Herkes aynı fikirdeyse kimse yeterince düşünmüyor demektir.

Mevlana

12 Eylülcü paradigma Türkiye’de ideolojinin, farklı düşünmenin, hatta siyasetle ilgilenmenin kötü bir şey olduğunu topluma, özellikle gençliğe yerleştirmiştir. Sonradan gelen güya sivil, seçilmiş ve sözde demokrat hükûmet ve yöneticiler de bu paradigmayı sürdürmüşlerdir. Tıpkı koyun sürüsünün nerede otlamak istediği konusunda fikir beyan edememesinin çobanın işini kolaylaştırması gibi, yurttaşların özellikle büyük talepleri olan gençlerin bu şekilde siyasetten uzak tutularak yönetilmesi de, bir bakıma, yöneticilerinin işini kolaylaştırmıştır. Geleneğimizde vardı, çoban tipi yönetici, değiştirmekte zorlanıyoruz.

12 Eylülcü çoban-sürü düzeninde yöneticilerin işi kolaydır. İyi bir düzen kurmuş olanlar da hep kazanır. Düzenini iyi kuramayan, sonradan uyanan ve “tezgâh açmayı” beceremeyenler ise hep kaybederler. Farklı düşünceler olmadığı için farklı açılım ve talepler de olmaz. Toplum yerinde sayar ya da sürekli kaybeden memnuniyetsiz kitle iyi tartışılmamış da olsa yeni düşüncelerin peşinden sürüklenir.

Oysa kitlesel talepler aynı zamanda itici bir güç oluşturmakta, demokrasiyi toplum tabanına yaymakta ve sanıldığının tersine yöneticilerin sorumluluğunu azaltarak işlerini kolaylaştırmaktadır. Demokratik bir zeminde kalkınmak daha kolaydır. Siyasallaşmış toplumlar uluslararası ilişkilerde güçlü ve etkili olurlar. Gençliği siyasetten uzak tutmanın bedeli ülkenin milli güçlerinden biri olan psikolojik-moral gücün zayıflaması veya atıl kalmasıdır.

* * *

Atatürk 1936’da SSCB’nin bir gün çökeceğini, hazırlıklı bulunulmasını ve SSCB hâkimiyetindeki kardeşlerimizle ilişki kurmamız gerektiğini söylemişti. Aslında söylemeye bile gerek yoktu. Doğal olarak bu ilişki kurulmalıydı. Atatürk söyleyerek jeopolitik derinliğini göstermiştir. Atatürk’ten sonra bu ülkeyi “bismillah” der gibi ağzını her açışta “Atatürk” diyen zevat yönetti. Ne güzel! Ama 1990’da SSCB dağılınca gördük ki biz oradaki Türk dünyasına çalışmamışız, çok yabancıyız dahası haberdar değiliz. Sağcılar onlara ilgi gösterdiklerinde “ırkçı, faşist” diye damgalanmış, solcular “solcu milliyetçi olmaz” mankurtluğuna uğratılmış, hepsinin ağzına biber sürülmüş. Söz aramızda bu uğurda idamı göze alan yiğit aydınlar da çıkmamıştır. Öte yandan Rusya’nın ve Batı’nın Pantürkizm korkusu da ciddi bir engel oluşturmuştur. Sanki Batı ile SSCB bizi oradaki kitleden uzak tutmak için anlaşmış, biz de “Neden?” diye sormamış, itiraz etmemişiz.

* * *

Bir süper devlet daha kurmuştuk; Osmanlı. Yıkıldı. Yıkılırken bile dünyanın ilk beş gücünden biriydi. Yeni ve küçük bir devlet kurduk ve Osmanlıyı reddettik yıllarca. Tanımıyoruz onları dedik. Küçük devletimiz ondan daha iyidir dedik. Dedik ama onun bile bağımsızlığını yeterince koruyamadık. Buna itirazı olan “Bağımsız Türkiye” diyen fidanlarımızı kopardık. Küçüğe bile “bizim” dedirtmediler.

Laikliğe ihtiyacımız vardı. Aldık kullandık ama abartıp zamanla 1789 model bir laiklik çıkardık karşımıza. Dindarlarımız “yapmayın, etmeyin” dediler. “Yobaz” dediler, ezdiler. Dindarlarımız değil ama dinbazlarımız çoğaldı, artık eziyorlar.

* * *

İliklerine kadar ülkücü istiyorum. Faşist bile olabilir ama Turancılık adı altında örtülü Batıcı olmasın. İslamcı istiyorum, istediği kadar şeriat istesin ama önce dindar olsun. Komünist istiyorum ama komünizmi CIA’dan öğrenmemiş olsun (mümkünse Stalinci de olmasın). AB’cilerimiz olsun. Batıyı, batıcılığı savunsunlar. AB ve Batının ne kadar iyi olduğuna bizi ikna etsinler ama lütfen “bizden adam olmaz” demesinler, onları adamdan saymak istiyorum. Bunları savundukları için onlara kızmayalım. Ama onlar da izin versinler biz de onları eleştirelim. Eleştirelim ki düşüncelerine çeki düzen versinler. Eleştirdik diye bizi düşman bellemesinler. Onlara ayna olalım, minnet duysunlar.

İslamcılarımız olsun. İslami bir düzenin ne kadar huzurlu olduğunu bize anlatsınlar. İslam imparatorluğu ütopyaları kursunlar. Bunun Müslümanlara ve insanlığa nasıl bir katkı yapacağını anlatsınlar herkese. Sonuna kadar, en katı şeyleri bile dile getirsinler. Ama kendilerini eleştirenleri kâfir bellemesinler. Herkesin kendileri kadar sofu olamayacağını kabullensinler. Kendileri gibi olmayanlara “pislik” muamelesi yapmasınlar. Yapmasınlar ki kullar olarak birbirimizle konuşalım. Bizim şeyhimiz olsunlar, Amerikan şeyhi olmasınlar ki samimi bulalım, mümin ve uygar görelim. Yüzlerinde nur olsun ki verdiğimiz Allahın selamının boşa gitmediğini bilelim. Taliban kaçağı gibi olmasınlar ki onlardan korkmayalım. Mevlanamızı, Yunusumuzu, Yesevimizi, evliyalarımızı örnek alsınlar. Onlardan hareket etsinler, onların deryasına damla katsınlar.

Kıpkızıl komünistlerimiz olsun. Eşitliği, adaleti, sömürüyü, emperyalizmi, kapitalizmi anlatsınlar bize. Bize insanlaşmak için umut versin, güzel, insanca bir dünya vaat etsinler. Ama öfkelerini saklasınlar. Sömürünün iğrençliği karşısında içlerinde biriken kini bize akıtmasınlar, bize sevecen davransınlar. Marks’ı da, Stalin’i de bilsinler ama bize onların ağzıyla konuşmasınlar. Bizim için, bize özgü fikir geliştirsinler. Stalinlerin beynine ağız olmasınlar. Sosyalizmin düşmanlarından beslenip mankurtlaşmasınlar. Halkı savunuyorlarsa halkçı olsunlar. Emperyalizme karşıymış gibi yapıp onun piyonu olmasınlar.

Türkçülerimiz olsun, Turan imparatorluğu ütopyaları kursunlar. Buna giden yolları açsın, taşları döşesinler. Büyük hayaller kurdursunlar bize, ikna etsinler dostu düşmanı. Akraba toplumlarla yardımlaşmanın insanî yanını göstersinler, onların desteğini almanın doğallığını göstersinler bize. Avrupa’nın bunu yapınca kıyamet kopmadığını, biz düşününce neden ve kime karşı küfür içine girdiğimizi göstersinler. Önce kendileri ulusal bir bilinç sahibi olsunlar. Kaba slogancılıktan geçip önümüze yeni Kızılelmalar koysunlar. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” deyip herkesi dışlayacaklarına, şemsiye kavramlar geliştirip başka toplumlarla birliktelik modelleri geliştirerek büyümeyi hedeflesinler.

Kemalistlerimiz olsun. Bize kuvayı milliye ruhunu anlatsınlar. Ölürken nasıl dirildiğinin formülünü beynimize kazsınlar. Doğuyu da Batıyı da reddedip nasıl kendimiz olabileceğimizi bir daha, bir daha anlatsınlar. Halkçılığın demokrasicilik olduğunu, laikliğin farklı inanç taşıyanlarımızın da huzurlu olması ve büyümemiz için etraftaki ülkelerde cazibe yaratan bir basamak olduğunu, devrimciliğin ilerlemecilik olduğunu anlatsınlar. Ama Atatürkçü görünüp Natoculuk yapmasınlar.

* * *

Yukarıda “yapsınlar” ve “yapmasınlar” var. Yapsınlar! Yeter ki tutarlı olsunlar. Biraz geniş mezhepli olalım. Yapsınlar ki gelişsinler. Engellersek gelişemezler. Düşünce üretenlerimiz, idealistlerimiz olmaz. Kimse vatana, millete sahip çıkamaz. İzin verelim herkes vatan ve millet hatta insanlık için düşünsün, üretsin. Üretsin ve fikir piyasasında vitrine koysun. Satana fırsat verelim, alan alsın. Milletimize güvenelim. Malın hangisine ihtiyacı olduğunu o bulsun. Satılmayan düşünce elde kalmaz, çöpe de gitmez. Demek ki kullanma zamanı gelmemiştir. Zamanı geldiğinde arşivden çıkarır kullanırız. Yeter ki üretelim ve depolayalım. Üretene değer verelim.

Ya “yapmasın” dediklerimiz? Rahatsız da etse, huzurumuzu da kaçırsa, suç işlemedikçe, cana kıymadıkça, cana kıymayı teşvik etmedikçe dallarını kırmayalım. Onlar “bizim çocuklarımız”. Bırakın bazıları da yaramazlık, şımarıklık yapsın. Engellemeyin ki sırtlarını başkalarına dayamasınlar. Hain olmasınlar.

Farklı düşünmek fikir dünyamızı zenginleştirir. Sorunlarımızı tartışmayı ve daha iyi çözümler bulmayı sağlar. İnsanlar neden farklı düşünüyorlar, neden görüş ayrılıkları oluyor? Bu sorunun yanıtı kişilerin kullandıkları bilgi ve tecrübelerinden yaptığı çıkarsamalardır. Nasıl ki “manzara üstünde bulunulan tepeye göre değişirse”, aynı konuda farklı şeyler söyleyenler de konuya farklı ekonomik, siyasal, kültürel yönlerden ve kendi bakış açılarından bakmalarındandır. Onlardan manzarada gördüklerini tasvir etmelerini bekleyelim. Bizim gördüklerimizi görememeleri onları yalancı kılmaz. Zıt görüşteki aydınlar farklı bakış açıları ve yaklaşımlarıyla birbirini besler. Birbirlerini eleştirir, fikir yarıştırır, birbirlerini doğrular veya yanlışlar ama sonuçta fikir dünyasını hareketlendirir, zenginleştirirler. Her biri birbirine basamağı olur. Karşıtı olmayan fikir ilgili sorunu çözücü olsa bile kendine çekidüzen verip yetkinleştiremez. Fikir ve ifade özgürlüğünü bunun için savunuyoruz.

Aydınların karşı görüşle diyalog kurma, birbirini anlama görevi ve gerekirse mücadele etme hakkı vardır ama onu yok etme hakkı yoktur. İktidarın gücü yanına alarak ya da bir çeşit aydın despotizmi uygulayarak karşı görüşü ezmek, bindiği dalı kesmektir. Düşüncenin beslenme kaynaklarından birinin de karşı görüşler olduğu düşünülürse, düşünce üretenlerin kendisi gibi düşünmeyenleri yok etme girişiminde olmaları ilkellik olduğu kadar ahmaklıktır da. Aydın kendi beslenme kaynaklarını kurutmaz. Böylesi bir anlayışın yerleşerek ülkedeki fikir dünyasını çoraklaştırmak toplumun geleceğine karşı işlenmiş bir suç olarak görülmelidir. Çok yönlü bir ihanettir. Doğu toplumlarının, özellikle İslam dünyasının son yüzyıllarda kendini yeniden üretememesinin sebeplerinin başında karşı görüşü kolaylıkla küfür olarak niteleyen basit bir kültürün hâkim olmasıdır.

Değişme ve gelişme için farklı görüşlere kendini geliştirme fırsat sağlayalım.

Pay ne olursa olsun. Payda aynı ise doğru yoldayız. Birbirimizin yolunu kesmeyelim. Payda Türkiye!

You have no rights to post comments