Giriş

Türkiye’de öğretmenler hangi tür eğitim kurumunda çalışırsa çalışsınlar (özel okullar, devlete bağlı okullar, dershaneler, vb.) Millî Eğitim Bakanlığı’nın gözetimi ve denetimi altında görevlerini sürdürmektedirler (Görgülü, 2008). Özellikle, Millî Eğitim Bakanlığı çatısı altında çalışan kadrolu ve sözleşmeli öğretmenler bu gözetim ve denetime daha fazla maruz kalmaktadırlar. Bakanlığa bağlı olarak görev yapan öğretmenleri, bu anlamda, ilgilendiren bir millî eğitim mevzuatı söz konusudur. İlgili bu mevzuat, okulun işleyişinde kritik bir görev yapmaktadır. Okullarda çalışan tüm öğretmenler bu mevzuat dâhilinde atanmakta, yer değiştirmekte, yükseltilmekte, cezalandırılmakta ve ödüllendirilmektedir. Öğretmenlerin, diğer memurlarla birlikte doğrudan bağlı oldukları 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu olmakla birlikte, bir de öğretmenlerin bağlı bulundukları bir takım diğer kanunlar da (1702, 1739, 4357, vb.) bulunmaktadır (Görgülü, 2008). Öğretmenler, her ne kadar farklı bir konumda da olsalar, diğer memur meslek gruplarında olduğu gibi (hukukçular, doktorlar, askerler, polisler, vb.) kendilerine ait özel bir kanuni düzenlemeye sahip bulunmamaktadırlar.

Okullar, diğer kamu örgütlerinin aksine farklı bir yapılanmaya ve iklime sahiptirler. Zira okullarda gelecek nesiller eğitilmekte ve yetiştirilmektedir. Öğretmenlik mesleği ise toplumsal değişimin ve dönüşümün mimarları ve toplumun yeniden oluşturucusu konumundadırlar (Akyüz, 1978). Öğretmenler, tarihe bakıldığında her alanda kendilerini göstermişler ve toplumsal dönüşüm noktasında birer “tetikleyici” görevi görmüşlerdir (Akar, 1990). Öğretmenler, en yüksek düzeyli statüye Atatürk zamanında kavuşmuşlar ve o zamandan sonra politikanın eğitime karışmasıyla eğitim politize olmuş ve öğretmenler tüm çözümleri siyasi arenadan bekler olmuştur (Bursalıoğlu, 1994). Siyaset, öğretmenler ve dolayısıyla eğitim hakkında temel karar verici mekanizma haline gelmiş ve öğretmenlerin toplumsal anlamdaki rolleri zayıflatılarak bir “eğitim teknikeri” konumuna indirgenmiştir. Özellikle, politikanın öğretmenler üzerinde denetim ve gözetimini artırması bir eğitim mevzuatına da yansımış bulunmaktadır.

Mevzuat ve Öğretmenler

Günümüze kadar doğrudan öğretmenleri ilgilendiren kanunlara bakıldığında, burada öğretmenlerin kendilerine ait bir “kanunları” olmadığı görülmekle birlikte, öğretmenlerin diğer memurlarla aynı konuma indirgendiği anlaşılmaktadır. Bir diğer taraftan, öğretmenlikte kesinlikle amir-memur ilişkisi olmaması gerekmekteyken, yine asli görevi öğretmenlik olan kişilere bazı yetki ve sorumluluklar verilerek okulda çalışan öğretmenlere “amirlik” yapması beklenmektedir. Ancak, öğretmenlik mesleğinde, doğası gereği, böyle bir şey söz konusu olamaz. Okullardaki veya Millî eğitimlerdeki müdürlerin ancak birer “öğretim lideri” olmaları beklenebilir. Yapılan çalışmalara da bakıldığında, müdürlerin birer öğretim lideri olmaktan daha ziyade okullarında “amir” pozisyonunda oldukları görülmektedir. Pek çok forumdaki yazışmalar da incelendiğinde, müdürlerin okullarını birer “çiftlik” gibi görerek yönettikleri anlaşılmaktadır (Dönmez, 2007). Öte taraftan, doğrudan öğretmenlerin özlük haklarını geliştirici nitelikte olmayan kanunlara bakıldığında da, öğretmenlerin özendirilmesine ve ödüllendirilmelerine ilişkin çok fala bir şey görülmemektedir. Öğretmenlerin ödüllendirilmeleri konusuna neredeyse değinilmezken, cezalandırılmaları konusuna epey bir paragrafın ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır. Zira, öğretmenlerin ödüllendirilmeleri konusunda net olmayan, muğlak ve tatmin etmeyen ödüllendirmelerin olduğu görülmektedir. Kaldı ki, bu ödüllendirmelerde herhangi bir bilimsel ve objektif bir temele dayanmamaktadır. Bu ödüllerin, hangi hallerde verildiği, nasıl verildiği de objektif ve bilimsel değildir. Bir okulun müdürü, herhangi bir öğretmenine, keyfi olarak aylıkla ödüllendirme teklif edebilmekte ya da hiç etmeyebilmektedir. Yani, öğretmenlerin bütün ödüllendirilmeleri okul müdürünün insafına kalmış bulunmaktadır. Ceza konusunda ise yasalarda daha fazla bilgi bulunmaktadır. Ceza noktasında öğretmenlere verilebilecek olan tüm cezalar A’dan Z’ye kadar en ince ayrıntısına kadar belirtilmiş ve sıralanmıştır. Öğretmenlerin hangi hallerde hangi cezaları alabilecekleri açık ve net bir biçimde ortaya konulmaktadır. Bu haliyle öğretmenler, düzene sıkı sıkıya uymaya mahkûm edilmektedir. Bu açıdan, toplumsal dönüşümü rollerini de kaybetmektedirler. Bugün, öğretmenlere hangi ödüllere sahip olabilecekleri ve bunlara hangi yollarla erişebilecekleri sorulsa, çok da sağlıklı cevaplar alınamaz. Ancak, öğretmenlere hangi hallerde hangi cezaları alacakları sorulsa, durum tam tersi olacak ve öğretmenler bunları, muhtemelen, teker teker sayacaklardır. Çünkü öğretmenlerde sürekli “acaba yanlış yaparsam!” gibi bir anlayış söz konusudur. Bu anlayışla öğretmenler düzene sıkı sıkıya bağlı bulunmakta ve tüm çareleri de siyasetten beklemektedirler. Bu açıdan, özellikle millî eğitim mevzuatındaki ceza ve ödül dengesizliği ciddi eleştiri noktalarından birisi olmaya devam edecektir. İleri demokrasiyi hedefleyen bir ülke ve onun eğitim sisteminde kesinlikle böylesi bir uçuruma izin verilmemesi gerekmektedir. Bu yüzden, sistemin daha çok öğretmenlerin performanslarının daha fazla nasıl ortaya çıkarılabileceği üzerinde yapılandırılması gerekmektedir. Öğretmenlerden okullarda eleştirel ve demokratik düşünen bireyler yetiştirmeleri istenmektedir; ancak, öğretmenlerin kendi eğitim sistemlerini ve “amir”lerini eleştirmelerine hiçbir şartta izin verilmemektedir. Ayrıca, öğretmenlerin “kâğıt üzerinde” bazı eğitim süreçlerine katılımından başka söz sahibi oldukları ve kendi eleştirel ve özgür düşüncelerini yansıtabilecekleri ortamlar sağlanmamaktadır. Bu da ülkemizde demokratik ve açık bir toplum olma anlayışı ile ciddi anlamda çelişmektedir. Okullarda, öğrencilerin demokratik hayata alıştırılması ve kazandırılması için türlü etkinlikler düzenlenmektedir. Örneğin; okul meclisleri seçimleri, sınıf başkanlığı seçimleri, vb. Bu seçimlerde yapılan oylamaların objektif bir biçimde yapılmasına özen gösterilirken, öğretmenlere aynı hak okul içindeki süreçlerde verilmemektedir. Elbette, bu husus demokratik bir toplum olarak okulun rolünü de zayıflatmaktadır. Zira kendi çalışacağı okul müdürünü öğretmenlerin seçmeleri en doğal hakları olması gerekmektedir. Yoksa benimsemediği bir okul müdürü ile çalışan öğretmenlerin kendilerini okula adayarak, yüksek düzeyli performans göstermeleri beklenemez.

Sonuç

Öğretmenlik mesleği, her ne kadar kanunlarda bir “memur” gibi gösterilse de, aslında kendine özgü ve memuriyetle hiçbir ilgisi olmayan niteliklere sahip olan bir meslektir.  Bu anlamda, öğretmenlik mesleğinin “memur” kategorisine indirgenmesi kesinlikle kabul edilebilir değildir. Zira öğretmenlik mesleği, içinde çok farklı dinamikleri barındıran ve toplumların şekillenmesinde kritik bir birincil role sahip bir meslek özelliği taşımaktadır. Bu anlamda, öğretmenlerin tüm memurlarla aynı şartlarda özlük haklarına sahip olması ve ödül ve ceza noktasında da aynı muameleye tabi tutulması yanlıştır. Devlet kurumlarında amir-memur ilişkisi işlerin yürütülmesi anmalında söz konusu olabilir. Ancak okul düşünüldüğünde ise, öğretmenle okul müdürünün, müfettişin veya il Millî eğitim yöneticisinin sahip olmuş olduğu eğitim düzeyi aynı, hatta artık pek çok öğretmenin yüksek lisans ve doktora yapmaya başlaması ile bu durum tam tersine dönmüştür diyebiliriz. Yani, okul müdürü, müfettiş veya millî eğitim yöneticisi ile öğretmen arasındaki eğitim uçurumu gün geçtikçe artmakta, ancak yine de yöneticiler ile öğretmenler arasındaki bir “amir-memur” ilişkisinden bahsedilmektedir. Tüm bunlara rağmen, asıl mesleği öğretmenlik olan okul yöneticisi, müfettiş veya millî eğitim yöneticisi öğretmenleri birer çalışanı gibi görmektedir. Yanlış yapıldığında azarlanan nedense her zaman “öğretmen” olmakta ve sonunda yaptığı yanlışın hesabını mevzuatta yazan şekliyle ödemeye mahkûm bırakılmaktadır. Öğretmenleri ilgilendiren tüm mevzuatta her zaman haklı olarak “amir” gösterilmekte ve amire karşı işlenen suçlara verilecek olan cezalar sıralanmaktadır. Okulda öğretmenlere karşı yapılan baskıdan, yıldırmadan, sözel, psikolojik, vb. şiddetten hiç bahsedilmemektedir. Öğretmenler sistem içerisinde sanki sürekli olarak yanlış yapmaya hazır bireyler olarak görülmektedir. Bir diğer taraftan, öğretmenler kendilerini, dolayısıyla eğitimi ilgilendiren konularda söz sahibi de değillerdir. Ancak, eğitimle ilgili bir yanlış/hata yaptıklarında iş ödüllendirmeye geldiğinde kör, sağır veya dilsiz davranan mevzuat, yapılan yanlışı/hatayı cezalandırmaya geldiğinde son derece acımasız olabilmektedir. Bu anlamda, ilgili mevzuatın bir an önce öğretmenlerin eğitimsel süreçlere demokratik katılımını, özlük haklarını genişletici ve onları memur statüsünden çıkarıcı nitelikte olmak üzere değiştirilmesi ve yenilenmesi gerekmektedir. Zira eğer ülkemiz demokratik bir ülke olma yolunda ilerliyorsa, bunun öncelikli olarak okuldan, dolayısıyla da öğretmenlerden başlatılması gerekmektedir. Çünkü “okul toplumun aynası konumundadır”. Bu yüzden, okul demokratik bir hale getirilmedikçe, okuldaki süreçler demokratik, bilimsel ve objektif esaslar dâhilinde sürdürülmedikçe, öğretmenler sistemin birer memuru gibi görüldüğü sürece toplumun demokrasiyi benimsemesi ve okuldan mezun olan bireylerin demokratik bir zihniyetle donanık olması sağlanamaz. O bakımdan, ilgili mevzuatın bir an önce değiştirilmesi ve ifade edilen esasları kucaklayıcı bir hale kavuşturulması çok büyük bir önem arz etmektedir. Okuldaki süreçlerde demokrasiye inanmayan ve yeterince ödüllendirilmeyen, ancak bolca cezalandırılan öğretmenlerin sistem içerisinde sorunlara sebep olacağı da asla unutulmamalıdır. Toplum öğretmenlerin elinden geçmektedir. Bu açıdan, eğer gelecek nesillerin nitelikli bireyler olarak yetiştirilmesi isteniyorsa, öncelikle öğretmenlerin niteliğinin artırılmasına ve mesleki saygınlıklarının yeniden canlandırılmasına önem verilmelidir (Kaya, 1977). Bunun yanında, öğretmenlik mesleğinin siyasetin tekelinden de bir an önce çıkarılması, öğretmenlerin politize olma endişesi taşımadan sorunlara yapısal ve pedagojik çözümler bulmasını sağlayacaktır. Çünkü eğer eğitim tarihimiz incelenirse (Akyüz, 1993), Türkiye’de öğretmenlerin toplumsal dönüşümde ve yeniden yapılanmada hangi rolleri oynadıkları çok rahat bir şekilde görülebilmektedir. Bu yüzden, öğretmenlerin “yanlış yapmalarından” korkulmamalı, onların kendilerini, dolayısıyla eğitimin kendini gerçekleştirmesine izin verilmelidir. Öğretmenleri karar mekanizmalarının dışına iterek değil, bizzat onları sürecin kritik bir parçası konumuna getirerek eğitimsel sorunların çözümünde yollar aranmalıdır.

Kaynaklar

Akar, İ. (1990). Türkiye’de öğretmen istihdam politikası ve uygulaması. Yayımlanmamış doktora tezi. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Akyüz, Y. (1993). Türk eğitim tarihi: Başlangıçtan 1993’e. (4. baskı). İstanbul: Kültür Koleji Yayınları.

Akyüz, Y. (1978). Türkiye’de öğretmenlerin toplumsal değişmedeki etkileri (1848-1940). Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları.

Bursalıoğlu, Z. (1994). Okul yönetiminde yeni yapı ve davranış. (9. baskı). Ankara: Pegem A Yayıncılık.

Dönmez, B. (2007). Pozitif yönetim ve okul yöneticileri. Eğitime Bakış, 3(8), 28-33.

Görgülü, S. S. (2008). İlköğretim okullarında yönetim ve denetim uygulamaları rehberi. Ankara: Öğreti Yayınları.

Kaya, Y. K. (1977). İnsan yetiştirme düzenimiz. (2. baskı). Ankara: Bilim Yayınları.


[*] Selçuk Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı, Eğitim Programları ve Öğretim Bilim Dalı Doktora Öğrencisi

  •  

You have no rights to post comments