İlköğretim, bireyin yaşamında, akademik temellerinin atıldığı önemli bir aşamadır. Sınıf öğretmeni de bu aşamada önemli bir rol oynar. Bu nedenle ilköğretim kavramı ve sınıf öğretmenliğini açıklayarak başlamak gerekir.

İlköğretim: Tanımı, Gereği ve Önemi

İlköğretim; örgün eğitimin öncelikle toplumun tüm üyelerinde bulunmasını istediği bilgi, beceri ve tutumlarını kapsayan genel eğitimin bir bölümüdür. Programı yönünden orta ve yüksek öğretime göre daha geneldir ve öğrencilerini seçerek almaz . Başka bir tanımla da; kadın erkek tüm yurttaşların ulusal amaçlara uygun olarak beden, zihin, duygu ve ahlâk bakımından gelişmelerine hizmet eden temel eğitim ve öğretim aşamasıdır. 222 sayılı “İlköğretim ve Eğitim” yasasına göre ilköğretim, 6-14 yaş grubundaki tüm yurttaşlar için zorunlu ve devlet okullarında parasızdır. Parasız olmasının nedeni, temel bir insan hakkı olmasının yanı sıra, ilköğretimin toplumsal yararının diğer öğretim kademelerinden fazla olmasıdır. Zorunlu olmasının altında yatan neden ise; toplumun üyeliğine hazırlanan tüm bireylerin bilmesi gereken asgari bilgi, tutum, beceri ve davranışların kazandırılması gereğidir. Ayrıca kalkınmak için toplumun zekâ ve yetenek potansiyelinden yararlanmak gerekir. Tüm bireylerin ilköğretimden geçirilmesi, toplumun bir zenginlik kaynağı olan bu üstün zekâ ve yeteneklerin saptanmasını da sağlayacağından, tüm yurttaşların bu eğitimden geçirilmeleri hem birey hem de toplum açısından zorunludur.

Bireyin yaşadığı ortama uyum sağlayabilme, ondan etkilenme ve onu etkileme (çevreyi dönüştürebilme) becerisinin de olması gerekir. Bu uyumun sağlanması bireyde üst düzeyde bilişsel, duyuşsal, devinişsel beceriler gerektirir. Okul, bu becerileri plânlı ve bilimsel olarak kazandırma ve geliştirme olanağı sağladığını iddia etmektedir.

İlköğretim sadece ortaöğretime öğrenci hazırlayan bir öğrenim basamağı değildir. Aynı zamanda bireyi yaşama hazırlar. Birey ilköğretimden sonra eğitimine devam etmeyebilir. Öyleyse, ilköğretim bir yurttaşın tek başına yaşamını sürdürebilmesi, mutlu olabilmesi, hatta toplumsal kalkınmaya katkıda bulunabilmesi için bilmesi gerekenlerin öğrenildiği/öğretildiği bir öğrenim basamağıdır.

Zorunlu ilköğretim, modernleşmenin toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel gereksinimlerinden doğmuştur. Eğitimin üretim için yapıldığı anımsanırsa, modern öncesi toplumlarda (geleneksel tarım toplumunda) formal eğitimin bir zorunluluk olmasına gerek yoktu. Üretim tarıma dayalı olarak yapıldığından, birey üretim yeterliliği kazanabilmek için annesi ya da babasını izleyerek çift sürmeyi, sığır gütmeyi ya da çevresinden basit el sanatlarını usta-çırak etkileşimiyle öğrenebiliyordu. Bunları öğrenmek için okula gitmesine gerek yoktu. Ancak sanayi devrimi sonrasında mesleklerin daha karmaşık hale gelmesi, uzmanlık gerektirmesi, eğitilmiş insanların daha verimli olduğunun ortaya çıkması gibi nedenler, “kitle eğitimi”ni zorunlu kılmıştır. Artık eğitilmiş insan bir “sermaye”, okul da bir “fabrika” haline gelmiştir. İnsan kaynağı niteliğinin yükseltilmesi ve “fabrika”nın etkili olması, zorunlu eğitimin süresini ve düzeyini yükseltmiştir. Çünkü böylesi bireylerden oluşan toplumlar daha hızlı kalkınmaktadırlar.

Bilginin her geçen gün çoğalması, hızla yenilenmesi, üretilmesi, paylaşılması, kullanılması ve depolanmasının yaygınlaşması, bilginin iletişim teknolojisiyle desteklenerek, toprak, emek ve sermaye dışında, temel bir üretim etkeni haline gelmesi, içinde bulunduğumuz çağa, bilgi/bilişim çağı adını vermeyi gerektirmektedir.

Bilgi, toprak ve sermaye gibi, mülkiyet olarak kuşaktan kuşağa aktarılamaz. Bu yüzden bilgi toplumunun entelektüel sermaye birikimini, toplumda ve kişide var olan donanıma bağlı olarak, her kuşak kendi yaşam süreci içinde kendi sağlamak zorundadır. Bu durum bireyin önemini, niteliklerini ve standarttan farklılığını ön plâna çıkarmıştır . Böylesi bir yapılanma gelecekte eğitimin daha fazla önem kazanacağını ve yaşam boyu süreceğini göstermektedir.

İlköğretim, toplumsal sınıflar arasında dikey geçişleri sağlamanın ilk adımını oluşturduğundan, bir sosyal politika aracı olarak da işlev görmektedir.

Bütün bunlardan ötürü bir ulusun bağımsızlığı ve gönenci, o ulusun geleceğini emanet edeceği yetişen kuşakları eğitmeye verdiği öneme bağlıdır. Çocuklarını var olan ve gelecek çağın bilgisi ile donatamayan ulusların kalkınmaları, hatta varlıklarını sürdürmeleri olanaksızdır. Öyleyse nefes almak, yemek, içmek birey için ne kadar yaşamsal öneme sahipse, çocukların ve gençlerin eğitilmeleri de bir ulus için o kadar yaşamsaldır.

Bağımsız yaşamak ve bunun için kalkınmak isteyen bir ulusun eğitime, dolayısıyla okullara gereksinimi vardır. Okullar, ilköğretimden yükseköğretime doğru aşamalı bir dizi içinde sıralanır. Bu okulların temelinde ilköğretim vardır. Her eğitim aşaması kendi amaçlarına ulaşabilmek için, kendinden önceki eğitim aşamasının amacına ulaşmış olmasını gerekli sayar. Bunun anlamı şudur: İlköğretim amacına ulaşmada başarısız ise, ortaöğretim ve yükseköğretimin de başarısız olması kaçınılmazdır.

İlköğretim, bireyin beyin teknolojisinin geliştirildiği ilk ve en önemli aşamadır. Beyin teknolojisi geliştirmek; düşünme, anlama, sınıflama, sıralama, eleştirme, analiz sentez yapma ve değerlendirme gibi üst düzey bilişsel stratejilerin kullanımını ve geliştirilmesini öğretmektir.

Aile içinde yerel olarak toplumsallaşan çocuk, ilköğretimle birlikte ulusal düzeyde toplumsallaşır. Böylece ulusal birliği, bütünlüğü, değerleri ve ülküleri özümser; ulusal devamlılık sağlanır.

Aile çevresini aşmak isteyen çocuk, yaşıtlarından oluşan bir arkadaş çevresi oluşturmak ve bu çevreyi genişletmek ister. Oyunlar aracılığıyla toplumsallaşmaya çalışır. Bu ortamın sağlanmasında da okul önemli bir rol üstlenir.

İlköğretim yazılı kültüre geçmenin de ilk aşamasıdır. İnsanlık okuryazar olmadan önce (yazı çok eskiden bulunmuş olmasına karşın, yaygın okuryazarlık ortaçağda başlar) sözel bir kültüre aittiler. Günümüzde de okuryazar olmayanlar sözel kültüre aittirler. Yalnızca kendi deneyimlerinden ve söylentilerden yararlanabilirler. Ancak yazılı kültüre geçenler, insanlığın binlerce yıllık deneyiminden yararlanabilirler. Okuryazarlık becerisinden yararlanmamak, göze alınamayacak bir kayıptır.

İlköğretimi önemli kılan bir neden de, çocukta üstün yeteneklerin belirmeye başladığı dönemin ağırlıklı olarak 6-16 yaşları arasında olmasıdır. Belirli alanlarda üstün yeteneği olan öğrenciler bu dönemde saptanıp geliştirilmelidirler. Öğretmenin bu saptama ve yönlendirmeleri yapabilecek birikim ve donanımda olması gerekir.

İlköğretimle bireyde kavramlar oluşturulur. Genel anlamda kavram, insan zihninde anlamlanan, farklı obje ve olguların değişebilen ortak özelliklerini temsil eden bir bilgi formu/yapısıdır; bir sözcükle ifade edilir . Bir başka tanımla kavram, benzer nesneleri, insanları, olayları, fikirleri, süreçleri gruplamada kullanılan bir kategoridir . Kavramlarla, bireyin entelektüel ve akademik temelleri atılır. Birey, yaşamı boyunca oluşturduğu ve içlerini doldurduğu bu kavramlar aracılığıyla düşünür, araştırır, öğrenir. Kavramlar olmasaydı dış dünyadaki her olayı tek tek öğrenmek ve hatırlamak durumunda olurduk. Örneğin, “ağaç”la ilgili bilgi vermek için şimdiye kadar görülen her ağacı hatırlayıp teker teker onların özelliklerini saymak gerekirdi. Kavramlar, bireyin son derece karmaşık ve ayrıntılı algısal yaşantısını özetler, soyutlaştırır ve böylece insanoğlunun bilim, teknoloji, kültür, sanat ve edebiyatı geliştirmesini sağlar . İlköğretimin başarısı bu kavramları ne kadar sağlıklı oluşturduğuyla ölçülebilir. Burada anlatılmak istenen elbette ezberlenmiş, mutlak doğruluğuna inanılmış bilgi ve kavramlar değil, bilimsel bilgiyle oluşturulmuş, değişimlerin etkisiyle değişebilen, akla dayalı bilgi ve kavramlardır.

Kültür ve uygarlık; insanla, insan için vardır ve eğitimle kazandırılır. Bir toplum ancak nitelikli insanlarının oranı kadar niteliklidir, uygardır. Bu, eğitimle sağlanabilir. Eğitim, diğer toplumsal kurumların insan girdisini de sağladığı için, onlar üzerinde liderlik etkisi yaratır. Tüm kurumlar (sağlık, hukuk, din, ekonomi, siyaset, bilim...) da insan ile ve insan için vardır. Bu kurumlardaki insanların niteliğini eğitim belirler. Eğitimle nitelikli ekonomist, nitelikli hukukçu, nitelikli sağlıkçı, nitelikli din görevlisi, nitelikli bilimci... yetiştirilir. Bunlar içine girdikleri kurumların niteliğini yükseltir. Eğitimle aldıkları değer ve nitelikleri kurumlarına taşırlar. Sonuçta bunların hepsi yurttaştır. Yurttaşların nitelikli oluşu, kurumların etkililiğini artırarak, yurdun kalkınmasını ve bireyin mutluluğunu sağlar.

Başarılı kalkınma süreci, bir toplumu değişim bilincine kavuşturmaya dayanır. Değişim bilincine kavuşmanın ilk adımı da; okuma yazma öğrenmek, yani eğitimdir . Kitleleri okuryazar yapmadan eğitmeye, öğretmeye başlamak hemen hemen olanaksızdır. Kısaca; okumaz yazmazlık, dolayısıyla eğitimsizlik ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişmeye (kalkınmaya) engeldir. Dünyamızda eğitim düzeyi yüksek olup da geri kalmış bir toplum gösterilemeyeceği gibi, eğitim düzeyi düşük olup da sanayileşmiş bir toplum da gösterilemez .

“Zengin ülkeleri zengin, yoksul ülkeleri yoksul yapan değişkenler nelerdir?” sorusuna yanıt bulmak için ülkelerin yeraltı-yerüstü kaynakları, altın stokları, tarihsel ve coğrafi durumları, turizm olanakları, vaktiyle sömürge olarak yaşayıp yaşamadıkları, başka ülkeleri sömürge olarak kullanıp kullanmadıkları gibi durumlar gözden geçirilmiş, fakat bu değişkenlerle bugünkü ekonomik büyümüşlük arasında tüm ülkeler için geçerli olabilecek bir genelleme yapmaya olanak verebilecek bir ilişki bulunamamıştır. Ancak değişkenler arasına ülkelerdeki okuma yazma oranlarını ekleyince durum değişmiş ve ekonomik büyümenin en yaygın göstergesi olan kişi başına düşen gelir ile eğitim düzeyinin en yaygın göstergesi olan okuma yazma oranı, durumu açıklamıştır .

Eğer ilköğretim formal eğitim kurumlarının temeliyse, ilköğretimin temeli de birinci sınıftır. Çünkü bireyin eğitimiyle ilgili pek çok kavram bu sınıfta ortaya çıkar, yerleşir. Birey öğrenme biçemini, akademik benlik tasarımını, tutumlarını bu sınıfta öğrenir, geliştirir. Adeta bir “öğrenci kişiliği” oluşturur.

Başarılı bir ilköğretim, nitelikli bireyler yetiştirerek ülkeyi kalkındırabileceği gibi, başarısız bir eğitim de geleceği karartabilir. İlköğretimde çocuğa kazandırılacak kötü alışkanlık, davranış ve tutumlar, bireyde öylesine kalıcı etkiler bırakır ki, bu yanlış öğrenmeleri ne ortaöğretim ne de yükseköğretim düzeltebilir. Yanlış öğrenmeleri düzeltmek, yeni davranışlar kazandırmak kadar kolay değildir. Einstein’ın dediği gibi “önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur”.

İnsan eğitilerek geliştirilebilir, kendisinin ve toplumun amaçları ve çağın gerekleri doğrultusunda yeni nitelikler kazanabilir. Toplum için insan bir sermaye ve değerli bir kaynaktır. Toplumun, amaçlarına ulaşması için bu kaynağı okul sonrasında ve hizmet içinde de olsa, eğiterek geliştirmesi ve ondan yararlanmasından daha doğal bir şey olamaz. Bu “geliştirme” sadece toplum için değil, birey için de gereklidir.

İlköğrenim çağındayken doğru bir eğitimden geçemeyen birey, öğrenmede kritik dönemi geçirir, düşünmeyi ve öğrenmeyi öğrenemez ya da yanlış öğrenir, kendine güvenemediği, bireyleşemediği dolayısıyla, Kant’ın deyişiyle, “aklını kullanma cesareti gösteremediği” için, aklını birilerinin ipoteğine verir ve onun “sürü”süne katılır. Böylesi kişilerin, ne kadar “geliştirilebilir kaynak” olacağı tartışılabilir.

İlköğretim, uygar bir yaşam için; okuma yazma, okuduğunu anlama, ana dilini iyi ve doğru kullanma, temel matematik işlemlerini yapabilme, yakın çevreyi tanıma, toplumsal yaşam kurallarını öğrenme ve öğrenme isteği yaratmak için yapılır .

Sınıf Öğretmenliği

Toplum kalkınmasını sağlayan en önemli kurum olan eğitimin yukarıda da değinildiği gibi, diğer kurumlar üzerinde liderlik rolü bulunmaktadır. Çünkü bu kurumların en önemli girdisi olan insan girdisini eğitim kurumu sağlamaktadır. Eğitim kurumu ise işlevlerini öğretmenler aracılığıyla yerine getirir.

Öğretmenlik, herkesin yapabileceği sıradan bir iş değil, uzmanlık isteyen bir meslektir. Öğretmenlerde bu uzmanlığın olabilmesi için hizmet öncesi mesleğe yönelik bir eğitimin alınması ve hizmet içinde de yetiştirilmelerini gerektirir. Ancak bu yeterli değildir. Öğretmen adayının “bir öğretmende bulunması gereken nitelikler”i de taşıması gerekir. Ülkemizde öğretmen adaylarının seçiminde aşağıda sıralanan bu “nitelikler”in dikkate alınmaması bir eksikliktir.

1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu öğretmenlik mesleğini şöyle tanımlamaktadır: Öğretmenlik mesleği, devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenler bu görevlerini Türk millî eğitiminin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdürler (madde 43).

Öte yandan, öğretmen yetiştirme programlarında üç boyut vardır. Öğretmen adayı bu üç boyut dikkate alınarak yetiştirilmektedir: Alan bilgisi, eğitimbilimsel yeterlilik ve genel kültür.

Alan bilgisi; öğretmenin öğreteceği konuları, branşını iyi bilmesidir. Öğretmenin alanını iyi bilmesi sınıftaki başarısını etkiler. İnsan, bilmediğini öğretemez. Ayrıca konunun öğrencinin anlayacağı düzeyde açıklanması, özetlenmesi ve sonuç çıkarılması için de çok iyi öğrenilmiş alan bilgisine gereksinim vardır. Konu alanını iyi bilen öğretmenin kendine güveni artar ve öğretmen sınıfta bilgiye dayalı bir otorite kurar, dönütleri değerlendirerek öğrenmelerin hangi öğrenme basamağında gerçekleştiğini anlayabilir.

Bir konuyu iyi bilmek, öğretebilmek için bir önkoşuldur; ancak konunun iyi bilinmesi onun iyi biçimde öğretileceği anlamına gelmez. Bildiklerini olması gereken biçimde öğretebilmek için eğitimbilimsel yeterlik (pedagojik formasyon) gerekir. Bu ise, öğrenci düzeyleri ve farklılıklarını da dikkate alarak, öğrencinin öğrenmesini kolaylaştıran, kılavuzlayan, bilgi ve davranışlarla donanmış olmasını ya da “nasıl öğreteceğini” bilmesi anlamına gelir. Öğretmenin yöntem, teknik, araç gereç kullanma becerisi bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu yeterliliğin hizmet öncesi eğitim sürecinde “uygulamalı” olarak kazandırılması ve bunun denetimi de gerekir.

Alan bilgisi ve eğitimbilimsel yeterlilik yanında ve buna koşut olarak, bu alanlarda edinilen bilgileri pekiştirici, geliştirici ve öğretmen adaylarına dünya görüşü kazandırıcı bir genel kültür eğitimine de gereksinim vardır. Bunlar; yabancı dil, bilgisayar, felsefe ve ülkedeki sistemin işleyişinin anlatıldığı zorunlu ve seçmeli derslerdir. Bu boyutlardaki nitelikler, öğretmen adayına hizmet öncesi eğitimleri sırasında eğitim fakültelerinde kazandırılmaktadır.

Hizmet öncesi eğitim sırasında, öğretmen adaylarına kendilerini sürekli geliştirme anlayışı kazandırılmalıdır. Ancak hızlı değişme ve gelişmelerin olduğu çağımızda bununla da yetinilmemelidir. Öğretmenliğe başladıktan sonra da öğretmenlerin kurumları tarafından “insan kaynağını geliştirme” açısından, hizmet içi eğitimle sürekli geliştirilmeleri gerekir.

Birinci Sınıf Öğretmeninin Meziyetleri

Eğitim çalışmaları, toplumsal kalkınma için nitelikli insan yetiştirmeye çalışılan bir eylemler bütünüdür. Nitelikli insan, nitelikli bir eğitim sürecinin ürünüdür. Bu süreci üreten ise nitelikli öğretmenlerdir. Bir eğitim sisteminin kalitesi, sistemin temel işleteni olan öğretmenlerin kalitesinden yüksek olması beklenemez.

Öğretmenlik bir uzmanlık mesleğidir. Ancak her dal öğretmeninin olduğu gibi sınıf öğretmeninin de kendine özgü farklı yönleri vardır. Sınıf öğretmeni tüm alanları derinlemesine bilmese bile, her ders ve alanda doğruları bilmek, uygulamak ve temel kavramları oluşturmak durumundadır.

Öte yandan öğretmen, toplumun öğrenci karşısına koyduğu, örnek alınması gereken bir modeldir. Öğretmen, saygın, etkileyici ve güvenilir bir kişi olmalı, öğretmenin karizmatik yanı bulunmalıdır. Çünkü veliler ve toplum, çocuklarının bilinçli, saygıdeğer, güvenilir ellerde olduğunu bilmek ister. Öyleyse öğretmen, ideal özellikleri kendinde taşıyan bir kişi olmalıdır.

Genel olarak, her uzmanlık alanında olduğu gibi öğretmenlik alanında da meslek mensuplarının mesleğe özgü bazı nitelikleri taşıması gerekir.

Birinci sınıf öğretmeni okul, eğitim, öğretmen kavramlarıyla ilk kez karşılaşan bir öğrencinin karşısına çıkmakta ve bu kavramları oluşturmaktadır. Bu kavramların olumlu biçimde oluşturulması öğrencinin tutumlarını ve sonuçta başarısını etkileyecektir. Öyleyse birinci sınıf öğretmeninde hangi meziyetlerin bulunması gerektiğini bilmek, önem kazanmaktadır. Bunlar aşağıda kısaca açıklanmıştır.

Sorumluluk duygusu: Öğretmenin görev sorumluluğu yüksek olmalıdır. Eğer yaşam, bireyler ve uluslar arasında (bir anlamda) bir yarışsa, bu yarışa iyi biçimde hazırlanmış birey ve toplumlar daha başarılı olacaklardır. İyi hazırlanmak, iyi bir eğitim almış olmak anlamına gelir. Bunu sağlayacak olan büyük ölçüde eğitim sürecinin en önemli öğesi olan öğretmendir. Bu ağır bir sorumluluktur. Sınıf içinde vicdanıyla baş başa kalan öğretmen, öğrencilerini bu yarışa hazırlayabilmek için özverili olmak durumundadır. Çünkü öğretmen, mesleğindeki başarısıyla öğrencilerinin kaderini etkileyebilmektedir.

Toplumuna hizmeti maddi ve kişisel çıkarlarından üstün tutan ve yaptığını maddi kazançlarla ölçmeyen öğretmen özverilidir. Aslında öğretmenin yaptığı işin maddi karşılığını ölçmek olanaksızdır. Öğretmenin ödülü, karşısına biyolojik bir varlık olarak ve öğrenmeye açık halde gelen insanı biçimlendirmek, kendisine, yurduna ve insanlığa katkıda bulunabilecek biri durumuna getirmektir. Ancak yine de bu özveri karşılıksız olmamalıdır. Toplum da öğretmene hem mesleğini iyi biçimde yapabilmesi, hem de onurlu biçimde yaşaması için gereken desteği sağlamalıdır. Çünkü toplumun öğretmenine verdiği önem bir anlamda eğitime ve geleceğine verdiği önemin bir göstergesidir.

Sevgi: Öğretmen çocukları sevmeli ve kendisini onlara sevdirebilmelidir. Öğretmenin varlık nedeni öğrencilerdir. İşin doğası, onun çocuklarla birlikte olmasını ve iletişim kurmasını gerektirmektedir. Öğrencileri ne kadar sever ve onlara saygı duyarsa, onlarla o kadar iyi iletişim kurar ve başarılı olur. Öğrencilerle iyi iletişim kurabilen bir öğretmen kendisini ve dersini sevdirebilir. Unutulmamalıdır ki, öğretimin bir de duyuşsal boyutu vardır.

İnsanlar sevdikleri, ilgi duydukları işleri yapınca daha verimli ve başarılı olurlar. Kendilerini aşmaya çalışırlar. Bireyler, ilham almış gibi, akış haline girerler. Akış (flow), duyguların tamamen performans ve öğrenimin hizmetine verilmesidir. Akış sırasında bireyin duyguları sadece denetim altında ve yönlendirilmekte değildir, aynı zamanda olumlu enerji yüklü ve yapılmakta olan işle uyumludur . Akış hali ustalık isteyen bir işte, meslekte ya da sanatta başarılı olmanın önkoşuludur ve aynı şey öğrenimde de geçerlidir. Çalışırken akış haline giren öğrenciler, başarı testlerinde ölçülmüş potansiyelleri ne olursa olsun, daha iyi çalışabilirler . Öğretmenini sevmeyen ya da öğretmeni tarafından sevilmediğini hisseden öğrencinin akış haline girmesi çok zordur.

Öğretme, öğrenciyi öğrenilecek konuya isteklendirme, güdüleme ve öğrenmeyi kolaylaştırma işidir. Sevilmeyen bir öğretmen bunu başaramaz. Öğrencilerini korkutan, korkuya dayalı bir otorite kurmaya çalışan öğretmen, öğrencinin akademik gizilgücünü (potansiyelini /istidadını) tahrip ettiği gibi, kişiliğini de tahrip edebilir. Okuldan, eğitimden uzaklaşmasına, “başarısız” damgası yemesine neden olabilir. Bu başarısızlık, olumsuz benlik tasarımına yol açarak bireyin yaşamının tüm alanlarına ve aşamalarına yansıyabilir. Böylesi bir tutum ve tutumun sonuçları, öğretmenlik meslek ahlâkı ile de bağdaşmaz.

Sevginin, tutarlı bilgi ve özgürlüğün olmadığı eğitim ortamında, sevgi dolu, tutarlı bilgi ve becerilerle donanık, özgür insanlar yetiştirilemez. Yani baskı, korku, kin, nefret, öç gibi duygulardan sevgi, acıma, hoşgörü, anlayış, içtenlik gibi duygular oluşmaz .

Öğrencinin onurunu yükseltmek: Öğrencilere, saygıdeğer bireyler olarak davranarak bu amaca ulaşılabilir. Çeşitli biçimlerde öğrenciler aşağılanmamalıdır . Özsaygısı yüksek bireyler, güdülenme ve iç denetim düzeneğini kullanmada daha başarılıdırlar. Bu başarı akademik başarıya yol açacaktır.

Bireysel farklılıkları dikkate almak: Öğretmen bireysel farklılığa uygun davranmalıdır. Her öğrencinin birbirinden farklı giriş davranışları (zekâ, yetenek, öğrenme biçemi, farklı yaşantılar, farklı ön öğrenmeler, hazır bulunuşluk, yetiştiği kültürel ortamdan kaynaklanan değişik özellikleri vb) vardır. Öğretmen bunları dikkate almalıdır. Aynı sınıfta bulunan herkesi tek tip olarak görmemeli ve tek tipleştirmeye çalışmamalıdır. Her öğrencinin kendi gizilgüçleri doğrultusunda gelişmesine olanak sağlamalıdır. Bireyin, başkalarının değil, kendi ayakları üstünde durmasını sağlamalıdır. Öğretmen bunu “öğrenci merkezli bir eğitimi” esas alarak yapabilir.

Bilişim toplumunun eğitiminde, sanayi toplumundaki gibi standart ve ortalama, meslek sahibi insan yetiştirmek amaç değildir. Aksine bilişim toplumunun eğitimi, farklı ve nitelikli olanın fark ve niteliğini öne çıkarmaya yöneliktir. Farklı olanın; sürükleyici, yenilikçi ve yaratıcı etkisi, diğer insanları da peşinden sürüklerken, toplum daha hızlı gelişmeye yönelmektedir .

Farklı giriş özellikleri bulunan öğrencilerin başarı düzeyleri de, davranışları da farklı olacaktır. Böylesi durumlarda öğretmen sabırlı olmalı, hiddet ve şiddet gösterilerine girmemelidir. Öğrencilere farklı yöntem ve yaklaşımlarla, gerekirse diğer uzmanlardan (psikolog, rehber öğretmen, denetmen vb) yardım alarak, öğrencileri araştırarak, kendisini daha yetkin hale getirmeli ve öğrencilerine istendik davranışları kazandırmalıdır.

Öğretmen öğrencisini değerlendirirken öznel değer yargılarından arınık olarak hareket eder. Ölçme ve değerlendirmede bunu sağlayıcı araç ve ölçütler kullanır. Öğretmen, mesleğinin gereği olarak, kişisel düşünce, tutum ve inançlar karşısında tarafsız kalabilmelidir. Öğretmenin kişisel siyasal, felsefi, dinsel hatta mezhepsel inanç ve tutumlarını, öğrencilerine öğretmenliğini kullanarak aktarması, öğrencileri genellikle olumsuz yönde etkiler ve bu yanlıştır. Öğretmen bu konularda tarafsız kalmalı; tarafsızlığının öğrenciler tarafından da algılanmasını sağlamalıdır. Öte yandan öğretmen, millî eğitimin amaçları dikkate alındığında, bu amaçların yanındadır ve bir taraftır. Bu amaçlar toplumca belirlenmiştir. Ayrıca öğretmen, kurumuna karşı sorumludur ve kurumu yanlış tanıtıcı eylemlerin dışında kalır.

Kararlılık: Öğretmen kararlı olmalıdır. Öğretmen ne yaptığını bilen, bildiğinin en iyisini yapan, bilmediğini araştıran kişi olmalıdır. Kuralları öğrencilerle birlikte ve açıklayarak koymalı, kararlı uygulamalı ama katı olmamalıdır. Çünkü kararsız davranışları öğrencilere de yansır. Disiplin sorunları ortaya çıktığında, “sen ahlaksızsın, zaten hep böyle yaparsın, tembel” gibi nitelemelerle öğrenciyi bütün olarak karşısına almamalıdır. “Bu davranışın doğru değil” diyerek öğrenciye değil, yanlış, tutarsız olan davranışa karşı çıkmalıdır .

Uzmanlık: Öğretmen alanının uzmanı olmalıdır. Öğretmen gerek “ne” öğreteceği, gerekse “nasıl” öğreteceği ve öğrencilerin öğrenmelerine nasıl yardımcı olabileceğini bilmelidir. Öğretmenin öğrencilerin gelişimsel özelliklerini bilerek onları iyi tanıması, ders konularını iyi bilmesi, değişik yöntem ve tekniklerden yararlanabilme becerisine sahip olması gerekir.

Öğretim hizmetinin niteliği dönüt, düzeltme, ipucu, pekiştireç, öğrenci katılımı, sevgi, hoşgörü, saygı, içtenlik, anlayış, demokratik bir ortam, biçimlendirme ve yetiştirmeye dönük değerlendirmeden oluştuğuna göre, öğretmenin de bu değişkenleri bilen ve uygulayan olması gerekmektedir. Bu tür niteliklerle donanık olmayan öğretmenin mesleki kıdem, mezun olduğu okul, dış görünüm, maaş vb gibi özellikleri ne olursa olsun, öğretim hizmetinin niteliğini istendik düzeye getiremez .

Öte yandan öğretmen, elindeki programın içinde kaybolmamalı, çocuğu ve yaşamı bütünüyle kucaklayıcı bir yaklaşımı olmalıdır.

Öğretmen öğrenmeyi, düşünmeyi ve araştırmayı öğretmelidir: Bilgi patlamasının yaşandığı bir çağda öğrenciyi bilgi deposu haline getirmek artık geçerliği olmayan bir çabadır. Çünkü Rogers’ın dediği gibi eğitilmiş kişi, nasıl öğreneceğini, nasıl uyum sağlayacağını ve değişeceğini öğrenmiş, hiç bir bilginin kalıcı olmadığının farkına varmış, yalnızca bilgi aramanın kalıcı olduğunu anlamış kişidir . Önemli olan bilgiyle sorunları nasıl çözebileceğini bilmektir. Bu da öğrencilere “öğrenmeyi” ve “düşünmeyi öğretmek”le olanaklıdır. İnsanlara her gün balık vermektense, balık tutmayı öğretmek gibi. Kitap ve diğer bilgi kaynakları sınırlı olan geçmişteki öğretmen “kaynak” durumundayken, bugünün öğretmeni “kaynak gösterici” olmakla yükümlüdür. Öğretmen, sorun çözmeyi öğretmelidir. Bu durum bilişim teknolojisindeki gelişmeler dikkate alındığında, sanıldığının tersine, öğretmenliği zorlaştırmış ve öğretmenliğin önemini artırmıştır.

Sayısız denilebilecek kadar çok bilgi kaynağından gelen bilgilerin tasnifi, değerlendirilmesi, bunların arasından birey ve toplum için en geçerli olanların ayıklanması işlemi de okullarda yapılmak durumundadır . Birey kendine sunulan duyuntu (information) yığını arasından işlevsel olanı seçmek için eleştirel bakabilmeyi öğrenmelidir. Ayrıca, bilişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler ve bunun eğitim teknolojisine eklenmesi, öğretmenin işlevlerinde önemli değişmelere yol açmıştır. Bunların farkında olabilmek ve gereğini yapabilmek bir uzmanlığı gerektirir.

Öğretmen, öğrencilerin daha iyi öğrenmelerine yardım edebilmek için çocuk gelişimini de bilmelidir. Gelişim görevlerini zamanında yapamayan çocuk akademik yönden de istenen oranda gelişemeyecektir. Dolayısıyla öğretmen, öğrencilerin gelişimini (bedensel, duygusal, bilişsel, toplumsal...) ve normalin sınırlarını çok iyi bilip, öğrencileri izlemesi gerekir. Gelişim ve sağlık sorunlarını, duraklamaları saptayıp ilgilileri zamanında uyarmalıdır. Bunun yanı sıra ilkyardım, görme ve işitme bozuklukları, diş çıkarma, bulaşıcı hastalık gibi durumlarda yapılması gerekenleri de bilmek durumundadır.

Öğretmen uzmanlığının sınırlarını aşıp, güvenli olarak öğretemeyeceği konulara girmemelidir.

Çağdaşlık: Öğretmen çağını kavramış ve geleceği yorumlayabilecek durumda olmalıdır. İçinde bulunduğu çağı kavramış ve gelecekteki olası toplumsal yapıları yorumlayabilecek bir öğretmen, geçmiş ve gelecek arasında, kendi toplumu ile dünya toplumları arasında köprü kurabilir.

Eğitimcinin yönü geçmişe değil, geleceğe dönük olmalıdır. Çünkü eğitim geleceğe yapılan bir yatırımdır. Yani bugünün ilköğretim sıralarında eğitmeye çalıştığımız öğrenciler ancak on, belki yirmi yıl sonra üretim, yönetim ve karar organlarına gelebilecek, üretim yapabileceklerdir. Öyleyse yirmi yıl sonrasını şimdiden yorumlayıp, tahmin edip, onların içinde yer alacakları koşullara göre hazırlanması gerekir. Bilişim teknolojisinin dayattığı küreselleşme öğretmenleri görüş, ufuk ve bilinçleriyle küresel düşünmeye zorlamaktadır. Ancak küresel düşünmek ulusal davranmaya engel değildir. Öğretmen öncelikle kendi ulusunun öğretmenidir, ulusal kimliği yetişen kuşaklara aktarmakla görevlidir. Ulusal değerlerden hareket etmedikçe evrensel uygarlığa katkıda bulunulamayacağı unutulmamalıdır. Bu düşünce “küresel düşün, yerel hareket et” sloganıyla ifade edilmektedir.

Çağdaşlığın göstergelerinden biri de karşılaşılan sorunların çözümünde bilimsel bilgiyi kullanmaktır.

Sağlık: Öğretmen sağlıklı olmalıdır. Sağlık, Dünya Sağlık Örgütü tarafından “bireyin beden, duygu, ruh ve toplumsal yönlerden tam bir iyilik hali” olarak tanımlanmaktadır. Sağlıklı ve dengeli olmayan bir öğretmen, öğrenci başarısızlıklarına ve eğitsel travmalara neden olabilir. Çünkü öğrenciler öğretmenin düşünsel tutumu, duygusal tepkileri, çeşitli alışkanlıkları tarafından etkilenmektedirler. Çoğu zaman öğrenci, öğretmenin anlattığı konudan çok, konuya yaklaşımına dikkat etmekte ve olayları yorumlama biçiminden etkilenmektedir . Sağlıklı ve dengeli kuşaklar için onların önüne konulan model (öğretmen) ideal olmalıdır.

Öğretmenin, öğretmenliğini etkileyecek derecede görme, duyma, ses kısıklığı gibi kusurlarının da olmaması beklenir.

Demokratiklik: Öğretmen demokratik olmalıdır. Yurdumuzda Atatürk’ün açtığı yolda demokrasi ilkelerine dayanan siyasal ve toplumsal bir gelenek kurmak amacıyla büyük bir çaba gösterilmekte, gerekli kurumlar kurulmaya ve geliştirilmeye çalışılmaktadır. Demokrasi, sadece bazı kurumları oluşturarak, yasaları demokratikleştirerek yerleşmez. Bu da gereklidir ancak eğitim düzeyi düşük ve demokrasi kültürü oluşmamış insanların önüne seçim sandıkları konularak, yasaları düzenleyerek de demokratik olunamaz. Demokrasi yaşanarak öğrenilir. Yurttaşlar “demokrasi için, demokratik biçimde” eğitilmelidirler. Bunun için öğretmenin demokrasinin temel değerlerini içselleştirmiş olması ve bunu sınıfta uygulaması gerekir. Demokratik ilkelere değer verdiğini yalnız sözleriyle değil, eylemleriyle de göstererek demokratik davranışın en güvenilir destekleyicisi olmalıdır.

Demokraside birey önemlidir. İnsanın bireyleşmesine özen gösterilir. Demokrasinin öğretisi (doktrini) özgürlüktür. Otoritesini akıl ile sağlar, yöntemi ise ikna etmektir.

İletişim becerisi: İletişim; güdü, algı, eğilim ve tutumlardan oluşan; duygu, düşünce ya da bilgilerin her türlü yolla başkalarına aktarılması süreci olup, iki ya da daha çok kişi arasında anlamların yaratılması, ortaklaştırılması ve paylaşılması sürecidir. Amacı alan ve veren arasında bilgi, düşünce ve tutum ortaklığı yaratmaktır. Öğretmen iyi bir iletişimci olmalıdır. Çünkü eğitim bir iletişim eylemidir. İletişim olmazsa eğitim olmaz.

İletişim, beyindeki anlamların, ses ve beden hareketleri aracılığıyla, taraflarca paylaşılması süreci olarak anlaşılmalıdır. Bu anlamda iletişim, eğitim öğretim etkinliklerinin amacına ulaşmasında önemli belirleyicilerdendir. Gündelik dilde kullanılan “öğrencinin seviyesine inmek” deyiminde de aslında bu anlatmaktadır. Öğrencinin “seviyesine inemeyen” (aslında çıkamayan!) öğretmen, öğrencisiyle iletişim kuramayan öğretmendir. Bu nedenle öğretmen Türkçeyi doğru ve güzel konuşmalı, öğrencilerin anlamını bildiği sözcükleri kullanmalı (ya da yeni karşılaşılan sözcüklerin anlamını açıklamalı), beden diliyle (jest, mimik ve hareketlerle) de gönderdiği iletileri etkili hale getirmeli, yani iyi iletişim kurmalıdır. Öğretmenin iletişimdeki başarısının empati kurmaya bağlı olduğu da unutulmamalıdır.

İşbirliği becerisi: Öğretmenin işbirliği yapabilme becerisi olmalıdır. Öğretmen, eğitim çabasının tek başına amacına ulaşmayacağını bilmelidir. Sınıf içinde öğrencilerle, okul içinde diğer öğretmenler ve okul müdürü ile, okul dışında veliler, ilköğretim denetmeni ve millî eğitim örgütüyle işbirliği yapması gerekmektedir. İşbirliğini, işbirliği yapma becerisi olanlar yapabilir.

Meslek ahlâkı: Öğretmen, meslek ahlâkının gereklerini yerine getirmelidir. Örneğin; öğrencilerine ait özel bilgileri onun izni olmaksızın başkalarıyla paylaşmamalıdır (bu bilgiler öğrenci ya da başkaları için tehlike yaratacak bir durumsa öğrencinin iznini alarak ailesine, ilgili meslek mensuplarına ve kamu yetkililerine açıklanabilir). Ya da içinde yaşadığı toplumdaki yerel değerleri paylaşmasa bile yerel değerlere saygılı davranmalıdır. Yine öğrencileri ile çıkar çatışması yaratabilecek menfaat ilişkisine girmemeli, öğrencisine para karşılığı özel ders vermemeli, pazarlamasını yaptığı herhangi bir malı öğrencisine satmamalıdır. Bu durum öğrencinin okuldan ayrılmasına kadar devam etmelidir.

Öğretmenin mesleğe adanmışlığı ve mesleki özsaygısı yüksek olmalı, sorumluluğu ağır olan bu mesleği yerine getirebilmek için coşkusu ve idealistliği olmalıdır.

Sonuç olarak, yukarıda sıralanan niteliklerin bir kısmı meslek ahlâkı ile ilgilidir. Bir kısmı da hizmet öncesi öğretmen eğitimi sırasında kazandırılabilir. Ancak yerleşmiş bazı kişilik özelliklerini değiştirmek oldukça zordur. Dolayısıyla öğretmen adayları hizmet öncesi eğitime alınmadan, “öğretmenliğe yatkınlık” testlerinden geçirilmelidirler.

İyi öğretmenin nitelikleri kuşkusuz değişik biçimlerde de sıralanabilir: Örneğin, Blair ve arkadaşlarına göre iyi öğretmen; mesleksel gelişmesini sağlayıcı davranışlar içinde olan, eğitim sürecini sürekli olarak değerlendiren, öğretmen öğrenci, öğretmen yönetici ve öğretmen toplum ilişkilerini geliştiren, hizmet içi eğitim programlarına katılan öğretmendir.

Takemura da geleceğe yönelik olarak şu niteliklere sahip bir öğretmen modeli sunmaktadır :

1. İyi bir ders tasarımcısı, çocuklara en iyi biçimde neyi, ne zaman, nasıl öğretebileceğini bilen,

2. Çocukların yanlış anlama zaaflarını bilen,

3. Çocukların düşünme modellerini anlayan,

4. Çocukların davranış oluşturma mekanizmalarını tanıyan,

5. Grup öğrenimi tekniklerini bilen,

6. Çocukların ilişki kurma yöntemlerini anlayan ve yönlendirebilen,

7. Teknolojik gelişmeleri yakından izleyip onları eğitim ortamına taşıyan,

8. Kendisini sürekli yenileyen bir ilgi ve isteğe sahip olan öğretmenler yetiştirilmelidir.

Yukarıda çeşitli yazarlar tarafından sıralanan niteliklerin birbirine yakın olduğu görülmektedir. Öte yandan bu niteliklere sahip, adeta bir “süper öğretmen” bulmak olanaklı değildir. Ancak bu bir ülküdür. Ülküsel olanı bilmek, insanların ona ulaşmak için çaba göstermelerini sağlar.

Öğretmen Rolleri

Rol, doğrudan tiyatrodan ödünç alınmış ve toplumsal bir sistemde davranışı konumlara bağlama düşüncesi taşıyan, tasarlanmış mecazi bir kavramdır . Rol, belirli bir toplumsal konumda bulunan bireylerden beklenen davranıştır. Öğretmenlik konumunda bulunan bireyin de bazı rolleri yerine getirmesi beklenir. Öğrencilere öğrenmeyi öğretmek, sevecen yaklaşmak, kötü alışkanlıkları olmamak vb.

Toplum, geleceği üretme görevini öğretmene vermiştir. Böylece öğretmen (iddialı bir anlatım olsa da) bir “insan mühendisi” olarak değer kazanmıştır. Bu görevde gösterdiği başarı, kendisinin ve öğretmenlik mesleğinin statüsünün yükselmesine neden olmuştur.

Öğretmen rolleri, sınıf içi roller ve sınıf dışı roller olarak sınıflandırılabilir. Woolfolk’a göre öğretmenin sınıf içi rolleri şunlardır :

Öğretim uzmanlığı: Öğretmen neyi, nasıl, kime öğreteceğini bilmek durumundadır. Bu da bir uzmanlık gerektirir.

Güdüleyicilik: Öğrenciyi derse katacak biçimde güdüleyecek, onun ilgisini çekecek önlemleri almalıdır.

Yöneticilik: Öğrencilerin bir grup olarak varlığı sınıfta yönetimi gerekli kılar.

Liderlik: Grup potansiyelini amaçlara ulaşmak amacıyla kullanır. Öğretmen aynı anda, bilirkişi, dedektif, ana-baba ve hedef olma durumundadır.

Rehberlik: Öğretmen öğrencilerin başarılı olabilmesi için onların kişisel sorunlarıyla ilgilenerek çözümünde yardımcı olmak zorundadır.

Çevre mühendisliği: Sınıfın nasıl kullanılacağına ve fiziksel çevrenin nasıl düzenleneceğine öğretmen karar verir.

Model olma: Öğrenciler öğretmeni model alırlar. Öğretmen, akıl yürütme biçimi, olayları algılayış ve yorumlayışı, kişiliği, edası ve kılık kıyafeti gibi bir çok yönden öğrencilerin öykündüğü kişidir.

Balcı öğretmen rollerini, öğrenme sürecindeki aracılık rolü, disipline edici rol, anne baba rolü, yargıçlık rolü, sırdaşlık rolü, orta katman temsilciliği rolü (öğretmen sınıfta orta sınıfın ahlâk değerlerini temsil eder), rol ediminde bireyselliği (öğretmenliğin özellikle sanat boyutu, öğretmenler arasında farklılaşmaya yol açar, davranış ve uygulama kalıpları farklılık gösterir), rol başarımında duyarlık ve deneyim etkeni olarak sıralamıştır.

Kazancı ise, öğretmen rollerini şöyle sıralamaktadır: Öğrenme işini yapar, öğrencilere rehberlik ve danışmanlık yapar, kültürün aracısıdır, okulun bir üyesidir, okulla toplum arasında bir aracıdır, öğrenciyi ve velisini motive edicidir, sınıfın yöneticisidir, her türlü davranış için bir örnek ve bir modeldir.

Öğretmenlik rollerinin bir kısmı sınıf dışına da taşmaktadır. Eğitimin önemini topluma duyumsatma, öğrencinin toplum içindeki davranışlarını izleme, yorumlama ve geliştirme gibi. Ayrıca toplumun kalkınması için değişme ve gelişmesine önderlik yapmak da öğretmenin “toplumsal değişim ajanı” olma rolünü oynamasını gerektirmektedir. Geçmişte özellikle kırsal kesimde buna gerek duyulmaktaydı. Günümüzde ise bilişim toplumu ve küreselleşmenin gereklerini topluma duyumsatma ve ulusal kültür değerlerinin savunuculuğunu yapma gibi ek sorumluluklar ortaya çıkmıştır.

Öğretmen, devletin eğitim düzeyi yüksek olup yurdun en ücra köşelerine kadar gönderdiği tek görevlidir. Bu eğitim düzeyindeki bir görevliden sadece sınıf içinde değil, sınıf dışında da yararlanmak gerekir. Bir aydın olarak öğretmen de “durumdan görev çıkararak“ toplum kalkınmasına katkıda bulunmalıdır.

Eğitimin Yasal Çerçevesi

1982 Anayasasının 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 24, 25, 26, 42, 58, 59, 128 ve 174. maddeleri eğitimle ilgilidir. Anayasa dışında, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu eğitimle ilgili temel yasalardandır. Bu yasalar özellikle eğitimin amaç ve ilkelerini düzenlemesi açısından önemlidir. Program boyutunda ise 1968 İlköğretim Programı’nın ortaya koyduğu “ilköğretimin amaçları” ile “ilköğretimin eğitim ve öğretim ilkeleri” yasal çerçeveyi çizmektedir.

Bunların dışında birçok yasa, tüzük ve yönetmelik eğitimle ilgili yasal metinleri (mevzuatı) oluşturmaktadır.

 

NOT: Bu yazı yazarın “Kuramdan Uygulamaya İlk Okuma ve Yazma Öğretimi” adlı kitabından alınmıştır.

You have no rights to post comments