İnsan birlikleri, insan toplulukları, toplumlar; ekonomik, kültürel, ulusal, dinsel, etnik vb. olgular/kavramlar çevresinde birlikte yaşamaya çalışan, istençli olmayan, zorunlu bireyler birliğidir. Birey, benzeri olmayan, biricik olan, bu özelliklerini özgürce yansıtan, yaşatan, geliştiren insan tekine denir. Günümüzde ise birey, örgütlü insan olarak tanımlanır. Birçok örgütte etkinlik gösteren insan teki, gerçek, gerçekçi birey olarak değerlendirilir.

Birey ancak örgütü/örgütleri aracılığı ile kendini geliştirebilir, örgütleri aracılığı ile kendini yenileyebilir, örgütleri aracılığı ile kendini savunabilir, koruyabilir.

Örgütsüz toplumlarda, bireyler, tek başına, savunmasız, çaresizdir. Sürekli bir yenilgi tinselliği, sürekli bir bunalım, sürekli bir yıkım, sürekli bir korku, sürekli bir yalnızlık, sürekli bir uyumsuzluk, sürekli bir hastalık, sürekli sorun biriktirir, sürekli bunları yaşar ve yansıtır. Birey mutsuzdur. Birey, gerçekte bireycidir ve yeterince bilinçle toplumsal değildir. Sürü davranışını egemen olduğu bu tip insan birliklerinde özgün kişiliklere karşın, yüksek baskılı ve kültürlenme ağırlıklı yoz bir burjuva demokrasisi egemendir. Bu tür toplumlarda, örgütlerde, bu sürü davranışını pekiştirerek, insan tekleri öldüren makinelere dönüştürülebiliyorlar. Yıkıcı bir yapının parçaları duruma gelen insan tekleri, bireyin toplumsal örgütlülüğüne dönük değildirler. Bireyliklerini feda eden bu kişiler, varlıklarını da bu tür örgütlenmelere bağlarlar. Bu kişilerden oluşan örgütler, çıkar gruplarının, tarihsel, ekonomik, kültürel, siyasal gereksemelerine koşut işlevden işleve koşturulurlar.

Örgütlü bireyin, örgütlü olarak toplumsal yaşama katılımı, etkisi ile demokrasi, demokratik toplum, toplumsal demokrasi gerçekleşir. Ancak, örgütün niteliği de demokrasinin varlığı, içeriği, gelişkinliğini belirler. Bireyin demokratik, istençli daha ötesi ve önemlisi derinlikli bir bilinçle örgüte katılması, örgütlenmesi örgütün de demokrasinin de niteliğini belirler. Yukarıda andığım birey olmayan insan teklerinin oluşturduğu örgütler, bireyi de, demokrasiyi de, toplumu da sürüleştirirler. Sürülerden oluşan demokratik kitle örgütlerinin ürettiği demokrasilerde sürü demokrasilerine dönüşür. Ancak bunlar bilinçli olarak yaratılan yapılardır. Biçimi demokrasi, içeriği diktatörlük olan toplumların tümünde bu tür örgütlenmeler birer sanal demokrasi yaratır.

  • Oydaşmacı Demokrasi Modeli,
  • Temsili Demokrasi
  • Parlamenter Demokrasi
  • Çok partili demokrasi
  • Tek partili demokrasi
  • İki partili demokrasi
  • Çoğunlukçu demokrasi
  • Doğrudan demokrasi
  • Batı tipi demokrasi gibi adlarla, hem gaddar sömürgenlerin ülkeler çapında, hem de yerküre ölçeğinde yalana aldatmaya dayalı kolay yönetim, sorunsuz sömürüyü gizleme ve sürdürme aracı olarak kullanılan bir karmaşa dolu kavramdan başka bir şey değildir. Sınıflı toplumlarda biçimi, şiddeti, içeriği, sınırları sık sık değişen yukarıda anılan burjuva demokrasileri, temel niteliğini, ekonomik değerlere sahip olanlar ve olmayanlar olarak toplumsal üretimde işlevine göre ayrımlanmış, sınıf adlı, toplumsal ulamlardan alır.

Westminster Modeli Demokrasi,

Görece üretim-dağıtım-tüketim sürecinin yüksek kazanç sağladığı dönemlerde, ekonomik işleyiş gereği, süreçten kazanç sağlayanların devlet aygıtının zorunu gevşeterek, yanıltıcı bir demokrasi görünümü yayarlar. Bu görünümü süsleyen siyasal partiler (birbirinin benzeri amaçlı), seçimler, denetlenen, güçsüz demokratik örgütlenmeler, sınırlı, seçili düşünce açıklama, yayma özgürlüğü vbg. Her an, baskıcı, kıyıcı, ezici, dağıtıcı bir yönetim biçimine geçecek denli, siyasal, kültürel, programatik, hukuksal ve bunların zora dayalı uygulanması için silahlı güç örgütlü ve hazırdır.

Kimi zaman, 12 mart ve 12 eylülde olduğu gibi bu görece, geçici demokratik koşullar ya da demokrasi, uluslararası para-egemen güçler ile ülkelerdeki uzantılarının çıkarları doğrultusunda askıya alınıp, tam tersi, yıkıcı, ezici, dağıtıcı yönetsel yapılara geçebilirler. Hatta çoğunlukla geçerler.  Bu açımlamalara örnek ülkeler, ekonomik gelişkinlik, siyasal, ekonomik bağımlılık ilişkileri ile benzer ülkelerdir. Benzer koşulları yaşarlar, örneğin, Yunanistan, Türkiye, Şili, Arjantin en yakın ve bilinen örneklerdir.

Bütün bunlardan sonra denebilir ki, demokrasi, bir denge durumunun, toplumsal yaşamın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel alanlarda sınıfların yönetsel durumuna verilen addır. Ekonomik süreçte yer alan güçlerin (üretenler ve yönetenler) güç gösterileri ve uzlaşmayan çıkarları doğrultusunda karşılıklı verdikleri uğraşların denge durumuna geldiği dönemlerde, çok uzun sürmese de, gerçekten bir demokrasiden söz edilebilir. Diğer yandan, küresel ölçekte sömürgen güçlerin, merkezlerinin bulunduğu topraklarda, sınıfsal çatışmayı istemediklerinden, görece-geçici olarak doğup, kanla, acıyla, sömürüyle oluşturdukları sermaye birikimlerini uzak topraklara taşırken, doğdukları ve yönettikleri topraklarda, rahatça plan, program, tasarı, düşünce üretmek için demokratik bir işleyişe sınırlı olanak tanırlar. Batı tipi denilen demokrasi buna örnektir. Günümüzde küresel sermaye kimi (kriz, daralma vb.) etkenlerden ötürü bundan vazgeçtikleri son yasa ve uygulamalarla, Almanya, İtalya, Fransa’da görülmektedir. Direnen, eğitim, sanayi kafa ve kol emekçileri ciddi bir direniş gösterirlerse, sermaye içinde kendi topraklarında çatışma şimdilik küresel ölçekteki adımlarını sekteye uğratırsa saldırılardan vazgeçebilirler. Olanakları yoksa saldırıları şiddetlendirebilirler. Bu tutumlar birçok olguya bağlıdır. Amaçları salt doğasal dengeyi koruma amaçlı doğa koruyucu örgütlenmeleri bile en sert şekilde cezalandıran, saldıran, yasaklayan en gelişkin olduğu söylenen batı tipi demokratik ülkelerdir. Çünkü yeşiller, Greenpeace gibi örgütler kimi zaman, kanlı, kirli, gaddar, amansız sermayenin kazanç alanlarına müdahale edip teşhir ettiklerinde, çok sert ve örgütlü karşı saldırılarla karşılaşmaktadırlar.

Denetimsiz (serbest-liberal, özgürlükçü ekonomi) oligarşiler, son derece büyük ekonomik- politik güce sahiptirler ve daha fazlasını istemekteler. Tekeller en yüksek düzeyde kazanç arayışları nedeniyle tüm devlet aygıtının organlarına sürekli, aralıklarla müdahale etmekteler. Seçilmişler (meclis- belediye meclisleri) sürekli bu baskılar altındadır ya da bu işlevleri görev bilerek gelmektedirler. Günümüzde bizzat oligarşinin açık temsilcileri meclislerde yer almaktadırlar.

Günümüzde emperyalistler ve ülkelerdeki uzantıları, sınıfsal, ulusal, ırksal, etnik, dinsel çelişkileri  ya oluşturarak ya da geliştirerek derinleştirerek, görece demokrasileri çıkarları doğrultusunda biçimlendirmekteler. Zaman zaman birini, zaman zaman diğerini öne çıkararak kazanç durumlarına göre en kanlı biçimlerde de olsa gündemde, güncelde tutmaktadırlar. Özel mülkiyete dayalı ve özellikle bağımlı ülkeler bu kanlı gündemleri en çok yaşayanlardır.

“En uygun koşullarda gelişmesi koşuluyla, para-egemen toplumlarda az çok tam demokrasi vardır. Ancak, bu demokrasi her zaman, kapitalistlerin sömürü için, onlar tarafından konular dar sınırlar içine hapsedilmiştir ve bunun sonucu olarak gerçekte her zaman azınlık için, yalnızca belirli sınıflar için, yalnızca zenginler için vardır.”

Tüm kitle haberleşme araçları, bu gerçeği ya da bu yanılsamayı gizlemek ya da aldatmak amacıyla işlev görürler.

Demokrasi erk biçimlerinden biridir. Diktatörlükten demokrasiye geçiş ya da tersi bir erk etme, yönetme, iktidar kullanma biçiminin iki yüzünden biridir.

Seçim yanılsamaları ile soyut bir halk, millet egemenliğinden söz edilir.

Bu nedenle, bunlara bağlı olarak demokrasi şöyle tanımlanmaktadır : “demokrasi azınlığın çoğunluğa tabi olmasıyla aynı değildir: Demokrasi azınlığın çoğunluğa tabi olduğunu kabul eden bir devlet biçimidir.”

Öz olarak demokrasi bir baskı aracıdır.

Demokrasi anti demokratik, savaşçı, kıyıcı, yıkıcı güçlerin kolay, denetleyici, aldatıcı bir aracıdır. Kuzunun kurtla, ezenin ezilenle, yoksulun zenginle, yıkanın kuranla, üretenin üretmeyenle bir arada gerçeği görmeden, çatışmadan yaşamasını sağlayan bir sanal gerçeklik yaratan etkinlikler bütünüdür.

Bu bölümü, demokratik Türkiye talepleri ile çınlatan güçlerin ve bu güçlerle işbirliği yapanların gerçekte bilinçli bilinçsiz gizledikleri tam demokrasinin taraflarının bölünmesi, parçalanması, oyalanması, uyuması, fark etmemesi ve sömürüsünün katlanarak sürdürülmesi amaçlıdır. Demokrasiyi sağlayabilecek tek güç, düşünsel, düşsel, fiziksel üreten güçlerdir;  kafa ve kol emekçileridir. Ancak, Türkiye’de, demokratik Türkiye istemini isteyenlere baktığımızda, dinsel özgürlük, etnik özgürlük, mezhepsel özgürlük gibi demokrasinin temel düşmanı alanlarda özgürlük istemekteler. Çünkü bu alanlar, insanın, emeğin, bilincin önündeki en güçlü, tarihsel, köklü engellerdir.

DEMOKRATİK EĞİTİM

Yukarıda tartışılan demokrasi kavramı bağlamında tartışılan eğitimde demokrasi ya da demokratik eğitim olgusu da ancak, yukarıdaki çerçevenin bir bileşeni olarak anlaşılabilir.

Demokratik eğitim, demokratik dengeyi kendi lehine bozan güç için vardır. Demokratik eğitim, demokrasi dâhil, tüm düşünsel, fiziksel, düşsel alanlarda, hemen hemen savaş dışında her şeyi üreten güçlerin, eğitim olgusundan yeterli ölçüde pay alabilme istemi ile yaptığı çok ilişkili bir uğraşın adı ve sonucu olabilir. Bu güç, eşit fırsatlar ile ülkedeki ve yerküredeki eğitim süreçlerinden yararlanmayı sağladığı ölçüde vardır. Ancak, ülkemizdeki eğitim süreçlerine, dönüşümlerine, değişimlerine bu değerlendirmeler ışığında baktığımızda, görülen, eğitimde özelleştirme, özel eğitim kurumlarından yararlanma olanakları, yararlanma ölçütleri ve yararlananlar ile uluslar arası eğitim olanaklarından yararlananlar ile yararlanamayanlar gözlendiğinde aynı sınıfsal karşıtlığın en çarpıcı, en insafsız, en eşitsiz boyutlarını görebiliriz. Ancak, demokratik Türkiye ve demokratik eğitim talebinde bulunanlar, bu temel gerçeği sürekli ve düzenli gündemde tutup bilinçlere taşımak yerine, din eğitimi, eğitimde din, Kürtçe eğitim, anadilde eğitim, çok dilli eğitim, azınlıklara dinsel eğitim olanakları gibi istemleri öncelikli olarak gündeme taşıyarak temel gerçeğin gizlenmesini sağlamaktadırlar. Sanki dinsel eğitim, anadilde eğitim olanağı sağlansa bile, sömürülen ama üreten sınıf hangi din ve etnik kimlikten olursa olsun eğitimden eşit olanaklarla yararlanacakmış gibi.. Kuşkusuz hayır yararlanmayacak; onlara dinsel, etnik, mezhepsel özgürlük sunarak, eğitim sürecinin en geri, en az teknolojik; en az öğretmenli, en az okullu, en soğuk, en kirli, en parasız, en uzak koşullarda sözde eğitim koşulları sunulacak. Böylece, geniş, yoksul, üreten halk çocukları gerçek demokratik mücadele yolu ve yönteminden uzak tutulacak, sömürü sürecek, bilinç geliştirme olanakları daha da kısılacaktır. Bütün bunlar da demokrasi sözcüğünün en sık kullanıldığı ve en kanlı dönemlerde istem olarak gündeme getirilerek krizden krize giren ekonomik sisteme bir çare olarak sunulacak.

En yüksek bilim kurumları, bilim adamlarından temizlenerek, üniversiteler 12 eylül 1980’den beri çeşitli yasalarla ve kısıtlanan olanaklarla bilim üretmekten uzaklaştırılarak,  sözleşmeli, ücretli, kadrolu öğretmenlik uygulamaları ile eğitimi bir dizge olmaktan çıkarıp bir kaos ortamına sürükleyerek, kamunun en verimli, güzel alanlarını özel üniversite ve özel ilköğretim-lise kuruluşlarına ücretsiz sunarak, kamu okullarında, su, ısınma, kırtasiye, eğitim teknolojisinin giderlerini yoksul insanların üzerine yıkarak, dinsel, etnik, mitsel öge ve anlayışları geliştirerek bunları demokrasi, demokratik eğitim olarak sunulması da demokrasinin, demokratik eğitimin, eğitimde demokrasinin ne olduğu konusunda ciddi bilgiler, görünümler sunmaktadır. Eğitim sendikaları ile sağdan soldan, en az eğitim ile en çokta eğitim dışı, demokrasi mücadelesini ve mücadele bilincini saptıran alanlarla ilgilenerek, demokrasinin nesnel ve zorunlu tarafını aldatma, dağıtma sürecine katkı sunmaktalar.

Bilimsiz kılınmaya çalışılan bir eğitim dizgesinde, demokrasi olsa ne olur? Demokratik ama bilimsiz üniversite, demokratik ama bilimsiz lise, demokratik ama özel okullar, demokratik ama dinsel eğitim, demokratik ama etnik eğitim…

Böyle bir eğitim öğretim sürecinden geçen insan toplumları kaos dolu bir ortamda, olsa olsa demokrasi bilinci ve uğraşından habersiz ilkel duygu, duyumlar peşinden koşan sürülere dönüşür.

En kolay, en uzun erimli, en sorunsuz sömürü de böyle toplumlarda gerçekleşir.

Küresel sermayenin istediği, üzerinde at oynattığı, her yanına girip çıktığı istediği biçimde yönlendirdiği böyle toplumlardan olsa olsa savaştırılacak savaşçılar çıkar. Ne için, nereye kadar, kiminle, kime karşı savaştığını bilmeden ölen, öldüren savaş araçları çıkar.

Büyük Ortadoğu projesi ile Türkiye oynaması için verilen rol ve rolü oynamasını sağlamak için yapılan her türlü çaba, hep demokrasi kavramı etrafında dönmektedir. Bir taşla çok kuş vurmak olan bu süreçte, bir yandan demokrasinin gerçek yaratıcıları, demokratik istem ve bilinçten uzaklaştırılmakta, birlikte olma olanakları daraltılmakta: diğere yandan da BOP’un gereksindiği savaşçılar olarak hazırlanmak istemekteler.

Demokratik eğitim ve demokratik Türkiye öncelikle bu BOP ve BOPcuların plan, program, tasarı, eylem, düşünceleri ile yandaşlarının çok yönlü olarak devre dışı bırakılması ile olanaklıdır. Bu da çok yönlü, bilinçli, örgütlü ve öncelikle demokrasinin gerçek ve nesnel tarafı olanların her türlü sanal ayrımdan kurtulup bulunmaları gereken alanda el ele tutmaları ve yüzlerini gerçeğe dönüp, adımlarını o yöne doğru bilimin yol göstericiliğinde atmaları ile olanaklıdır. Geriye kalan tüm çaba, söylem, deyiş, düşünce, düş, tasarım boş, anlamsız, yalan, aldatıcı, oyalayıcı ve yıkımlarla doludur. Ülkemiz bu yıkımlara gebedir. Temel gerekçesi de bu demokrasi aldatmacası adı sürdürülen bop süreci ve bu sürece su, güç, kaynak taşıyan kimileri bilinçli, çoğunluğu bilinçsiz kurum, kuruluş, örgüt, birey, aydınların bilim dışı, çıkarcı, küçük, ahlaksız, kanlı düşünce, eylem ve tutumlarıdır.

25 Ekim 2008, Radikal Gazetesi’nden Perihan Mağden’in yazısı ile neyin demokrasi olduğuna/olması gerektiğine ilişkin yukarıda söylenenleri kanıtlar nitelikte aldatıcı, yanıltıcı oldukça güncel, yeni bir örnek..

“(…)

İstiklâl Marşı’nın sözlerini değiştirebiliriz.

Aleviler’e Diyanet bütçesinden hak ettikleri payı verebiliriz.

En göze batan gastemizin bu iliğine/kemiğine siyaseten yanlışçı sloganını alıp Tarih’in Yanlışlıklar Çöplüğüne fırlatıp atabiliriz.

(…)
Diyelim bunlar (bence) çok küçük, çok temel, çok insani, çok gecikmiş, çok mühim adımlar.

Tabii benim söylediklerim ÇÖZÜME YÖNELİK şeyler.

Türkiye Cumhuriyeti’ne demokrasi sınıfında sınıf atlatacak şeyler.

Bizi Muasır Medeniyet Demokrasisi seviyesine taşıyacak şeyler.

“YOK! Bunlar yapılmaz” diyorsanız (ki, diyorsunuz) oturun aşağı.

Kapayın çenenizi”

Bu ve benzeri gazeteci, yazıcı, yorumcular, ya demokrasiyi bilmiyorlar ya da bilinmesini istemiyorlar.

Son olarak, Nazım’ın şiiri dönüşterek şöyle diyebiliriz

Gülüm…

Ya ülkemizi yıldızlara taşıyacağız

Ya ülkemize inecek ölüm.

You have no rights to post comments