Bu incelemede edebiyat-psikoloji ilişkisini açıklamak amacıyla Oscar Wilde’ın "Dorian Gray’in Portresi" adlı eseri kişilik kuramları açısından ele alınmıştır. Bu inceleme ile psikolojik öğelerin edebi eserlerdeki yansıması ve işlenişi ortaya konulmaktadır. İnsanların farklı bakış açıları kazanarak hayatlarına ve kişilerarası ilişkilerine farklı bir yön verme çabası bu incelemenin amaçlarındandır.

Oscar Wilde birçok psikolojik öğeyi edebi bir üslupla harmanlayarak "Dorian Gray’in Portresi" adlı eseri ile okuyucuya sunmaktadır. Eserde yer alan kişiler ve olaylar her yönüyle incelenmeye değer bir tarzda kurgulanmıştır.

İrlanda asıllı İngiliz yazar Oscar Wilde 1854–1900 yılları arasında yaşamıştır. Çeşitli deneme ve öyküleri bulunmaktadır ancak en çok ses getiren eseri 1891’de yayınlanan tek romanı olan Dorian Gray’in Portresidir. Yazar batıl inançlara sahip biridir ve bu eserlerinde sıkça göze çarpmaktadır. Yazar eserlerinde genel olarak özel yaşamına ilişkin olayları ve Victoria Çağı ahlakının ikiyüzlülüğünü ele almıştır ve bu temalar Dorian Gray’in Portresinde doruk noktasına ulaşmıştır.

Dorian Gray büyük babası tarafından büyütülmüştür. Annesin kendisinden düşük statülü ve fakir biriyle evlenmesi ve kısa bir süre sonra eşini kaybetmesi, onu tekrar babasının yanına dönmek zorunda bırakmıştır. Dorian doğduktan sonra annesi de ölmüştür. Büyük babası çok sert ve zalim bir kişiliğe sahipti ve Dorian sevgisiz bir ortamda büyümüştür. Yaşamının başlarında çok iyi bir kişiliğe sahip olan Dorian’ın aynı zamanda yüz güzelliği de mükemmeldir. Herkesi kendisine hayran bırakacak bir güzelliğe sahiptir. Daha sonraları kişiliği bir değişim geçirir, olaylara ve kişilere karşı çok duyarsız, ilgisiz hale gelir. Kahramanın bu kişilik değişiminin altında yatan temel etken çocukluğuna ilişkin yaşadığı olumsuz anılardır.

Freud’un psikanalitik kuramı açısından bakıldığı zaman Dorian’ın yaşamının her evresinde geçmişin olumsuz izleri görülmektedir. İlgisiz bir ortamda büyümesi zamanla onun diğer insanlara karşı da böyle ilgisiz bir tutum sergilemesine yol açmıştır. Kahramanın orta sınıf bir tiyatro sanatçısı olan Sibly Vane ye aşık olması ve onu hayatının merkezine koyması, onu hayatının anlamı olarak görmeye başlaması sevgiye olan açlığını göstermektedir. Ancak daha sonra yine yaşamının olumsuz yönlerinin ağır basması ile bunun tam tersi şekilde ilgisiz ve katı davranarak kendini sevgiye karşı kapatması Freud’un bilinçaltı kavramının açığa çıkması ile açıklanabilir. Bunun dışında Dorian’ın kendisini hiçbir şeyden sorumlu tutmaması, yaşanan her şeyin kendi dışında gerçekleştiğini düşünmesi özelliklede Sibly Vane’nin intihar etmesinin tamamen onun hatası olduğuna inanması Gray’in ego tatmininin oldukça yüksek olduğunu göstermektedir.

“Freud ilk çalışmalarında ruhsal hayatın iki bölümden oluştuğuna dair inancını açıklamıştı: bilinç ve bilinçaltı. Bir buzdağının görülebilen parçasına benzeyen bilinçli bölüm, küçük ve önemsizdir. Tüm kişiliğin görünen, ama yüzeysel yönünü gösterir. Geniş ve güçlü bilinçaltı tüm insan davranışlarının arkasındaki dürtüsel güç olan içgüdüleri kapsar.

Freud daha sonra bu basit bilinç-bilinçaltı ayrımını gözden geçirdi ve zihinsel aygıtın yapıları olan id, ego ve süper egoyu ilk kez ortaya koydu. Freud’un daha önceki bilinçaltı kavramına karşılık gelen id, kişiliğin en ilkel ve en az ulaşılabilir bölümüdür. İd’in güçlü etkileri arsında cinsellik ve saldırganlık içgüdüleri gelir. “ (D.Schultz, 2007, sy.608)

“İd gerçekten haberdar olmadan denetimsizce ister; ego gerçeklikten haberdardır, gerçekliği kavrar ve onu yönetir, çevreyi dikkate alarak id’i denetim altına alır. Ego Freud’un gerçeklik ilkesi dediği ilkeye göre işler…” (D.Schultz. 2007, sy.609)

“… Süperego insan hayatının yüce yanları olarak tanımlanan şeyleri zihinsel olarak mümkün olduğunca fazla kavrayabilmemizdir. Süperego nun id ile bir çatışma içinde olduğu açıktır.” (D.Schultz. 2007, sy.610)

Dorian’ın çok yakın iki arkadaşı tek vardır. Bunlar ressam olan Basil Hallward ve Lord Henry Wotton dur. Basil Hallward Jung’un kişilik tiplerine göre içe dönük kişilik tipi özelliğini göstermektedir. Dış dünyadaki olaylar onu çok fazla ilgilendirmemekte aksine kendi iç dünyasıyla daha fazla ilgilenmektedir. Sanatçı kimliğine sahip olan Basil resim yaparken yaptığı her esere kendisinden bir şeyler kattığını düşünmekte ve hayatının merkezine sanatını koymaktadır. Ressamın fazla arkadaşının olmaması ve Dorian’a olan bağlılığı onun içe dönük bir kişilik yapısı olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde Lord Henry’nin Dorian üzerinde kötü etkileri olacağını en başta hissetmesi ve onu Dorian’dan uzak tutmaya çalışması, sezgilerinin kuvvetli olduğunu göstermektedir bu da içe dönüklük özelliğidir. (sy.25, 26)   Dorian Basil’in hayatında önemli bir yere sahiptir ve aralarında çok yakın bir dostluk vardır. Dorian ile birlikte vakit geçirmek onun resimlerini yapmak ressam için en büyük zevklerdir ve ressamın en mükemmel eserleri onun resimleridir. Basil’in ilham kaynağı Dorian’dır ve başyapıtı olarak gördüğü eseri onun portresidir. Bu portre Gray ve Basil’in bir nevi özelliklerin harmanlandığı bir eserdir. Basil bu tabloya kendisinden ve sanatından bir şeyler kattığını düşündüğü için ona karşı özel bir ilgisi vardır ve o da Gray gibi bu tablonun gizli kalması gerektiğini düşünmektedir. Bunun dışında Gray için her zaman en iyisini isteyen tek kişidir. Lord Henry’nin umursamaz kişiliğinin Dorian’a çok büyük zararlar vereceğini ilk zamanlarda fark etmesi ve onu sürekli Lord’dan uzak tutmak istemesi ona karşı olan iyi niyetindendir. Ressam Dorian’a o kadar bağlıdır ki ondan uzak kaldığı zamanlar eskisi kadar iyi resimler yapamamaktadır.

Lord Henry ise Basil’in tersine dışa dönük kişilik özellikleri göstermektedir. Eğlenceyi seven bir yapıya sahip olması, girdiği her ortamda arkadaş edinmesi, partilerde çok sık bulunması dışa dönük bir kişilik tipine sahip olduğunu göstermektedir. Hayata, olaylara ve insanlara karşı çok umursamaz tavırları vardır ve bu tavırları Dorian’ı etkileyerek ona farkındalık kazandırmıştır. Gray’in kişilik değişiminin başlangıcını oluşturmuştur. Zamanla Gray de Lord gibi dış dünyaya karşı umursamaz bir tavır içine girmeye başlar ve olayların nedenini hep karşı tarafa yükler. Gray’in 20’li yaşlarının başında Lord Henry ile karşılaşması tam olarak oturmamış olan kimliğinin çok fazla etkilenerek değişime uğramasına neden olur. Erikson’un kuramında açıklandığı gibi Gray’in kazandığı kimliğe uygun arkadaşlıklar kuramaması ve fikirlerini henüz tam olarak belirleyememiş olması onun Lord’un etkisinde kalmasına neden olmuştur ve zamanla ona karşı daha da yakınlık hissetmeye başlamıştır bu da iyimser olan bakış açısının zaman içinde kötümser ve umursamaz bir hal almasına yol açmıştır. Bu dönemde arkadaş çevresinin daha öncelikli olması ve Dorian’ın ailesinin de bulunmaması onun Lord’dan bir türlü uzaklaşamamasına neden olmuştur. Ayrıca Lord Henry’nin kadınlara bakış açısı, o dönemin kadına bakışını göstermektedir. Kadınları değersiz, yeteneklerden yoksun olarak görülmesi ve erkek üstünlüğünün kabul edilmesi Karen Horney’in kadın psikolojisine ait kuramında göze çarpmaktadır. Horney’e göre erkekler bazı özelliklerinden dolayı kadınları kıskanmakta ve bu nedenle sürekli kadınları aşağılamaya çalışmaktadırlar. Horney kadınların bu şekilde ikinci sınıf görülmelerinin nedeninin biyolojik olarak yetersiz oluşları değil kültürel olarak maruz kaldıkları kısıtlamalar olduğunu savunmaktadır.

Sibly Vane de Dorian’ın hayatına etki eden bir isimdir. Yaşamı, sadece oynadığı tiyatro oyunlarından ibaret olan Vane’nin kendi yarattığı bir hayal dünyasında yaşadığını ve diğer insanlardan uzak, yalıtılmış bir hayatı olduğunu gösteriyor. Sosyal ilgiden uzak bu hayat içinde ilk defa gördüğü Dorian Gray’e duyduğu tutkulu aşk ve sonunda uğradığı hakaretler sonucu intiharla son bulan yaşamı ilgiden yoksun bir kişilik yapısını ve sosyal eksikliklerden dolayı çok zayıf bir benlik ve özgüven eksikliğini ortaya koymaktadır.

Basil Sibly Vane’nin intihar ettiğini öğrendiği zaman büyük bir şok yaşar ve üzülür bu acısını Dorian’a söylediğinde ise Dorian bunun çok sıradan bir olay olduğunu söyler. (sy.113) Burada Dorian duygularını bastırmıştır. Gerçekte Sibly Vane’nin ölümü onu derinden sarsmıştır çünkü ona yaptığı hakaretlerin bu kadar kötü sonuçlanması ve Sibly’nin bunlara dayanamayarak kendini öldürmesi, bütün bunlar Dorian’a çok ağır gelmiştir ve bu düşüncelerini bilinçaltında bastırarak, kendisini bu olayla ilgili bir suçu olmadığını öne sürmektedir.

“Bastırma, savunma mekanizmaları içinde en önemlisidir. Bu mekanizma, benliğin tehdit edici malzemeleri bilinç dışında tutma ve bilince ulaşmasına izin vermeme çabasıdır.”  (Burger, J. 2006, sy.82 )

Freud’a göre hepimiz bu mekanizmayı kullanırız, çünkü hepimizin bilinç düzeyine getirmek istemeyeceği bilinçaltı anıları vardır. Bu yöntemde zihin sürekli aktiftir ve enerji harcamak zorundadır, bu da benliği yorgun düşürmektedir.

Dorian Gray zaman içinde portresini kimseye göstermemeye başlar. Bu portrenin kendisine ait çok önemli sırlar taşıdığını ve bu sırların açığa çıkmaması için bu tablonun kimse tarafından görülmemesi gerektiğini düşünür. Zamanla bu kaygısı daha şiddetli bir anksiyeteye dönüşür ve yaşamını etkilemeye başlar. Bunun sonucunda hayatı farklı bir seyir almaya ve kişilik özellikleri nevrotik özellikler göstermeye başlar.  (sy.33,34,37,38,39,40,41)

Karen Horney’e göre kişiliğin biçimlenmesinde sosyal ve kültürel koşullar, özellikle de çocukluktaki deneyimler oldukça önemli bir role sahiptir. Çocukluklarında sevgi ve şefkat ihtiyacı karşılanmayan insanlar temel düşmanlık duyguları geliştirirler, bunun sonucu olarak temel kaygı yaşarlar. Dorian’da temelde aile sevgisinden yoksun olarak büyümüştür, büyükbabasının katı disiplini ile yetiştirilmiştir. Bu nedenle o da zaman içinde ressama karşı nefret duyguları geliştirmiş ve sonunda da onu öldürmüştür.

Basil yolda yürürken Dorian’ı görür ve ona doğru koşar, Dorian da Basili görmüştür, ancak sis yüzünden onu göremediğini söyler (sy 139).

Burada savunma mekanizmalarından mantığa bürüme kullanılmıştır. Mantığa bürüme tehdit edici bir malzemeyle başa çıkmada onu duygusal içerikten arındırmaktır. Burada da Dorian Basil’i gerçekten görmek istememektedir ancak bu temel nedeni gizleyerek, sisi öne sürmekte ve bahane olarak kullanmaktadır. “Mantığa bürüme mekanizması, gerçekleştirilememiş isteklerin yarattığı düş kırıklığını yumuşatma amacıyla kullanır.” (Geçtan, E. 2008, sy.78)

Dorian’da gerçekte Basil’in onu görmeden gitmesini istemekte fakat bu isteği gerçekleşmediği için sisi bahane ederek bu düş kırıklığını gidermeye çalışmaktadır. Daha sonra Basil Dorian’la konuşmak için evine girmek ister fakat Dorian treni kaçıracağını bahane etmeye başlar. “Bu benim için onurdur. Fakat treni kaçırmaz mısın?” (sy.140) cümlesi de mantığa bürümeye örnektir.

Dorian Basil’i öldürdükten sonra yaptığından pişmanlık duymaz ve onun bunu hak ettiğine inanarak bu olayda da mantığa bürümeyi kullanır. (sy. 150)

Dorian Gray portresini herkesten saklayarak yaşamının zaman içindeki çöküşünü, yaşlanışını, çirkinleşmesini herkesten gizleyecekti ve bu portre onun sonsuza dek genç ve güzel kalmasının simgesi olacaktı. Kahramanın yaşlanma ve ölüm korkusu açık bir şekilde göze çarpmaktadır.(  sy.116, 117, 121, 122, 123, 124, 125)

“Ölüm korkusu her zaman ve her yerde bulunur ve o kadar büyüktür ki, hayat enerjisinin büyük bir bölümü ölümün inkârında harcanır…” (Yalom, I. 2001, sy.70)

Ölüm içgüdüsünün önemli bir türevi saldırganlık dürtüsüdür. Freud’a göre saldırganlık, insanın kendine dönük yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki objelere çevrilmesidir. İnsan diğer insanlarla savaşır veya onlara karşıt davranışlar geliştirir. Ölüm içgüdüsü dışa dönüktür ve diğerlerine saldırmak şeklinde dışa vurulur. Ölme isteği bilinçaltında kalır.

“Freud’un en radikal fikirlerinden biride yaşamın, kendi öncesine, yani var olmama durumuna dönme eğiliminde olduğu ve tüm insanların bilinçdışı bir ölüm içgüdüsü tarafından yönlendirildikleri şeklindeki düşüncesidir.” (Yazgan İnanç, B. Yerlikaya, E.E. 2009, sy.16)

Dorian Gray’in zamanla yaşadığı kötü olaylardan dolayı portresinin eski güzelliğini kaybettiğini ve her geçen gün daha da çirkinleştiğini görmesi onda bu portreyi yapan ressama karşı bir öfke oluşmasına neden olur ve sonunda saldırganlık içgüdüsünün etkisiyle ressamı öldürür.(sy.97, 98, 147, 148, 149)  Ancak zaman içinde vicdanı onu rahatsız etmeye başlar, sürekli zihninde bu olayın görüntüleri canlanır ve uyuduğu zaman bu görüntülerle uyanır. Freud’a göre bu bilinçaltına atılan olumsuz düşüncelerin rüya sırasında bilinç düzeyine çıkmasıdır.(  sy.152, 153, 154,155)

İd, Dorian Gray için diğer kişilik bölümlerinden daha baskın çıkar ve bu olay nevrotik bir kaygı oluşturur. İd in tehlikeli ve güçlü dürtülerinin ego tarafından kontrol edilemeyeceği ve kabul edilemeyen bu dürtülerin bilinç düzeyine ulaşacağı yönündeki tehdide karşı verilen duygusal tepkiler nevrotik kaygıdır. Ego nun içgüdüsel dürtülerle mücadelesinde başarısız olacağı ve berbat bir şey yapmanın sonucunda ortaya çıkacak olumsuz sonuçlara ilişkin yaşanan kaygıdır.

Jung orta yaş döneminde yerine getirmemiz gereken gelişim görevi, herkesin kabul ettiği düşüncelerden daha az etkilenmek, bunun yerine bu bilinçaltı güçlerin kendilerini ifade etmelerine izin vermek ve bunları bilinçli yaşamımızla bütünleştirmemizdir demektedir. Dorian Gray’de orta yaşlara geldiğinde artık eskisi kadar Lord Henry’nin etkisinde kalmamakta, davranışları bilinçaltındaki düşünceleri tarafından yönlendirilmektedir.

KAYNAKLAR

Wilde, O. Dorian Gray’in Portresi, İstanbul: Cem, 2003

Corey, G. Psikolojik Danışma, Psikoterapi Kuram ve Uygulamaları, çev. T. Ergene, Ankara: Mentis, 2008.

Burger, J.M. Kişilik, çev. İ. Sarıoğlu, İstanbul: Kaknüs, 2006.

Schultz, Duane P. Schultz, S. Modern Psikoloji Tarihi, çev. Y. Aslay, İstanbul: Kaknüs, 2007.

Yal om, I. Varoluşçu Psikoterapi, çev. Z.İ. Babayiğit, İstanbul: Kabalcı, 2001

Geçtan, E. Psikanaliz ve Sonrası, İstanbul: Metis, 2008

Senemoğlu, N. Gelişim Öğrenme ve Öğretim, Ankara: Pegem Akademi, 2009.

İnanç, B.Y.Yerlikaya, E.E. Kişilik Kuramları, Ankara: Pegem Akademi, 2009.

Yorumlar   

#1 TUNA KAHRAMAN 25-10-2017 09:23
Hiç olmadım doğduğum zaman, bilmediğim o kollar hiç sarmadı. Adım hiç olmadı, var mıydı oyuncaklarım. Tek oynadığım oyun bir dere, bir çalı, birde çalının arkası. Var olmadığım hayatta aklımda tek gün kaldı, o çalının arkası. Ben hiç erkek olmadım, olduğumu anlamadım. Bir kadın vardı, ama hiç yoktu. Bir kere sarsaydı ruhumu yaşar mıydım? Dudaklarımda bıraktığı tat bu kadar acı olur muydu?

Hiçliğin ortasında doğmuş, büyütülmüş, ama büyümemiş bir ruh. Kimse onu tanımazken herkes onu nasıl tanıdığını söyler. Herkes o kadar yok ki. Kendilerini basit bir kalıba ve sefil bir düzene koymuş, görünüşte ona benzeyen ama o olmayan aciz ruha sahip bu insanlara kendini anlatmak zorunda değildi. Geceler arkadaşı, geceler sırdaşı, tek sorumlu olduğu kişi “KENDİ GÖLGESİ”. Açıklamak istedikleri sadece ona, sevmedi hiç gündüzleri. Zaten hiç gündüzü olmadı, sahte günleri unutmak içinde sadece ölü bedenini uyuşturdu. Adı gece, adı gölge. Tek korkusu kendini tanımadan ölmekti.

Yer, mekan, zaman yok. Zaten onun için anlamı da yok. Her şey en dibe vurmuş haliyle mi gelmişti hiç olmayan hayatına. Hiç olmayan, anne, baba, sahip olamadığı çocukluk, bedenini bir zehirli sarmaşık gibi saran ve günden güne ruhunu yavaş yavaş öldüren o kadın .
Ama neden?
Neden hala bu kadar direndi hayata?
Çektiği acının farkında olmayan, bu aciz ve sefil insanlara neden bu kadar katlandı?
Zaten bir ölüydü, hiç var olmamıştı.

Neden? Neden? Neden?

Bir acı, bir yokoluş nasıl bu kadar güzel anlatılabilirdi. Kısır bir döngünün içerisinde oradan oraya savrulan bir ruh. Nerede, ne zaman olduğu belli olmayan, sürekli gelgitlerin yaşandığı muazzam bir bitiş.

Sorgulamalarımın hala devam ettiği bir roman, kısa ama çarpıcı. Daha çok yazmak isterdim ama yok olmaktan koktum.

Okunması gerekli kitapların içerisinde EN OLMAYANI, HİÇ OLMAYANI

You have no rights to post comments