göre değişmesi doğaldır. Ancak her disiplinin hemfikir olduğu bir tanımlamaya ulaşmayı amaç edinen tanımların varlığı da söz konusudur. Bu bağlamda, eğitimle ilgili olarak öne çıkmış bazı tanımlamaları ele alırsak: Eğitim, “kişiyi kültürel yaşama kazandıran bütün toplumsal süreçleri ifade eder” (Gutek, 1988, s. 4); “eğitim kültürleşmenin bir parçasıdır” (Fidan, 1985, s. 6), “eğitim, yeni kuşağa eski kuşağın hazırladığı bilgi, beceri, anlayış ve deneyimlerin aktarılmasıdır” (Oğuzkan, 1981, s. 57), “eğitim, her toplumda değerler ve kurumların erişkin kuşaktan yeni yetişen kuşağa geçmeyi sağlayan en yaygın toplum görevlerinden biridir” (Ülken, 1969: 91), “eğitim, bireyde davranış değiştirme sürecidir” (Demirel ve Ün, 1987, s. 57). Bu tür tanımlamalarda önce birey toplum ikiliği kurulmakta, ardından toplumda bazı öğelerin (tutum, bilgi, anlayış, değer vb.) varlığı saptanmakta ve sonrada bu toplumsal ve bireysel öğelerin/ ürünlerin yaşlı kuşaklar tarafından gençlere (çatışma ve çelişkilere yol açmadan) sorunsuz bir biçimde aktarıldığı ya da aktarılması gerekliliği vurgulanmaktadır. Tüm bu süreçler toplumsallaşma ya da kültürlenme olarak kabul edilmektedir. Böyle kurulan bir çerçevede, eğitimin amacı da, Samford ve Durnaum’un ifadesiyle (1985, s. 177), “çocukları toplumsallaştırmak, onları toplumun üyeleri yapmak için gereken becerilerle donatmak ve mevcut değerleri aşılamak olmaktadır”. Dolayısıyla bu tür tanımlamalarda açık ya da örtük bir toplumsal uyum ve düzen öngörülmektedir. Eğer birey, önceki kuşağın ürettiği toplumsal öğeleri öğrenir ve içselleştirirse, toplumsal düzen sağlanacak ve uyumlu bireylerle toplumsal kural ve normlar varlığını sürdürecektir. Aynı şekilde eğitimin temel amacına biraz daha farklı bir değerlendirme getiren Adem “toplumun refahının, bireyin gönenç düzeyinin yükseltilmesi, bireye kişilik kazandırılmasıdır” (2002, s. 29) diyerek ‘süreç’ üzerine vurgu yapar. Yani eğitimi, ülkenin siyasal, toplumsal, ekonomik ve bilimsel kuramlarının üretim kapasitesini artıran bir süreç olarak değerlendirebiliriz. Eğitim kavramını bu bağlamda çok boyutlu ve evrensel bir olgu olarak anlamlandırmak yerinde olur. Başaran, özellikle de temel eğitim konusunu şöyle tanımlamaktadır: “Temel eğitim, her yurttaşa yaşamında karşılaştığı ve karşılaşacağı kişisel, toplumsal sorunları çözmede, toplumun değerlerine, düzgülerine uyum sağlamada, üretken ve tutumlu olmada temel yeterlilikleri, alışkanlıkları kazandırandır” (1982, s. 16). Temel eğitim, eğitilenin, şimdiki ve gelecek zamanına yönelik olup amaç, eğitileni şimdiki ve gelecekteki yaşamına hazırlamaktır. Bu nedenle temel eğitim her yurttaşın hakkıdır.
Eğitim hakkı, yukarıda vurgulanan eğitim olgusu dikkate alındığın da bir toplumun varlığını sürdürmesi ve kendini geleceğe aktarması için tüm bireylerine koşulsuz sağlanması gereken en temel haktır. Tarihsel süreç içerisinde, insanın birey olarak bir toplum içerisinde yaşaması ve toplum dışı kalamayacağı gerçeğinden hareketle toplumsal kurallar oluşturacağı ve bu kurallara uymak zorunda olacağından, devlet organizasyonuna gereksinim duyulmuştur. Devlet toplum kurallarını düzenlemiş hangi hakların kullanılacağını tespit ve tayin etmiştir. Sosyal devlet anlayışının gelişmesi ile devletin önemli görevlerinden biri de topluma eğitim hizmetlerinin sunulması olmuştur. Özellikle eğitim konusu modern devlet anlayışının içerisinde yoğun olarak tartışılan özelliğe sahip olmuştur. Sosyal devlet eğitim ve öğretimi devletin başta gelen ödevi sayar ve tüm yurttaşların eşit olanaklar içinde, bilime dayalı düşündüren, bilinçlendiren, yaratıcı, barışçı, laik ve demokratik eğitim görmesini sağlamakla yükümlüdür. Bir başka anlatımla, “fırsat eşitliğini ve eğitimin toplumla bütenleşmesini sağlamak sosyal devletin önemli görevleri arasında yer alır. Devletin parasız eğitim olanaklarını sağlaması, eğitimle ilgili tüm faaliyetleri düzenlemesi, eğitim kurumlarını tüm yurda yayması, mesleki ve teknik eğitime ağırlık vermesi vb. devletin eğitimle ilgili başlıca yükümlülüklerini oluşturur” (Duman, 1997, s. 217). Ayrıca “devlet bu hakkın güvenlik içerisinde gerçekleştirmesiyle de yükümlüdür” (Demir, 1994, s. 203). Bunların yanı sıra eğitimin diğer amaçları olarak insan hakları, özgürleşme ve birey olmanın sağlanması/gelişmesi ile eğitimin sınırlarının yeniden belirlenmesi ile ilgili çabaların da hızla arttığı görülmektedir. Bugün çağdaş demokrasilerde iyi yurttaş yetiştirmeyi hedeflemekte ve daha bireyci, özgür, evrensel, iyi insan ve uzman yetiştirmeyi hedefleyen sistemler ağırlık kazanmaktadır. Özellikle bireyin taleplerini ön planda tutan programlar öncelik kazanmıştır.
Amaç ve Önem
Araştırmanın amacı Türkiye’de kabul gören çocuk haklarının tanımlanması ve çocukların nasıl ihmal ve istismar edildiğinin açıklanması ve bu durumların eğitime nasıl yansıdığının incelenmesidir.
Yöntem
Araştırmanın bulguları tarama yöntemine başvurularak ve literatür taramasından faydalanılarak elde edilmiştir. Tarama modelleri, geçmişte ya da halen var olan bu durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımlarıdır ( Karasar , 2002:77). Araştırmada bu yaklaşımla elde edilen veriler incelenerek ve alanda yaşanan gelişmeler göz önüne alınarak değerlendirmeler yapılmıştır.
Bulgular
Sözleşmede çocuklara tanınan haklar:
Eğitim hakkı, Sağlık hakkı, Korunma hakkı, Yaşama hakkı, Vatandaşlık hakkı.
“ÇOCUK” kavramı tarihte toplumun yapılarına, kültürlerine, inançlarına, ekonomilerine göre değişen bir kavramdır( Naim,1968:3) Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre ise “Ulusal yasalarca daha genç bir yaşta reşit sayılma hariç, 18 yaşın altındaki her insan çocuk sayılır”.
Çocuk doğduğu andan itibaren büyüme süreci içinde ailesiyle özellikle babası ile kurduğu etkileşimden çıkardığı sonuçları özümseyerek kişiliğinin ve ruhsal yapısının temellerini oluşturmaktadır. Toplumların geleceği olan çocuk ve gençlerin her yönden sağlıklı yetiştirilmeleri, kişilik gelişimleri için de çok önemlidir (Bayhan,1998:24)
Çocuk ana babaya yalnızca bakım ve beslenme açısından değil aynı zamanda ilgi ve sevgi bakımından da muhtaçtır. Çocuk sevgi dolu ve huzurlu bir aile ortamında kurduğu temellerle davranışlarını, sosyal ilişkilerini ve topluma uyumunu düzenler. Nesillerin iyi yetişmesi, ana ve babaların tutumlarına bağlıdır ve onların eseridir. Bu nedenle ana babaların çocuklarına karşı gösterdikleri tutum ve davranışlar, çocuğun yetiştiği ortam, çevresindeki diğer yetişkinlerin davranışları çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesi açısından önemlidir.
Ana babaların çocuklarına karşı gösterdikleri tutumlardan birisi hoşgörüdür. Çocuk merkezli bu tutumda, ailenin merkezi çocuk olmuştur. Çocuğun hiçbir sorumluluğu yoktur, ilgi içinde boğulmuştur. Çocuk herhangi bir neden yokken hediyeler verilerek ödüllendirilir. Bir diğeri ise ilgisiz tutumdur. Çocuklarına karşı çok az ilgi gösteren ailelerin tutumudur. Genelde çocukları tarafından rahatsız edilmek istemezler. Çocukların davranışlarında her hangi bir kısıtlama yoktur. Katı, baskıcı tutumda ise aile çocuğa aşırı baskı uygular, çocuk itiraz edince cezalandırılacağını bilir. Bu tip ana babalar çocukların çabuk büyüyüp olgunlaşmasını isterler. Diğer bir ana baba tutumu da reddeden ana baba tutumudur. Ana baba çocuğa karşı düşmanca bir tavır içindedir. Sık sık çocuğu cezalandırır. Çocuklarının uslanmaz bir yaramaz olduğunu düşünür. Koruyucu ana babalar ise çocuğu her konuda korumak isterler, çocuğun yapabileceği şeyleri bile kendileri yaparak fırsat vermezler. Destekleyici ana babalar ise çocuklarına karşı pozitif tutum sergilerler. Çocuklarını gerektiği zaman desteklerler, çocuklarına bağlı olmakla birlikte onun kölesi olmayan kişilerdir (Bayhan, 1998:24)
Ana babaların çocuklarına karşı tutumları, kendi kişilik özelliklerinden, içinde yetiştikleri sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik koşullardan, eğitim düzeyinden, çocuklarına ait özelliklerden ve içinde bulundukları toplumun geleneksel çocuk yetiştirme yöntemlerinden etkilenmektedir. Çocuğun ihmal ve istismarı ise, çocuğun duygusal yaşantısını ve kişiliğini direkt olarak etkilemekte, çocuğun ilerideki yaşantısında sağlıksız bir kişilik geliştirmesine neden olabilmektedir.
Çocuğun sağlığını, fizik ve psikolojik gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan hareket ya da davranışlara “Çocuk İstismarı” denmektedir. Çocuğun sağlığı, fiziksel veya psikolojik gelişimi için gerekli ihtiyaçların karşılanmaması ise “Çocuk İhmali” olarak tanımlanmaktadır. Çocuk ihmal ve istismarı kapsamlı bir olgu olmasına karşın çocuğa yönelik istismar kapsamında fiziksel istismar ön plana çıkmaktadır. Aral (1997) yaptığı çalışmada çocukların % 65.72’sinin anne ya da babası tarafından fiziksel istismara uğradıklarını belirlemiştir (Aral, 1997).
Çocuk ihmali genelde ailenin, ilgili kurumların ya da devletin çocuğa karşı en temel sorumluluklarını yerine getirmemesi şeklinde tanımlanabilir. Bir bütün olarak toplum, kurumlar ve bireyler tarafından geliştirilen ihmal davranışı, çocukların eşit hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılması sonucunda onların en üst düzeyde gelişimlerini engelleyici davranışlar olarak ortaya çıkmaktadır. Çocuğun bakım ve beslenme gereksinimlerinin yeterince karşılanmaması gerekli tıbbi müdahalelerin yapılmaması, anne baba olarak çocuğa karşı danışmanlık görevinin yeterince yerine getirilmemesi ve çocuğun tek başına bırakılması ihmal davranışına örnek olarak verilebilir.
Aktif bir olgu olarak nitelendirilen istismar ise anne, baba ya da bakıcının çocuğa zarar vermesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Çocuk istismarı istem dahilinde fiziksel zarar verme, çocuğun kötü beslenmesine yol açma, cinsel istismar, çıkar için kullanma, bundan da öte çocuğun normal fiziksel ve zihinsel gelişimini kısıtlayıcı her türlü faaliyette bulunmayı içermektedir.
İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel nokta istismarın aktif, ihmalin ise pasif bir olgu olmasıdır. Çocuk ihmal ve istismarı, çocuğun normal fiziksel ve zihinsel gelişimini kısıtlayıcı olan fiziksel, duygusal ve cinsel ihmal ve istismarı içermektedir. Ancak bunları birbirinden ayırmak oldukça zordur. Çocukların bedensel, zihinsel ya da ruhsal sağlıklarına zarar veren, gelişimlerini engelleyen tutum ve davranışlar çocukları beş şekilde örseleyebilmektedir.
Fiziksel: Bir erişkinin itaati sağlama, cezalandırma ya da öfke boşaltma amacı ile elle ve/veya aletle çocuğun vücudunun herhangi bir yerine iz bırakacak şekilde şiddet uygulayarak çocuğa bir zarar verilmesidir. Bu dövülme, yanma, ısırılma vb. yollarla olabilir. Sadece dayak değil, çocuğu yaralayan, vücudunda iz bırakan, kaza dışındaki her türlü eylem “Fiziksel İstismardır”.
Cinsel: Çocuğun kendisinden en az 4 yaş büyük bir kişi tarafından cinsel haz amacı ile zorla ya da ikna edilerek cinsel etkileşime maruz bırakılmasıdır. Çocuğun rızası olsun olmasın ırzına geçilmesi, cinsel organlarının ellenmesi, müstehcen sözlere maruz bırakılması, yetişkinin cinsel organlarını okşamaya yöneltilmesi veya zorlanması, çocuğun pornografide ya da fuhuşta kullanılması, çocuğa pornografik materyal izlettirilmesi, teşhircilik vb. gibi davranışlara maruz bırakılması “Cinsel İstismardır”.
Duygusal: Çocuğun içgörüsünü ya da duygusal bütünlüğünü bozan her türlü eylem ya da eylemsizliktir. Reddetme, yalnız bırakma, aşırı koruma, aşırı hoşgörü, baskı, sevgiden ve uyarandan yoksun bırakma, sürekli eleştiri, aşağılama, tehdit, korkutma, yıldırma, suça yöneltme, suçlama, yok sayma, çocuğun yaşına ve özelliklerine uygun olmayan beklentiler içinde olma, çocuğu aile içi uyuşmazlıklarda taraf tutmaya zorlama, aile içi şiddete tanık etme vb. davranışlar “Duygusal İstismardır”.
Ekonomik: Çocuğun gelişimini engelleyici, haklarını ihlal edici işlerde ya da düşük ücretli iş gücü olarak çalışması veya çalıştırılması “Ekonomik İstismardır”.
Çocuk İhmali: Çocuğun beslenme, barınma, giyim, hijyen, oyun, eğitim, güvenlik ve sağlık hizmetini sağlama görevinin reddedilmesi ya da yerine getirilmemesidir. Fiziksel ya da duygusal sağlığa bilinçli ve isteyerek zarar verildiği taktirde “AKTİF” (buluntu bebeklerde olduğu gibi); bilgisizlik, olanaksızlık, umursamazlık gibi nedenlerle oluşursa “PASİF” çocuk ihmalinden söz edilir. (Kurtay, 2011)
Sonuç ve Öneriler
Türkiye çocuklarla ilgili bütün uluslar arası antlaşmaları imzalamış olmasından dolayı, çocukların “temel eğitim haklarını” sağlamak ve geleceği açısından bu sorunu çözümlemekle yükümlüdür. Bu nedenle yapılan çalışmalar/ çabalar azımsanmayacak kadar çok ve değerlidir. Ancak yetersizliği de herkesimin ortak görüşüdür. Bu nedenle yapılması gereken, çocuk istismarı ve eğitim sorununu bir bütün olarak ele alıp ulusal çözümler üretmektir. Konuyla ilgili kurum ve kuruluşları bir eş güdüm içerisinde çalıştırmak ve yeniden yapılandırmak gerekmektedir. Örneğin konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının sorunun içerisinde yer almalarını sağlayıcı yasal düzenlemeler oluşturulmalıdır. Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumunun yapılanması içerisindeki uzmanlaşma acilen sağlanmalı ve politize olmuş yapıdan kurtarılmalıdır. Aile ve okul iş birliği sağlanarak eğitim hakkının önündeki her tür engelleri kaldırmak, soruna geçici değil kalıcı çözümler üretmek kaçınılmazdır. Okul ve yerel yönetimlerin okula gitmeyen çocukları tespit etme ve okullaştırmada iş birliği sağlanmalıdır. Devletin, sorunun içerisine mutlaka kamu oyununun desteğini alarak konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarını katması ve sorumluluğu paylaştırması yani kendilerini denetleyen, çözüm önerileri sunan kuruluşlar olarak görme kültürünü yerleştirmek gereklidir.Kamuoyunu sorunla ilgili olarak aydınlatmalı desteğini sağlanmalıdır. Türkiye bu sorunu dünyadaki diğer gelişmiş ülkelere göre daha yoğun bir şekilde yaşamasının nedenlerinden olan hızlı nüfus artışına çözüm bulmak zorundadır. Genç nüfusun fazlalığı ülke enerjisi olarak düşünülürken istihdam politikaları oluşturulmalıdır (Güngör, 2009).
Unicef (2005), Türkiye’de ilköğretim çağında olup da okula gitmeyen kabaca 1 milyon çocuk olduğunu ve İlköğretim düzeyinde okullulaşmada cinsiyetler arasındaki farkın %7’ye ulaştığını açıklamıştır. Başka bir deyişle, ilköğretim çağında olup da okula gitmeyen kız çocuk sayısı aynı durumdaki erkek çocuk sayısından 600,000 daha fazla olduğunu belirtmiştir.Bu açıklamaya göre Türkiye’deki çocukların eğitim sorununu çok ciddiye almak gereklidir. Bu durumu en aza indirme çabasıyla yapılan “haydi kızlar okula” kampanyası başarılı sonuçlara ulaşmıştır ancak istismar edilen tüm çocuklara ulaşmada yeterli değildir.
Çocukları istismardan korumak adına anne baba eğitim çalışmalarına ağırlık verilmelidir. Okullarda öğretmenlerin hizmet içi eğitimle istismar edilen çocuklara nasıl yardımcı olacakları konusunda bilgiler verilmelidir. Okul aile işbirliğine önem verilmelidir.
Çocukları korumak öncelikle annenin görevidir. Ancak baba işsizse bu durum tersine döner. Bu nedenle devletin kolay iş imkanı sağlayarak ailelere ekonomik anlamda destek vermelidir. Böylece çocuk istismarının önüne geçmede önmeli bir adım atılmış olur.
Kaynakça:
Demir, F. (1984). Anayasa hukukuna giriş. İzmir: Aydın Yayınevi.
Demirel, Ö. ve Ün, K. (1987). Eğitim terimleri. Ankara.
Fidan, N. (1985). Okulda öğrenme ve öğretme. Ankara:
Gutek, G.L. (1988). Philosophical and ideological perspectives on education. Massachusetts: Allyn and Bacon.
Güngör, M. (2007). Sivil toplum kuruluşu ve sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar. (Mersin Sokak Çocukları Derneği örneği). 5. Sokak Çocukları Sempozyumu. Gaziantep. 4–6 Kasım.
İnal, K. (2004). Eğitim ve iktidar: Türkiye’de ders kitaplarında demokratik ve milliyetçi değerler. Ankara: Ütopya Yayınları.
Oğuzkan, F. (1981). Eğitim terimleri sözlüğü.
Samford, R.T. ve Durnam M.E. (1985). Women and self-esteem. Harvard: Penguin Books.
Ülken, H.Z. (1969). Sosyoloji sözlüğü. İstanbul. Milli Eğitim Basımevi.
Akyüz, E. (1999). Cumhuriyet döneminde çocuk hukukundaki gelişmeler. Cumhuriyet ve Çocuk 2. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi, A.Ü. Çocuk Kültürü ve Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları No: 2, Ankara, Ü.Basımevi. 492-494.
Akyüz,Y. (1999). Cumhuriyetin başında Türk çocuğunun yaşam ilkelerine ilişkin orijinal bir belge ve bazı yabancı örnekler. Cumhuriyet ve Çocuk 2. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi, A. Ü. Çocuk Kültürü ve Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları No: 2. Ankara, A.Ü. Basımevi. 50-59.
Cılga, İbrahim (1999). Türkiye’de çocuk hakları çalışmaları, Cumhuriyet ve Çocuk 2. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi, A.Ü. Çocuk Kültürü ve Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları No: 2, Ankara, A. Ü. Basımevi, 508.
UNİCEF (2000).http://www.unicef.org/turkey.
Karasar,N.(2002). Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Ankara: Nobel Yayınları
ARAL, Neriman. “Fiziksel İstismar ve Çocuk” Tekışık Veb Ofset Tesisleri, Ankara – 1997
BAYHAN, Pınar. “Sosyal Hizmet Dergisi” Sayı 8, Ankara – 1998
NAİM, Ali İnan. “Çocuk Hukuku” İstanbul – 1968
Kurtay, D. (2011). çocuk istismarı ve önlenmesi. sosyal hizmet uzmanı.