Günümüzde her gün değişmekte olan dünya konjonktürü çerçevesinde ülkemizin maruz kaldığı tehlikeleri düşündüğümüz zaman, hiçte hoşnut olamayacağımız durumlarla yüz yüze kalacağımız gerçeği geçmişte olduğu gibi bugün de bizi karşılayacaktır. Çünkü bu yüce milletin dostlarından çok düşmanları mevcuttur. Ne yazık ki düşmanlarımızın her açıdan güçlü olmaları ve dostlarımızın zayıf olmalarından dolayı, bizden yana olmaları beklenen devletlerin sesi ve soluğu çıkamamaktadır. Bu durumda hep ülkemiz ve milletimiz için tuzaklar kuranların sanki haklı oldukları gibi bir izlenim oluşturmaktadır. Günümüzde güçlüysen ve zenginsen haklı olmak için çaba sarf etmene gerek yoktur. Haksız olduğunu sana hatırlatacak birilerini karşınızda göremeyeceğinizden ve diğerlerinin çıkarları gereği yanınızda olduklarını ifade edeceklerinden kendinizi sorgulamak gibi bir çabanızın olmasına gerek duymayacaksınız.

Bugün küresel dünyanın küresel aktörleri karşılarında kendilerine dur deme şansına sahip olabilecek toplum ve organizasyonlara kesinlikle izin vermeme gibi bir strateji belirlemişler ve bunu acımasız bir şekilde uygulamaya koymuş bulunmaktadırlar. İnsan hakları ve demokrasi söylemleri sadece onları bu maksatlarına ulaştırmak için kullandıkları argümanlardan birkaçını teşkil etmektedir.

Körfez bölgesinin artık herkes tarafından bilinen ve çok da gizli olmayan amaçlara yönelik olarak istila eden, kendi namus ve haysiyetlerini kurtarma tepkisi olarak  bu emperyalist güçlere sadece buğz etme adına tepki koyanları, çoluk çocuk yaşlı gence bakmadan işkence yaparak katleden bu zalimlerin elbette ki esas hedeflerinin başında Türk  Milletinin kurduğu ve yaşattığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır.

Küresel güçlerin üretmeyen ve sadece kendilerinin ürettiklerini yine onların istedikleri biçimde tüketen ve her zaman onlara muhtaç olmaları gereken kitleler istedikleri açıkça gözlenmektedir. Onların bu insanlığı hiçe sayan, kabul edilemez isteklerine gelecekte dur diyebilecek küresel bir güç olması beklenen ve şartların kaçınılmaz sonucu, mazlum milletlerin umut ışığı ve varlık sebepleri olacak olan yüce Türk Milleti olduğunu bilmektedirler. İsrail istihbarat servisleri yıllık değerlendirmelerinde Ortadoğuda olası ve muhtemel küresel güç olarak Türkiye ve İran’ın yükselen değerler oldukları gerçeği ifade edilmektedir. O zaman kendi menfaatlerine ve hedeflerine uyan esas gizli senaryolar da ise bu temel gerçeklik doğrultusunda şekillenmektedir. Günümüzde Türk Milleti ve Devletinin karşı karşıya bırakılmak istendiği ve her gün yaşamak zorunda bırakıldığımız sorunlar da, yine onların stratejik tezgah ve senaryolarının birer uzantısı durumundadır.

Bilindiği gibi son günlerde ülkemizde şiddetini artıran ve artık hedef gözetmeksizin toplumsal tedirginlik yaratmaya yönelik eylemlere girişen kimlikleri tarafımızdan çok iyi bilinen bu milletin düşmanlarına uşaklık yapan, vicdanları ve beyinleri satılmış terör örgütünün eylemleri ve bireysel de olsa toplumsal kargaşa yaratıp, düşmanlıkları çoğaltan münferit eylemler, esas olarak toplumsal gerginlikleri artırarak bu yüce milleti yutulabilir ve hizmetkâr tutulabilir kamplara ayırma hedefine dönüktür. Bu tür sansasyonel eylemler ne kadar başkalarına hizmet ediyorsa, İslâm inancını benimsemiş yüce Türk Milletinin mensubu olma şerefini ve hassasiyetini taşıyanların, tarihin her döneminde uğruna ölünen, bu coğrafyayı bize vatan yapan ve bu günde uğuna ölerek yeniden destanlar yazıp bire bin dirileceğimiz değerlerimizle pervazsız olarak alay edilip hakaretlere tabi tutulması, ülkesini ve milletini kesinlikle meccanen seven insanları her geçen gün daha fazla tahrik edenler de sonuçta yine aynı tür güçlerinin hizmetkârlarıdır.

Milli ve manevi değerlerimize yapılan psikolojik yıpratma ve karalama kampanyalarının, ayrılıkçı hain şer güçlerini rahatlatmaya dönük faaliyetler olduğunu biliyoruz. Gerçek yüzlerini ve emellerini gizleyerek Türk milletini ayakta tutan temel kurumlarını yıpratma politikalarının, aldıkları emirler ve çizilen senaryolar doğrultusunda yapılan organizasyonlar olduğu artık bizler tarafından da okunabilmektedir. Onlar açısından bu yüce Türk Milletinin mensubu olmaktansa küresel sermayenin ve küresel olduğu söylenen güçlerin uşağı olmak daha cazip gelmektedir. Ancak böyle bir durumun arka plânında daha başka ve bu millete duyulan kin ve nefretin ifadesi olan sinsi düşünenlerinin olduğu bilinmelidir.

Duyguları, düşünce ve ülküleri  aşağı yukarı aynı olması gereken ve milletini, yurdunu canından aziz bilen fedakar ve cefakar insanların bir araya gelerek bu düşünce ve duyguları birlikte paylaşıp yaşamlarından daha anlamlı ve hayırlı bir şey olamaz. Bu paylaşım birlikteliğinin vatan ve millet haini şer güçlerinin paralı ve makamlı uşaklarının dışında hiçbir şahsa ve kuruma zarar vermesi söz konusu bile olamaz.

Hiçbir şüphe olmamalıdır ki bu ortak değerler, Türk Milleti ve Türk Devletinin bekası ve geleceği açılarından olmazsa olmaz ve hayati öneme sahip olan değerlerdir. Bu değerlerin korunamaması nasıl ki bir milletin çöküşünü hazırlar ise, aynı değerlerin milleti meydana getiren bireylerde zaafa uğraması da, kimliğin kaybedilmesi ve şahsiyet zedelenmesiyle beraber sonsuz bir aşağılık kompleksine sebep olur. Sonuçta zaman ve zemin uyuşmasıyla beraber uşaklık duygusu kök salmaya başlar. Bu uşaklık duygusu benliği kuşatıp, ruhu köleleştirdiği zaman, emre itaat ve varlığının temeli olan öz değerlerine ihanet tek hareket tarzı olarak ortaya çıkar. Bu sahada yapılan faaliyetlerde daha başarılı olup bir adım öne çıkanlar, efendileri tarafından ödüllendirilirler. Bu da onlar için yal ve aba gibi gözüken semer anlamına gelmektedir. Bu ihanet ve itaat yolunda sırtları oldukça kalınlaşıp berkleşen bu binek hayvanları efendileri önünde dört elle yürümeye başlarlar.

Artık aktif yarışta biniciler de vardır ve binek hayvanını mutlak itaat ile yönlendiren gem onların elindedir. Binicisini daha az rahatsız etmek ve fazla yormamak için rahvan, tırıs ve dörtnala gibi yürüme ve koşma şekilleri vardır. Hiç şüphe yok ki bu özellikler binek hayvanlarını binicileri açısından daha değerli hale getirmektedir.

Peki, hunharca katledilmeye çalışılan bu değerleri yaşama ve yaşatma gayesi edinen kitlelerin durumu nedir? Böylesine yoğun ve sinsi bir sürü farklı şekillerde, yolumuzun geçtiği her köşe başında karşımıza çıkıp bizi adeta kuşatarak hareketsiz ve onlar açısından etkisiz bırakmaya ulaşanların tarafımızdan en ince detaylarına kadar bilinmesi gereken oyunları karşısında nasıl ayakta durup, kutlu yolumuza devam edebiliriz? Bu soruların cevabı tektir. Elbette ki birlik ve beraberlik halinde, aramızdaki sosyal sermayemizi yeniden inşa edip güçlendirerek, maddi ve manevi güçlerimizi bir araya getirip, yıkılmaz savunma hatları kurarak, varlık ve dirliğimizin vazgeçilmez norm ve değerlerini sosyal hayatımıza nakşedip yarım veya çeyreklikten bütünlüğe ulaşarak, her gün yeniden kurulan küresel dünyanın global güç odaklarıyla boy ölçüşerek etkin bir değişen rolünü oynayabilecek bilgi ve donanıma sahip olarak.

Bu yüce milletin onurlu evlatları olarak omuzlarımızda böyle ulvi bir sorumluluğun olmaması, bugün üzerinde hür ve bağımsız olarak yaşadığımız yerleri vatan haline getirmek için her karış toprağını kanlarıyla cömertçe sulayan ceddimizi üzecek, onların boyunlarını buruk bırakacak ve şüphesiz nefes almamızdan dahi rahatsız olan vatan ve millet haini köle ruhlu uşakları sevindirecektir.

Yolumuzun oldukça engebeli ve tuzaklarla dolu olduğu her gün karşılaştığımız yeni yeni senaryolardan anlaşılmaktadır. Senaryoları yazanların oyuncu bulmakta zorlanmadıkları ve bu gün birtakım makam ve mevkileri elinde bulundurup, bazen kendi inisiyatiflerine dayanan kararlarını ülke ve millet menfaatlerini göz ardı ederek, sadece ihtiras ve egolarını tatmin etmek için kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan idareciler var olduğu sürece bu zorluklar devam edecektir. Ama asla sonsuz değillerdir ve tarih önünde o değerlerini hiçe saydığı yüce milletin huzurunda hesaba çekilecekleri günler yaklaşmaktadır. Gün geçtikçe daha hırçın ve saldırgan olmalarının sebebi de budur.

Her zaman senaristlerin kurguları doğrultusunda olmasa da, gelişen ve değişen küresel dünyamızda emperyalist saldırı ve etkisiz hale getirme teknik ve taktikleri de aynı hızda değişip gelişmektedir. Artık düşmanın karşısına bire bir açıktan rakip olarak çıkıp, mücadele etme şekli de her zaman istenen başarıyı sağlamadığı için benimsenmemektedir. Tercih edilen taktik; düşmana cephe oluşturmadan, onun tarafındaymış gibi gözükerek belirlenecek zayıf noktalardan daha derinlere nüfuz ederek, içten dağıtma ve eritme taktiğidir. Buna aslında şeytan taktiği de diyebiliriz.

Bilindiği gibi inanan bir kişi ömrünü tamamlayıp dünyasını değiştirdiği zaman ve sorgu sual melekleri gelmeden önce şeytanın ondan daha önce vefat eden ve onun açısından özüne ve sözüne güvenilen birisi görüntüsünde gelerek; “yahu bak bildiğin gibi ben de senin gibi düşünüyordum ve müslüman olarak öldüm. Ancak çok işkenceler gördüm ve zor kurtuldum. Gel sen artık Müslümanlığı bırak ve benim çektiğim sıkıntıları çekme” gibi telkinlerde bulunarak kişinin inanç düzeyinin bir anlamda test edilmesini sağladığı ifade edilmektedir.

Bu gün benzer durumlarla karşılaşmaktayız. Çünkü bu tür telkinler yıkıcı propagandanın önemli silahlarındandır. Asıl niyetlerinin ortaya çıkmaması için oldukça inandırıcı ve kişisel menfaat ve maddenin daha çok önem kazanmaya başladığı dünyamızda rağbet gören kamuflaj malzemelerini olabildiğince kullanan ve kendi başlarına bir anlam ifade etmeyen bu piyonların; daha önce bizim gibi düşündüklerini, ancak daha sonra bu fikirlerin doğru olmadığını anladıklarını ifade etmeleri sadece uşaklık ettikleri efendilerinden sağĬadıkları kendi kişisel veya gerçekte ait oldukları yüce milletimizin can düşmanı şer güçlerinin menfaatleri ve stratejileri gereğidir.

Ancak şurasını açıkça ifade etmek gerekir ki; millî  kimliğine sahip ve esasında insanı insan’ı kâmil düzeyinde yücelten değer ve normlarına kavuştuğu bilgi ve donanım olarak güçlü olan insanların bu  tür hile ve oyunlara gelip aldanmaları söz konusu bile olamaz. Çünkü bu tür tuzak ve istihbari faaliyetler en iyi istihbarata karşı koyma tekniklerinden olan bilme şuuruyla aşılabilir.

Bir milleti daha kolay itaat eden, köle ruhlu küresel tüketiciler haline getirmenin yolu; o milleti millet yapan temel değerden uzaklaştırmak ve tarihi şahsiyetleri ile arasını açmaktır. Böylece milletin mazisiyle olan derin bağları koparacak ve artık tutunabilecek bir dalı olmayan bireylerin küçük bir esintiyle istenilen yöne çevrilmeleri mümkün olacaktır.

Büyük Atatürk’ün, Türk gençliğine hitabesinde vurgulandığı gibi, çok kritik dönemlerden geçiyoruz. Bu toprakları bize vatan yapan ceddimizin kemiklerini sızlatmamak ve onların ruhlarının gazabına uğramamak için, uyanık kalmak, yapılan senaryoların farkında olmak ve karşı tedbirler alarak şer güçlerinin emellerine ulaşmalarını engellemek zorundayız. Bu yüce milletin onurlu ve şahsiyetli bir ferdi olmaktan gurur duyan ve Atatürk’ün gençliğe hitabesinde nasihatlerde bulunduğu Türk gençlerinin bu sorumluluklarını yerine getirebilecek düzeyde yetiştirilmeleri gereği vardır. Türk gençlerinin eğitim ve öğretim almaları önündeki engellerin de, esasında bu sinsi politikaların masum ve bir gereklilik gibi gözüken uzantısı olduğunu vurgulamak istiyorum.  Bu hain odaklar, cahil ve geri bırakılan bireylere ve toplumlara daha kolay ve daha az bir masrafla nüfuz edebileceklerini bilmektedirler. Milli tarih bilinci verilmeyen ve kendi öz değerlerinden uzaklaştırılan nesillerin peşinden koşacakları en önemli değer, küresel sermayenin sunacağı fırsatlar olacaktır. Bu köleleşen bireyler için mili kültür, milli değerler ve milli tarih bilincinin fazla bir anlamı olmayacak ve zaman içerisinde daha da mankurtlaşacaktır.

Bu milletin evlatlarına gerçek tarih bilinciyle beraber tarihi şahsiyetleri doğru bir şekilde kavratılamadığı için, geleceğin ışık tutacak tecrübe ve deneyimlerden de istifade edilemedi. Ya fazla abartılarak hikâyeleştirildi veya illegal yollardan karalanarak gençlere takdim edildi. Aslında her iki uygulamanın hizmet ettiği maksat aynıydı. Köksüz ve milli tarih bilincinden koparılmış hizmetkârlar yetiştirmektir. Böyle yetiştirilen bireylerin oluşturacağı toplumları istenilen doğrultuya kanalize etmek çok zor olmayacaktır. Geliştirilen kitle iletişim araçları bunu daha da kolaylaştıracaktır.

Cumhuriyetin ilanı ve Atatürk’ün vefatından sonra bu ülkede siyasi otoriteyi ele geçiren güçler derinlemesine incelendiği zaman, bağlantılar kolayca ortaya çıkacaktır.  Bir millet demokratik yaşama kültürünü geliştirdiği zaman kolay kolay yıkılamayacaktır. Böyle toplumların yollarını aydınlatan değer, aklın ve bilimin evliliğiyle gerçekleşen hakikat güneşidir.

Günümüzde küresel güçler, kısacası kendi menfaatleri uğruna yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koymak veya kendi siyasi emelleri için topraklarına el koymak ve kendilerinin emirlerine almak istedikleri toplumları daha da radikalleştirerek onlara demokrasiyi götürmek gibi bir bahane ortaya atarlar. Dünya genelinde cereyan eden olaylar ve sonuçları bunu açıkça ortaya koymaktadır. Örneğin Ortadoğudaki zenginlik kaynaklarının elde edilmesi ve yönetilmesi gibi bir hedefin gerçekleştirilmesi için azınlığın çoğunluğu diktatörce yönettirerek bir Saddam Hüseyin’e ihtiyaç vardı ve bu kişi yine o güçler tarafından desteklenerek yetiştirildi ve en sonunda Kuveyt’e saldırtıldı. Arkasından da bahane oluştuğu için Irak’a müdahale edilerek tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el konulmakla beraber, daha sonraki yıllarda da civar ülkelerde aynı senaryoların uygulanmasına zemin hazırlanmış oldu. İran siyasi tarihi incelendiğinde aynı durum gözlenecektir. Şah Rıza Pehlevi yönetimindeki İran büyük bir silahlanma yarışı içerisindeydi ve bu güçler açısından sorun olabilirdi. Bu yüzden dini hassasiyetler iyi işlenerek Humeyni gibi bir molla lider yetiştirilerek desteklenip korundu ve şah yönetimi bertaraf edildi ve İran toplumu daha da radikalleştirilerek bugün artık onlara da müdahale edilmesi gereğinden bahsedilmeye başlandı.  Bütün bu olup bitenler sadece uzun vadede gerçekleşmesi plânlanan senaryoların uygulanmasından ibarettir. Eğer dünya genelinde gerçekleşen global olaylar doğru değerlendirilirse, karşı ve doğru politika ve stratejiler geliştirilebilir. Aksi halde sıranın kime ve niçin geleceği ile ilgili bilgi edinilemeyeceği gibi, gerekli tedbirleri de alamazsınız.

Şu ana kadar anlatmaya çalıştığım sebepler, madalyonun sadece bir yüzeyini kapsamaktadır. Diğer yüzeyinde ise daha başka ve belki de daha baskın değişkenler bulunmaktadır. Buradaki değişkenler de daha çok skolastik felsefe ile ilgilidir. Çünkü yaptığınız ve yapacağınız faaliyetlere dini bir gereklilik koyamaz iseniz, yaratılış gereği psikolojik bunalımlara düşersiniz. O zaman bunun bir diğer adı da medeniyetler ve dinler arası çatışmadır.

Küresel güçler hedeflerini gerçekleştirmek için yeni psikolojik savaş teknikleri geliştirmektedirler. Gri psikolojik savaş ve yıpratma tekniği de bunlardan birisidir. Arkasından gelecek olan ise artık kırmızı psikolojik savaş taktiğidir. Sıkça seslendirilen dinler ve medeniyetle arası diyalog işte bu tür faaliyetlere çok anlamlı bir örnek teşkil etmektedir. Eğer diyalog bir yakınlaşma ve uzlaşma zeminini oluşturuyorsa, mevcut durumdaki daha zıtlaşma ve ayrışma neyin ifadesidir? Emperyalist küresel güçler karşı tarafın ve değerler sistemi karşı tarafla uyuşan diğerlerinin olaya müdahil olmalarını engellemek için saldırılarının bu boyutunu gizlemek zorundadırlar. Kullanılan en etkili araç ise şüphesiz medyadır. Bu sancıları yaşayan çoğu ülkedeki medya kuruluşları bu küresel güçlerin elinde olup, kesinlikle milli değildir. Bunlara verilen görev; halkın uyanarak cereyan eden olay ve olguları doğru yorumlayıp, karşı tedbirler alması için siyasi otoriteyi zorlamalarını engellemektir. Çünkü bu ülkelerdeki siyasi otoriteler de yine bu namus ve haysiyet adına neleri varsa satılmış plan hainler  tarafından belirlenmektedir.

Gençlerimizin milli tarih bilincine sahip olmamalarının ülkemizin geleceği açısından önemli bir sorun oluşturacağından bahsettim. Geçiniz milli tarih bilincini, günümüzde cereyan eden ve dünyanın geleceğini belirleyen güncel ve küresel olaylarla ilgili gerçekler de anlatılmamaktadır. Televizyonlarda birkaç açık oturum dışında gençlerin bilinçlenmelerine yönelik herhangi bir program yoktur. Var olan programlar; Türk Milli Benliğini sabote eden, bu toplumu ayakta tutan kültürel değerleri ve aile kurumunu yozlaştırma maksatlı programlar bir biri ardı sıra gösterime sokulmaktadır. Bu programlar gençlerimizi dünyada gerçekleşen olayları doğru yorumlama yerine, fuhuş, içkiye, kumara ve suça teşvik etmektedir. Adı ne olursa olsun işlenen suç ve cinayetlerin arkasında bunlar aranmalıdır. Bu sinsi faaliyetleri organize edenler, Allah korusun, başarılı olursa, adım adım millet olma özelliğini kaybeden milletimiz, diğerleri açısından fazla bir tehlike arz etmeyen amaçsız, başıboş kalabalıklar haline gelecektir. Gerçeklerin çok cılız, renksiz ve soğuk kaldığı ortamlarda yalanlar daha canlı, daha renkli, daha heyecan verici ve daha albenili olarak sunulduğu için gençlerimiz onlara doğru yönlendirilmektedir. Bu çok boyutlu psikolojik ve diğer tüm savaş tekniklerini içeren senaryoları sezip, toplumu bilinçlendirmeye çalışanlar da acımasız ve kalleşçe bir karalama ve yıpratma saldırılarına hedef olmaktadırlar. Irakta Amerikan ve İngiliz askerlerinin masum insanlara uygulamış oldukları insanlık dışı muamelelerin yine kendi askerleri tarafından kaydedilerek dünya medyası kanalıyla yayınlattırılması da psikolojik bir yıldırma ve tamamen hiçbir tepkide bulunmadan teslim olma duygusunu geliştirme çabasıdır. “Aman ya bana da öyle yaparlarsa”  diye bir kaygıdan dolayı her şeye boyun eğdirme politikasıdır. Bugün ülkemizde bana göre Türk Milletinin temel değer ve normlarına fütursuz ve insafsızca yapılan saldırıların bir sonucu olarak işlenen bir cinayet sonrası yapılanlar da aynı merkezlerin stratejilerinin başka versiyonlarıdır.

Türk Milliyetçileri kıyıma uğratılmakta ve ayrılıkçı figürler taşıyan kişiler ödüllendirilmektedir.  Yüzyıllar boyunca İslâm’ın bayraktarlığını yapmış ve övgüye mazhar olmuş Türk Milletinin İslâm inancıyla bütünleşen bu Türklük olgusunun vurgulamaya çalışmış şer odaklarıyla beraber, İslâm-i kisve altındaki bazı guruplar tarafından da adeta reddedilmesi ve karalanması oldukça düşündürücü ve bir o kadarda araştırılmaya değer bir vakadır.   Bu yüce milletin içeride olduğu gibi dışarıda da geleceği ile ilgili stratejik hedefleri vurulmuştur ve vurulmaya devam edilmektedir. Ülkemizde yaratılan suni gündemlerin bu gerçekleri gizlemek için oluşturulduğu gerçeğinden hareketle, gerekli tedbirler alınmalıdır. Aç, açık ve cahil bırakılarak yok edilmek istenen bu milletin yeniden şahlanıp, bütün bu haksızlık ve saldırılara dur diyecek potansiyel değerlerinin mutlaka harekete geçirilmesi gerekmektedir.     Ülkemizin sorunları ile ilgili herkesin bir şeyler yapmasının gerektiğine inanıyorum. Temelde bu yüce milletle kendince hesabı olan ve bunu da adeta kucağımıza oturmuş sakalımızı yoluyor özdeyişinde olduğundan daha ileri giderek gırtlağımızı kesmeye uğraşan, sabır ve hoşgörümüzü adeta zorlayan bir Ermeni vatandaşımızın onaylamadığımız bir şekilde öldürülmesi sonucunda sokağa dökülerek bu vatana bayrağa ve Türk Milletine hakaret edildiğini görüyoruz. Bu gerçek; Ermenilerin iddia ettikleri gibi Türkler inançları ve kültürlerine bağlı olarak hiç kimseyi katletmediklerini göstermektedir. Çünkü anlaşılıyor ki öldürüldüklerini sandıkları Ermeniler meğerse şu ana kadar İstanbul da yine bizim kucağımızda saklanıyorlarmış. Cenaze seramonisinde bu durum açıkça görüldü. Herhalde artık böyle bir iddiada bulunamazlar.

Aslında bütün bu olup bitenler geçmişe olduğu gibi günümüzde ve gelecekte de bu yüce milletin şahsı manevisine ilahi kudret tarafından yüklene misyonu devam etmektedir. Bu misyon insanlığın ve mazlumların kurtuluşudur. Bütün mesele bunun farkında olarak kendi öz benliğimize dönüp, milli ve manevi değerlerimizin ışığında aklın ve ilmin rehberliğinde geleceğe dönük daha kararlı ve emin adımlar atmaktır.

 

You have no rights to post comments