Uygarlaşma ülküsü açısından insanî olan savaşmamak, sorunların savaşmadan hatta çekişmeden çözülmesidir. Ama gelin görün ki savaşsız bir dünyayı tarih şimdiye değin kaydetmemiş. Tarihten ilginç sayfalara bakılırsa yazının bulunup insanların yaşadıklarını yazmaya başladığından beri sadece 317 yıl savaşsız geçmiş. Diğer zamanlarda irili ufaklı savaşlar olmuş.

Neden savaşıyoruz?

Babam derdi ki; “ortada bir ekmek var ve herkes ekmeğin büyük parçasını kapmak istiyor. Hatta bazıları hepsini istiyor. Ya aç kalacaksın ya da pay almak için savaşacaksın.”  Çocuk aklımla “kardeş payı yapıp bölüşsek” demiştim.

Sonra büyüdüm de ben, fark ettim ki, insan daha iyiyi, en iyiyi, en güzeli, en rahatı, mükemmeli aramaya güdümlenmiş. Doğasında, (fıtratında) bu güdü yatıyor. Olayları kendi lehine yönlendirmeye çalışıyor. Ekmeğin tamamını istemesi sanki doğasından gelen bir tavır!

İnsan hepsini istiyor, bencil!

Kendine göre bir dünya istiyor.

Her şeyi kendi lehine dönüştürmek istiyor.

Bütün ekmeği, bütün serveti, en güzel yerleri, en güzel kadınları, en değerli tabloları... Bütün “en”leri ve “hepsini” istiyor.

Herkes “en”lerin “hepsini” isteyince çekişme başlıyor. İsteyene istediğini verirseniz ne çekişiyor ne de savaşıyorsunuz. Ama bu teslimiyetçiliği onurlu bulmuyoruz ve savaşıyoruz.

Vicdan diye bir kavramı o nedenle geliştiriyoruz. Hak, hukuk, adalet ve eşitlik gibi kavramlar karşımızdakileri, ötekini dikkate almayı öğretiyor. Paylaşmayı ve hepsini kendine istersen karşıdakinin kıyamet koparacağını öğretiyor, bizi buna zorluyor.

Zamane çocuklarından saklandı, bilmezler, Engels “Ailenin Özel Mülkiyeti ve Devletin Kökeni” adlı kitabında insanlararası çatışmanın “ben” ve “benim” kavramının ortaya çıkmasıyla başladığını savunur ve der ki, özel mülkiyeti ortadan kaldırırsak sınıfsız, savaşsız bir dünya elde eder, insanca yaşarız. Şimdilik buradan çok uzağız.

Acaba şiddet insanın doğasında mı var? 1986 yılında Unesco girişimiyle Seville Üniversitesinde toplanan akademisyenler bir bildiri yayınladılar (Keegan 1995: 130): Bildiri, şiddetin insan doğasından kaynaklandığını tümüyle reddetmektedirler. Akademisyenler, savaşmaya yatkınlık, şiddetin genetik olarak aktarımı ve şiddet güdü ve dürtülerinin insan doğasında olmadığını açıkladılar ve genel kabul gördü. Ama psikologlar bir takım hormonların (örneğin erkeklerdeki testosteronun saldırganlığa yol açtığını kaydetmektedirler.

 

Savaş Yağmacılıktır

Savaşın bazen unuttuğumuz bir yönü de gelir getirici, ekonomik kazanç sağlayıcı yönüdür. İlkel toplumlarda bu çok açık görünür. Yağma yapmak için komşu kabileye yapılan baskınlar bunun örneğidir. Bu durum günümüzde de biraz daha cilalanmış kavramlar altında yürütülen ilkellik türüdür. Haçlı savaşları Doğu toplumlarını yağmalamak için Batılı barbarların yaptıkları yağma savaşlarıydı. Defalarca yağmalayıp gittiler. Birinci Paylaşım Savaşı Osmanlı’nın paylaşılması yani yağmalanması için yapılan bir savaştı. İstiklal Savaşı yağmacı Batılı barbarlara karşı evimizi savunma savaşıydı. Batılı barbarlar gasp yapmak istedikleri ülkelere uygarlık götürmek için bu meşakkatli (!) yola girdiklerini söylerler. Komşumuz ABD Irak halkına özgürlük ve özgür demokrasi getirmek için Irak’ta olduğunu iddia etmektedir!

Yağmacılar yenilgilerine ve onursuz biçimde kovulmalarına karşın tekrar tekrar saldırıyorlarsa, her şeye rağmen ciddi bir savaş gelirleri olduğu düşünülmelidir. Bu gelir hem yağmalanan ülkeden elde edilenler hem de savaş ekonomisinin içeride yarattığı katma değerdir.

 

Savaş Teknolojisi

Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda -4000 yıllarında at evcilleştirildi ve savaşların şekli de değişti (Diamond 2002: 84). At ile çok uzaklara gidilebiliyordu. Dünyayı küçülten ilk araç böylece at olmuş oluyor. At 20. yüzyılın başında kamyon ve tankların geliştirilmesine kadar en önemli savaş öğesi idi.

Tarihçi Adji (2002: 58 ve 174) kılıcı Türklerin buluşu olarak bildiriyor. Sopalarla yapılan kavgada demirden sopa kullanma, kılıca kadar gelişmiştir. Yine Adji Türklerin demir madenlerine sahip olduğu ve onu kullanabildikleri için demir kılıç kullanırken, kılıcı sonradan öğrenen ama kılıcı tunçtan yapan diğer toplumlara üstünlük sağladığını belirtiyor. Demir kılıçla yapılan iyi bir vuruş, tunç kılıcı ikiye bölüyordu. Roma askerleri Kıpçaklar karşısında sopalı yabaniler gibi silahsız kalıyordu, diyor Adji.

Eyer ve üzengiyi buluşları ve atı bedenlerinin bir parçası gibi kullanan Kıpçak/Kuman süvarileri üstün bir askeri teknolojiye sahiptiler. Doğudan Batıya ilerleyişlerinde hiçbir güç onları durduramıyordu.

Diamond’un (2002: 317) söylediği gibi, Müslüman orduların Haçlı barbarları kesin yenilgiye uğratırken petrol ve alkolden yanıcı maddeler elde ettiklerini ve bunlarla el bombası, roket ve torpil yaparak düşmana attıkları bu yanıcı maddelerin savaşın sonucunu belirlediğini bilmek oldukça etkileyici.

Savaş, tuhaftır ama uygarlığın gelişmesine türlü katkılar sunmuştur. İlki savaşmama bilincidir elbette. Ama savaşlar toplumlar arasında bilgi alışverişini hızlandırarak uygarlığın gelişimine katkıda bulunur. Haçlı savaşları sırasında Batı barbarlığı Doğudan matbaa, kâğıt, barut, mercek, matematik, felsefe ve bir miktar insanlık gibi birçok şey öğrenmiştir.

Savaşlar teknolojinin gelişmesine de önemli katkı yapmıştır. Hayatımızın vazgeçilmezi haline gelen internetin İkinci Paylaşım Savaşında ABD ordusu için geliştirilmiş olduğunu öğrenmek ilginçtir. Yine uzay yarışının doğurduğu birçok buluş da soğuk savaşın insanlığa kazandırdıklarındandır. Bu konuda çok şey söylenebilir.

 

Paradigmayı Değiştirememek

Önemli halk kahramanlarımızdan biri olan Köroğlu yiğitlikle nam salmıştır. Gözü kara bir savaşçıdır ama tüfeğin icadı ona göre mertliği bozmuştur. Yeni savaş teknolojisi onu hem korkutmuş hem de hayıflandırmış gibidir. Paradigmasını değiştiremeyeceğini anlamış, bu yeni savaşma biçimine yabancılığını itiraf etmiştir.

Her Kıpçak en az beş erkek evlat yetiştirirdi. En küçüğü aileye kalır, diğerleri savaşçı olurlardı. Ortaçağda birçok orduda savaşçı Kıpçaklar bulunurdu. Bunlar profesyonel ve paralı askerlerdi. Roma, Bizans, Arap ve elbette Türk ordularının en önemli vurucu gücünü oluşturuyorlardı. Halife el-Muntasır “Dünya yüzünde hiç kimse onlardan daha cesur, daha sadık ve daha kalabalık değildir” dediği söylenir. Türkler gerçekten çetin insanlardı (Keegan 1995: 64).

Kölemenlerin (ki 1260-1382 yılları arasında Kıpçak, sonradan Çerkezlerdir) 1516 ve 1517 Mercidabık ve Ridaniye yenilgileri üzerine Çerkez Komutan Kurtbey, Osmanlı’ya hitaben yaptığı konuşmasındaki şu sözleriyle sanki Köroğlu’nu tekrar eder gibidir:

“Sözlerime kulak verin ve iyi dinleyin ki, aramızda kaderine ve kanlı ölüme koşan süvarilerin bulunduğunu sizler de, ötekiler de öğrensin. İçinizden biri bile sizin bütün ordunuzu yenebilir. Eğer bana inanmazsanız, deneyebilirsiniz ama lütfen adamlarınıza ateşli silahlarını bırakmalarını söyleyin. Burada değişik ırklardan 20.000 kişilik ordunuzla bulunuyorsunuz. Olduğunuz yerde durun ve ordunuzu savaş düzenine sokun. Yalnız üç kişi size karşı geleceğiz... bu üç kişinin başaracaklarını gözlerinizle göreceksiniz... Dünyanın dört bir ucundan asker toplamışsınız: Aralarında Hıristiyanlar, Yunanlılar ve diğerleri de var ve savaş alanlarında Müslüman ordularıyla karşılaşmayı başaramayan Avrupalı Hıristiyanların yaptığı ateşli silahları da getirmişsiniz. Bu tüfeği bir kadın bile ateşlese, büyük bir grup erkeği durdurabilir... Yazıklar olsun size! Müslümanlara karşı ateşli silah kullanmaya nasıl cesaret edebiliyorsunuz!” (Keegan 1995: 69).

Savaş teknolojisinde geri kalmanın acıklı itirafı diye anlamalıyız bu mertliği!

1453 yılında Japonlar Portekizlilerden tüfeği öğrendiler ve hayran kaldılar. 1600 yılına gelindiğinde dünyada onlarınki kadar çok ve iyi tüfeklere sahip olan başka bir ülke yoktu. Ancak samuray kültürü ve sınıfı buna karşı çıkarak zamanla ülkede çalışan tek bir tüfeğin bile kalmamasına sebep oldular. Diamond (2002: 331) bunu şöyle açıklıyor: Japon savaşları daha önceleri kılıçlı samuraylar arasında teke tek çarpışmalar gerektiriyordu. Samuraylar er meydanına çıkar, törensel konuşmalardan sonra zarafetle dövüşürdü. Oysa hiçbir zarafet düşünmeden tetiği çeken bir köylünün elinde ölmek hiç hoş değildi. Ayrıca tüfek yabancı icadıydı!

Tarih, paradigma değiştiremeyenleri affetmez! Tarih, eski teknolojiyle savaşa kalkanları da affetmez. Elde üstün savaş teknolojisi olmadan yapılan yiğitlik beyhudedir.

Günümüzde, bazıları sahip olamasalar da, nükleer silahlar bile eskimiştir. Genetik ve süpersonik silahlar şimdilerde moda. Daha kısa sürede, daha ucuza korkunç silahlar imal edilmesi anlamına gelen bu gelişme, insanların daha sorumlu hareket etmelerini gerekli kılmaktadır. Tuhaf biçimde güçlü silahlar geliştirildikçe büyük savaşlar azalıyor. Kimse, kazananı olmayan bir savaşa girmeyi göze alamıyor!

 Cajamarca Çatışması

Uygarlık ve savaş tarihinin en düşündürücü sahnelerinden biri 16 Kasım 1532 günü Peru’da gerçekleşmiştir. İnka İmparatoru Atahualpa ve sömürgeci İspanyol valisi Pizzaro’nun karşılaşmaları çok dramatik olmuştur. Atahualpa’nın 80 bin kişilik ordusu, Pizzaro’nun ise 106 piyade, 62’si süvari olmak üzere 168 kişilik ayaktakımından oluşan askeri vardır. Birkaç dakika içinde İmparator esir alınır. Savaşırlar. Birilerinin elinde sopalar ve zırh olarak yorganımsı şeyler vardır. Diğerleri demir zırhlı ve çelik kılıçlıdır. Sonuçta karanlık çökünceye kadar İknalardan 7 bin kişi doğranır ve hiç kayıp verilmez. Dahası İnkalar ellerini bile kaldırmazlar. İlk kez atlı süvari görmüşlerdir ve onları tanrı sanmaktadırlar! Donup kalmışlardır.

Esir İmparatora kurtulmalık olarak tarihin en büyük fidyesi verilir: 5 metre eninde 7 metre boyunda ve 2,5 metre yüksekliğindeki bir odayı dolduracak kadar altın istenir ve alınır. Ancak İspanyollar sözlerini tutmaz ve Atahualpa’yı yine de öldürürler (Diamond 2002: 72). Bu sahne sömürgecilerle mazlum halklar arasında defalarca tekrarlanmış, tekrarlanmaya devam etmektedir.

Psikolojik Savaş

Psikolojik savaş, hem savaşta hem barışta, insanların duygu, düşünce ve davranışlarını değiştirmek maksadıyla bilginin kullanılması olarak tanımlanır (Tarhan, 2002: 21).

Günümüzden 2.500 yıl önce yaşamış olan Sun-Tzu “marifet, düşmanı savaşmadan yenmektir” demektedir. Bunun için karşı tarafın maneviyatını çökertmek gerek. Kendi gücünüzü abartarak korku ve dehşet salarak cesaretlerini kırmak bunun bir örneğidir. Holivud genellikle bunu yapar! Karşı tarafın üstün özelliklerini zayıflatmak da işinizi kolaylaştırır. Zayıf yönlerini abartmanız hatta iç işlerinde kafa karışıklığı başta olmak üzere her türlü ayrışmayı sağlamalısınız.

İşbirlikçiler bulmalısınız. İnsanlar savaşta karşı tarafa yardım ederek kendi grubuna ihanet de edebilirler. Bunun altında birçok sebep yatabilir. Ama önde geleninin kişisel çıkarları olduğu söylenebilir. Ayrıca düşmanı gözünde büyüterek onlara direnmenin beyhudeliği, güçlünün yanında yer almanın getireceği nimetleri elde etme gibi düşünceler de olabilir.

Böylesi kararsız ve küçük bir müdahale ile her an saf değiştirebilecek kişileri kendi tarafına çekmek, işbirliği yapmak ya da en azından devre dışı bırakarak düşmanı azaltmak için psikolojik savaş ve savunma sürekli olarak yapılır.

Ahlak açısından bu durum “hainlik” olarak nitelenir ve erdemsizlik örneğidir. Toplumlar ihanet ve sadakatsizliği hep aşağılamışlardır. Buna rağmen her toplumdan işbirlikçi ve hainler hep çıkmıştır. Toplum onlara tarihin “lanetliler” sayfasında yer vermiştir.

Psikolojik savaşın etkili olması inandırıcı olmasına bağlıdır. Bu savaşta gizli propaganda teknikleri kullanılır. Sonuçta hile ve entrika işidir ve tamamen bilgiye dayalıdır. Günümüzde internetin gelişmesiyle bu konuda üstünlüğü olan toplumların bilinçli hareketleri halinde üstün duruma geçeceklerini bilmek durumundayız.

Savaş ve Bilginler

Savaş teknolojisini genellikle bilginler hazırlarlar. Son örneği nükleer silahlarda görülmektedir. Köprünün altından çok sular aktı. Çok daha korkunç silahlar yaptılar. Biyolojik silahlardan, kimyasallara kadar. Daha korkuncu (belki de) henüz denenmedi: Genetik silahlar, ses dalgalarıyla kitleleri yok eden ya da zihin yönlendiren silahlar vb.

Ya işgal altındaki ülke bilginler? İlk ve mutlaka yok edilenler onlar oluyor! Arap orduları komutanı Kuteybe Türkistan’a girdiğinde sadece bilginler değil, bütün okuryazarları katletti. Kitapları yok etti. Türkler tekrar eski dinlerine dönmesinler diye toplumun belleğini yok etti! Amacına da ulaşmış olmalı ki, tarihimizi Çin ve Bizans kaynaklarından öğreniyoruz. Gazete haberlerine inanacak olursak Irak’ta ABD’nin getirdiği özgürlükten sonra 450 bilgin katledilmiş. Yüzlercesi kayıp. Binlercesi ülkeyi terk etmiş. Türkiye’de bir aydının katledilmesinin bile eksikliğini yaşarken varın Irak’ın halini düşünün! Irak yükseköğretim sisteminin % 84’ü yakılıp, yıkılıp soyulmuş durumda. Bu insanlık suçunu işleyen katillerin Irak için çalışmadıklarını biliyoruz.

Aydınlar toplumun belleğidir. Geleceğin tohumlarını onlar taşır. En çirkin soykırımdır aydın soykırımı. İnsanlık suçudur. Bütün insanlığa karşı işlenmiş sayılır. Katledilen aydınlar insanlığın dertleri için deva üretiyor veya üreteceklerdi. Bütün insanlık onlardan mahrum bırakıldı.

Mehmet Emin Yurdakul’un dediği gibi, şairleri susmuş bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz bir çocuk gibidir!

Bilimi yok etmek sömürünün devamını sağlar. Sömürü düzeni kuşaklar boyunca sürer.

Eğitimin Savaştaki Rolü

Eğitim kurumu savaşı değil, barışı savunmalıdır. Öğrencilere barışın erdemi ve savaşın yıkıcılığı anlatılmalıdır. Deneyimsiz beyinlere barışın ve sevginin tohumları atılmalıdır. İnsanlar barışçı yetiştirilirse saldırgan karşısında onurunu korumak için zaten savaşır. Ancak savaşa kışkırtılmış olarak yetiştirilirse, güçsüz karşısında saldırgan, güçlü karşısında teslimiyetçi olabilirler.

Eğitim kurumu barışın sürmesi amacıyla yurdunu yağmacılardan koruması için iyi savaşçılar da yetiştirmelidir. “Barış istiyorsan savaşa hazır ol” sözü caydırıcılık anlamı taşır. “Deli, deliyi görünce değneği saklar” sözü de bunu destekler. Askerlerin iyi bildiği bir söz vardır: En üstün silah, iyi eğitilmiş bir kişidir. İnsanlık bir şekilde bireyler arası, kültürler arası, sınıflar arası, uluslar arası çekişme ve çatışmaları yaşamakta ve bu bazen sıcak savaşa dönüşmektedir. Gerçek budur.

Uluslararası sistem hâlâ adil değildir. Hakkınızı gücünüz kadar alabilirsiniz. Gücünüz kadar haklısınız. Batının şu sıralar etkileyici hatta belirleyici olduğu bu sistemde insanlık ilkellik yarışındadır.

Barışı savunmalıyız; onurlu barışı...

 

Kaynaklar

Adji, Murat. 2002. Kıpçaklar-Türklerin ve Büyük Bozkırın Kadim Tarihi. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları. Ankara.

Diamond, Jared. 2002. Tüfek, Mikrop ve Çelik-İnsan Topluluklarının Yazgıları. (Çev. Ülker İnce) Tübitak Popüler Bilim Kitapları. Ankara.

Keegan, John. 1995. Savaş Sanatı Tarihi. (Çev. Füsun Doruker) Sabah Kitapları. İstanbul.

Sun-Tzu. 2001. Savaş Sanatı. (Çev. Adil Demir) Kastaş Yayınları. İstanbul.

Tarhan, Nevzat. 2002. Psikolojik Savaş. Timaş Yayınları. İstanbul.

 

You have no rights to post comments