Jeopolitik; genel olarak coğrafyanın bütün kapsamı ile siyasi olarak değerlendirilmesi ve yorumlanması olarak dünyanın ve ülkelerin bugününe ve yarınına ışık tutabilme iddiasında olan bilimsel bir alandır (Tezkan ve Taşar 2002: 7).
Gelecek tasarımı olmayan ve bu doğrultuda hareket etmeyen bir toplumun geleceği, dalgalar üzerindeki yaprağa benzer; nereye gideceği ve başına neler geleceği bilinmez. Stratejik düşünüş geleceği planlar ve planlı gelecek büyük ölçüde, istenilen yönde yönlendirilebilir bir gelecektir.
Tarihe yön vermiş dünyanın dikkate almak zorunda olduğu Türk toplumunun da gelecekle ilgili elbet bazı hesapları vardır, olmalıdır. Son iki yüz yıldır yönünü Batıya dönmüş ve bütün hesaplarını Batı üzerine kurmuş hakim odaklara karşın bilinen şey şudur ki, tarihin önemli aktörleri bütün yumurtaları aynı sepete koymaz, at gözlüğü takarak ilerlemezler. Her toplum kendi kaderini yazar ve tarihsel rolünü oynar. Jeostratejik, jeopolitik ve jeokültürel öngörülere göre bütün yönleri izler, çıkacak fırsatları yakalamaya çalışır ve riskleri bertaraf etmeye uğraşır.
Her toplumun olduğu gibi Türk toplumunun da kendi jeopolitiği vardır. Türkiye Cumhuriyetinin jeostratejik ufku ve stratejik ilgi alanları; Balkanlar, Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya’dır (İlhan 2006: 171). Mütercimler’e (2006: 356) göre ise Türk jeopolitiği şu iki alanı kapsar: İlki, Türkiye’de ve Türkiye dışındaki bütün Türklerin yaşadıkları coğrafyalar, ikincisi de, Türkiye ve Türk Dünyasının jeopolitik ufku ve politik ilgi alanlarıdır. Kafkasya bu alanların başında gelen yerlerden biridir.
Devletlerin yüksek stratejileri vardır ve hükümetler değişse de bu stratejiler değişik yöntem ve taktiklerle devam eder. Yüksek strateji; bir devletin benimsediği politikaya uygun olarak saptamış olduğu hedeflere ulaşmada her türlü olanak ve araçları bilimsel kullanma sanatıdır (Mütercimler 2006: 38).
Bu çerçevede dikkatlerden uzak tutulmaması gereken durum şudur: 20. yüzyıl Türk jeopolitiği açısından bitmemiş ama ertelenmiş savaşlar yüzyılıdır. Savaş iki halde bitebilir: Ya Türkiye “kalıbının adamı” olacak ve üzerinde bulunduğu coğrafyayı ve tarihi mirası kavrayarak gereğini yapacak ya da karşı tarafın dediği olacak ve yok edilecek. Savaşın bitmemesi ikisinin de olmamasındandır. Öte yandan, Türkiye’nin birçok ulusal ve uluslararası sorunu çözüm beklemektedir. Ancak görünmez eller ülkenin aydın ve yöneticileri başta olmak üzere toplumu içinden çıkılmaz yapay gündemlerle oyalamakta, ülkenin sorunlarının çözümü sürekli ertelenmektedir. (Bu durumu karşı tarafın psikolojik savaştaki başarısına bağlamak ve takdir etmek gerekir. Yapılacak ikinci çıkarsama ise toplumun tüm kesimlerinin ulusal hedefler konusunda kendini sorgulamasıdır.) Ülke, şimdiki haliyle iç ve dış gelişmeleri yönlendiren değil, kendisine dayatılan koşullara uyum sağlamak zorunda kalan, gelişmeleri arkadan izleyen bir görünüm arz etmektedir (Çınar 2006). Bu koşullarda Türkiye, Avrupa Birliği tarafından Balkanlardan, Rusya tarafından Orta Asya ve Kafkaslardan, ABD tarafından Orta Doğu’dan dışlanmaya çalışılmaktadır (İlhan 2006: 173).
Her türlü mankurtlaştırma çabalarına karşın Türk toplumunun güçlü bir stratejik zihniyeti vardır. Davutoğlu (2004: 29) stratejik zihniyeti şöyle açıklar: İçinde kültürel, psikolojik, dinî ve sosyal değer dünyasını da barındıran tarihi birikim ile bu birikimin oluştuğu ve yansıdığı coğrafi hayat alanının ortak ürünü olan bir bilincin, o toplumun dünya üzerindeki yerine bakış tarzını belirlemesinin bir ürünüdür. Bu açıdan bakıldığında, zihniyet ile strateji arasındaki ilişki, coğrafi verilere dayalı mekan algılaması ile tarih bilincine dayalı zaman algılamasının kesişim alanında ortaya çıkar.
Türkiye, Batı ile mutsuz bir ilişki sürdürmektedir. Bu ilişkinin mutlu biçime dönüşmesi de, ayrılık halinde ayakta kalması da Türkiye’nin Doğu ile ilgisini kesmemesi, dahası doğal jeokültürel bağlarını güçlendirmesiyle mümkündür. Uluslararası ilişkiler pazarlıkla yürür ve gücünüz masaya koyabilecekleriniz kadardır. Arkasına Doğu toplumlarının desteğini almış bir Türkiye, Batı karşısında, yalnız bir Türkiye’den daha güçlü ve ortak iş yapmak için daha caziptir.
Bu genel duruma rağmen Türkiye’nin jeopolitik hesaplarında yanlışlık, bilgisizlik ya da tarihsel kaderine ters düşen tercihlerin olduğu dikkat çekmektedir. Türk jeopolitiği, hakim odakların ufkunun ve niyetlerinin ötesindedir, havsalası da almamaktadır. Kıbrıs’ı üzerinde yaşayan 120 bin civarında soydaş ve “sabit bir uçak gemisi” konumu vazgeçilmez kılmaktadır. Ama Batı Trakya’da (Yunanistan içinde) yoğun baskı altında yaşayan 200 binin üstündeki insana Kıbrıstakiler kadar önem verilmemesi düşündürücüdür. Kıbrıstakiler en azında özgür (ve bazıları buna sahip çıkma kararlılığı göstermese de) bağımsız yaşamaktadırlar.
Bir başka ilgisiz, belki de bilgisiz kalınan yer ise Kafkaslar ve orada yaşayan Türk ya da Türk jeokültürüne ait toplumların sorunlarıdır. İlgisizlik, bilgisizlik ve jeopolitik körlük her şekliyle sırıtmaktadır. Türkiye’nin Kıbrıs gibi Kafkasya’da da (örneğin Acaristan, Kars Antlaşması, madde 6) garantörlüğü vardır. Bu yazıda hem Kafkaslarda yaşayan bu halklar, hem de Kafkas jeopolitiğine ilgisiz kalmanın sıkıntıları üzerinde durulacaktır.
Kafkas Ülkesi!
Kafkasya, Karadeniz ile Hazar denizi arasında yer alır. Hazar ve Baku petrollerine yakın bir coğrafyadır. Dünya enerji kaynaklarının yarıdan çoğunun bulunduğu Avrasya’nın önemli bir geçidi ve kapısıdır. Tarihte orduların doğudan batıya, batıdan doğuya geçtikleri bir geçit olma özelliği taşır. Kuzeyde Dağıstan, Çeçenya, Kalmukya, İnguşetya, Abhazya, Osetya ve Güneyde Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye’nin kuzeydoğusu bu alan içindedir. Kafkaslar tıpkı Balkanlar gibi her anlamda karışık bir bölgedir. Bölgede onlarca etnik grup olsa da bunlar Türk jeokültürüne ait halklardır. Ağırlıklı olarak Müslümandırlar. Türkiye’de Kafkaslardan göç etmek zorunda kalmış birçok toplum yaşar ve bölgeyle bir şekilde bağları vardır. Bölge kadim zamanlardan beri Türk topraklarıdır. Dede Korkut hikayelerinin yaşandığı, Kerem ile Aslı’nın dillere destan aşkının geçtiği yerlerdir.
Anadolu'nun Doğusu'nun ve Türkiye'nin güvenliği, Güney Kafkasya'daki gelişimler ile de çok yakından ilgilidir. Çünkü, coğrafi yapısı nedeni ile Anadolu'nun Doğusu ile Güney Kafkasya bir bütündür; coğrafi yapısı ve karakteristikleri nedeni ile Güney Kafkasya'yı Anadolu'nun Doğusu'ndan soyutlamak ise mümkün değildir. Güney Kafkasya, Anadolu'nun Doğusu istikametinde kuzeyden ve doğudan gelişebilecek jeostratejik açılımları engelleyen bir coğrafi blok, Türkiye'nin Avrasya açılımları için ise bir jeostratejik atlama taşıdır. Bu nedenle de Türkiye'nin Güney Kafkasya'daki gelişimleri etkilemesi, bunu yapabilmek için ise bölgede aktif rol oynaması gerekmektedir (Eslen 2006).
Kafkaslar Türkiye’nin ulusal ilgi ve çıkarlarının olduğu bir yerdir. Ulusal çıkarlar; bir vatanın sınırları içinde yaşayan toplumun can ve mal güvenliği ve vicdan özgürlüğü içinde yaşaması için uygun gördüğü nicel ve nitel (maddi ve manevi) değerlerin tümünü ifade eder (Mütercimler 2006: 383). Ulusal çıkarları korumak sınırlar ötesindeki gelişmeleri de izlemeyi, hatta gelişmelere müdahale etmeyi gerektirir.
Bu coğrafya, yönünü Batıya dönmüş bir Türkiye için arka bahçe, Batı dışı bırakılmış bir Türkiye için ise evin ön bahçesi hatta avlusudur. Geçmişin iddialı bir gücü ve geleceğin dikkate alınması gereken aktörü olarak Türkiye’nin ciddi bir Kafkas politikası olmak, bu politikayı sürekli biçimde izlemek zorunluluğu vardır. Bundan da öte bölge halklarına karşı ilgili olmak gibi tarihsel, hukuksal ve insani görevleri vardır. İstese bile ilgisiz kalamaz. Tarihi mirası, Türkiye’nin kendi sınırları ötesinde de her an müdahil olması gereken de facto durumlar doğurabilir (Davutoğlu 2004: 41) İlgisini göstermek için bilgili olması gerekir. Her türlü bilgi arşivlerde ve tarih kitaplarında vardır.
Tarihin daha iyi bilinen dönemlerinde bölgeye genel olarak Türkler (Hazarlar, Selçuklular, Safevîier, Osmanlı) biçim vermiş, 1800’lerden itibaren Rusya ve İran etkisini giderek artıran güçler olmuştur. Birinci Paylaşım Savaşı sonunda İngiltere bölgede karışıklık çıkarmış ve Batıya bağlı Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan oluşturma projesini uygulamıştır. “Kafkas seddi” olarak bilinen bu proje 1920’lerde Türkiye ve Sovyet Rusya’nın ortak hareketiyle bozulmuş, Batı kaybetmiştir. Günümüzde İngiltere’nin yerini alan ABD, bölgede müttefik arayışında ciddi çalışmalar içindedir. Tarihte Batı, bölgeye giremediği zamanlarda da Türk-Rus savaşlarını provoke etmiş, Hem Rusya hem de Türkiye kaybetmiştir. Şimdilerde Rusya’nın söz sahibi olduğu bölgeyi Türkiye ve İran yakından “izler” haldedir. Küreselleşme rüzgârını arkasına alan ABD ile Rusya bölgede nüfuz çatışması içindedirler. ABD, Kafkasya’yı “yaşamsal çıkarlarının bulunduğu bölge”, Nato ise “stratejik bölge” ilan etmiştir (Erdurmaz 2005: 18). İsrail’in de bölgeyle yakından ilgilendiği dikkat çekmektedir (Tanrıbakan 2006: 55-61).
Türkiye, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Güney Kafkas ülkeleriyle ilişkiler kurmuştur. Bunlardan Azerbaycan ile sorunlu başlayan ilişki daha sonra gelişmiştir. (Azerbaycan’ın Rusya destekli Ermenistan’ın işgaline uğraması sırasında Türkiye Elçibey liderliğindeki Azerbaycan’a gereken desteği vermemiş, hatta Özal, “onlar şii, biz sünniyiz, İran onlara daha yakın, onlar desteklesin” diyecek kadar ileri gitmiştir. Bu arada İran’ın da Ermenistan’ı desteklediği söylenmekteydi.) Ermenistan ile de yakın ilişki kurma çabası iyi sonuç vermemiştir. Ermenistan, bölgede hem Rus ve İran hem de Atlantik desteğiyle şımarıkça davranmaktadır. Türkiye’den toprak taleplerini dile getirmektedir. Irkçı politikalar izleyerek topraklarından bütün Türk kökenli halkları uzaklaştırmıştır. Tarihî Türk toprakları olmasına karşın yaptığı etnik temizlikle Ermenistan’da tek Türk kalmamıştır.
Gürcistan ile de yakın ilişkiler kurulmuştur. Bunun sonucunda Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı buradan geçmiştir. Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun yapımı sürmekte ve gelecekte siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin daha yakın olması beklenmektedir.
Ahıskalının Dramı
“Ahıska” ile “dram” kelimeleri kadar birbirine yapışmış başka kelimeler adeta zor bulunur. Ahıska, yüzyıllardır “sınırlar arasında” kalmış, bazen Osmanlı’da bazen Rusya’da bazen de kaosun içinde olmuştur.
Ahıska, Ardahan ili ile sınır olan şimdilerde Gürcistan’a bağlı yerleşim birimidir. Binlerce yıl Kıpçak/Kuman soylu insanların yaşadıkları bu topraklarda (Kırzıoğlu 1992) artık onlar yok. Sürgündeler ve dünyanın dört bir yanına dağıtılmış durumdadırlar. Nüfusu yarım milyonu geçen bu halkı ve sorunlarını insan hakları ve demokrasi örgütleri nedense görmemekte ve duymamaktadır. Hiçbir suçla itham edilmedikleri halde, 1944 yılında yurtlarından sökülüp atıldılar. Türkiye’nin onlardan uzun yıllar haberi olmadı. Uzun yıllar sürgünden haberi olup olmadığı bile tartışılabilir. Aslında gizli yapılan bu sürgünden Rus devlet bile yıllar sonra haberdar oldu; etnik haritalarda Ahıska uzun yıllar Türk bölgesi olarak gösterildi. Sovyetler Birliği dağılınca “Mesket Türkleri” olarak adları duyuldu. Sonradan bizim Ahıskalılar olduğu anlaşıldı!
Savaş sonrası dönemde Stalin’in Türkiye’den toprak talepleri sanki Türkiye’yi elde olanı korumaya itmiş, Rusya’daki Türk dünyasından vazgeçilmiştir. Doğu toplumlarıyla ilgilenmek zaten “cısss” haline getirilmişti. Sol düşüncedekiler ilgi gösterince “ırkçı”, sağcılar ilgi gösterince “pantürkist” damgası yiyor, ağızlarına biber sürülüyordu. Bir süre sonra, 70’lerde ise terör herkesin beynini kilitlemişti.
Ana yurtlarına dönmelerine 1944’ten 2007’ye kadar izin verilmeyen bu insanlar adeta ortada kalmışlardır. Eski Sovyetler Birliği’nin 13 Cumhuriyetinin 264 farklı bölgesinde ikamete zorlanmışlardır. Uluslararası Ahıska Türk Dernekleri Federasyonu (AHDEF) Genel Başkanı Yunus Zeyrek; “Meselenin tarafları bellidir: Bölgeyi 1828 yılında ana parçadan koparan Ruslardır. Bu insanları 1944 yılında yurdundan süren Sovyet Rus rejimidir. Sürgün insanları yurduna bırakmayan da Gürcistan yönetimidir” demektedir (Zeyrek 2004). Bu saptamaya, Ahıskalıların haklarını uluslararası alanda savunma görevinin de öncelikle Türkiye’ye düştüğünü eklemek gerek.
Ahıskalılar, tarihimizde 93 harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşları sırasında çok sıkıntılar çekmiş, Türkiye’ye geçebilenlerin bir kısmı Ardahan, Artvin, Ağrı, Muş, Hatay, Bursa, Çorum gibi yurdun değişik yerlerinde iskân edilmiştir. Osmanlı-Rus savaşı döneminde 120 bin kişi göç etmek zorunda kalmıştır (Gökdemir 1998: 10) Malatya’nın Doğanşehir ilçesini de Ahıska (genellikle Posof ve Şavşat) muhacirleri kurmuşlardır. Ahıska kökenliler şimdilerde yoğun olarak Artvin, Ardahan, Ağrı, Muş, Hatay ve Bursa’nın İnegöl ilçesinde yaşamaktadırlar. Sınırın ötesinde kalanlar Gürcistan’ın bağımsızlığıyla birlikte Gürcistan vatandaşı olmuşlardır. 1944’e kadar bir şekilde süren yaşamları bu yıldan itibaren değişmiş 1944 yılından beri vatansız bırakılmış büyük Sovyet coğrafyası içinde defalarca sürgüne gönderilmiş, katliamlara uğramışlardır. Ahıskalı bir kadının deyişiyle “sahapsız kalmış”lardır.
Ahıska’nın neresi ve Ahıskalıların kim olduğunu merak edenlere Trt yapımı bir belgeselden iki kısa görüntü önerilebilir:
http://www.youtube.com/watch?v=8QLsnb8nK5A ve
http://www.youtube.com/watch?v=dvuR-Wr-unA&mode=related&search= ve haritası
http://www.ahiskalilar.org/portal/modules.php?name=Harita
Eski SSCB bölgesinde, vatanlarından uzak 270-345 bin Ahıska Türkünün yaşadığı düşünülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti tarafından çıkarılan Ahıska Türklerinin Kabul ve İskânına Dair Kanun (Kanun No: 3835, 02.07.1992) gereğince bir grup Ahıskalı Türkiye’ye getirilerek Iğdır’a yerleştirilmiştir.
Gürcistan, 1999’da Avrupa Konseyi üyeliğine başvurunca, Ahıska Türklerinin vatanlarına dönmeleri için gerekli olan yasal düzenlemeleri iki yıl içinde hazırlayacağı vaadinde bulunmuştu. Fakat bu yasa sekiz yıl sonra Gürcistan yönetimi tarafından onaylanmıştır. 11 Temmuz 2007’de Gürcistan parlamentosu Ahıska Türklerinin Gürcistan’a dönmesinin önünü açan, “Yirminci yüzyılın 40’lı yıllarında Sovyetler tarafından Gürcistan’dan sürülen şahısların geri dönmesi hakkındaki yasayı” kabul etmiştir. Yasa sadece Ahıska Türklerini değil Ahıska Türkleri ile birlikte sürülen diğer halkları da kapsamaktadır. Fakat bu yasayla Gürcistan’a dönecek en büyük halkın Ahıska “Türk”leri olması Gürcistan içinde ve dışında bazı tartışmalara neden olmuştur.
AHDEF Genel Başkanı Yunus Zeyrek, 27 Kasım 2004’teki konferans konuşmasında konuya yapıcı olarak yaklaşmaktaydı: “Maksadımız ne kimseyi suçlamak ne de bir ülkenin sınırlarını tartışmaktır! Daha önceleri bakanlık yapmış ve bilimle iştigal ettiğini bildiğimiz bir zatın, “Ahıska’da bayrağımızı dikene kadar mücadele edeceğiz!” şeklindeki sözleri, Ahıska Türklerinin düşüncesini ifade etmemektedir. Esasen Ahıskalıların böyle bir dileği ve isteği yoktur. Onlar ana vatanlarında, o ülkenin sadık vatandaşları olarak Türk kimliğinin icaplarıyla yaşamak istemektedirler. Ortada halkı sürülmüş sahipsiz bir vatan ve uçsuz bucaksız coğrafyalarda hayatta kalma mücadelesi veren, yersiz yurtsuz bir topluluk vardır. Amacımız, bu mazlum insanlarının yaralarını sarma konusunda, meselenin uluslararası hukuk ve siyaset çerçevesindeki yerini belirlemek; insanlık âlemine ve ilgililere de sorumluluğunu hatırlatmaktır” demektedir.
Gürcistan uzun yıllar ayak diremesine karşın Ahıskalıların vatanlarına dönmesi için düzenlemeleri yeni yapmaya başladı (11 Temmuz 2007). Düzenlemeler ise adeta işi yokuşa sürme düzenlemesi gibi. Yeni sorunlar kendini şimdiden hissettiriyor.
Kafkaslarda yıllarca süren baskı, birçok Kafkaslı toplumu Türkiye’ye göçe zorlamıştır. Gürcistan Devlet Bakanı Giorgi Haindrava’nın verdiği bilgiye göre Çarlık Rusyası 1880’lerde 80 bini Abhaz olmak üzere Gürcistan’dan Türkiye’ye 400 bin insan sürmüştür (Kanbolat 2006). Çerkez, Çeçen, Gürcü, Abhaz, Osset, Avar, Azeri, Karapapak (Terekeme) ve Ahıska Kıpçakları bunlar arasındadır. Bu yazının konusu olan Ahıska’nın yoğun göç etmelerine (120 bin), katliamlara (Ahilkelek'te 80 bin civarında) ve bölgeye Ermenileri yerleştirme politikasına rağmen 1917 yılı tarım istatistiğine göre (Ahıska ve Ahılkelek A Bölgesi) nüfus dağılımı şöyledir (Gökdemir 1998: 105):
Müslüman |
66.480 |
Ermeni |
29.510 |
Gürcü |
10.380 |
Yahudi |
3.283 |
Rus |
205 |
Rum |
100 |
Türkiye Kars Antlaşması gereği Gürcistan’ın Acaristan (Acara) özerk bölgesinin garantörüdür. Bir milyon civarında Müslüman bu bölgede yaşar ve garantörlüğün gerekçesi de bu Müslümanların haklarının güvence altında tutulmasıdır. Yine Gürcistan’da nüfusun en az % 6,5’unu Karapapaklar (Terekemeler) oluşturmaktadır.
Gürcistan Acara’da yaşayan Müslümanlara yönelik Kartvelleştirme (Gürcüleştirme) ve Hıristiyanlaştırma çalışmalarını hızlandırarak sürdürmektedir. Müslüman köylerde kilise açma çalışmaları yürütülmektedir. Çürüksu’da 18.7.2006’da 300 genç vaftiz edilerek Hıristiyanlaştırıldı. Maçahel bölgesinde üç köyün topluca Hıristiyan dinine geçmesi törenine Gürcistan başbakanı da katıldı. Müslümanlar ekonomik ve siyasi baskılar sonucu din değiştirmeye zorlanmaktadırlar. Aşağıdaki iki paragraf Diplomatik Gözlem’in internet sayfasından alındı: http://www.diplomatikgozlem.com/haber_oku.asp?id=2179
Saakaşvili, Gürcistan’da yaşayan “bir milyon Müslüman”ı da adeta yok sayarak, onlara hiçbir hizmet götürmedi. Bu insanların dini konularda hizmet verecek eğitim kurumlarının bulunmayışı, dini eğitimi olmayan imamların mescitlerde hizmet vermeye çalışması ile ilgilenmediği gibi, Batum ve Tiflis Merkez Camii’nde ezanların susturulmasını sağladı. Ama diğer taraftan, Türk asıllı halkın yaşadığı bölgelerde, çok sayıda kilise inşa edilmesinde bir sakınca görmedi. Hatta Tiflis’te, Kura Nehri’nin güneyinde yer alan ve “Türk mahallesi” olarak bilinen Ortacala mahallesindeki tarihi Türk kalesi Naringala’nın içine, bir kilise inşa ettirerek, halkın dini ve milli duygularını zedeledi.
Borçalı (Marneuli) Bölgesinde yaşayan Türklerin Sünni Müslüman olmasını fırsat bilerek, İran’ın yürüttüğü “Şiilik” propagandasını, soydaşlarımıza karşı koz olarak kullandı. Daha da ileri giderek, Tiflis'te, Şeytan Pazarı bölgesinde 15.000 Sünni Müslüman'a (Karapapak-Terekeme) hizmet veren Naringala Camii imamının yerine, Şii imam atayarak, halkın inanışları çerçevesinde ibadet etmesine engel oldu.
Garantörlüğü gereği yaşanan sorunların çözümü için Türkiye’nin Gürcistan ile masaya oturması gerekirdi. Eğer Türkiye iç sorunlarını çözememiş, ülkesinin tamamına hakim olamamış ve Türkiye’ye hatırı sayılır oranda bağımlı olan, stratejik ortaklık olarak tanımladığı bir ilişki sürdürdüğü küçük bir ülkeye yüzde yüz haklı olduğu Ahıskalıların sorunun çözmede yardımcı olamıyor ya da ağırdan alıyorsa bunu açıklamak zordur.
Gürcistan Parlamentosunun çıkardığı dönüş yasasından Ahıska (Cavaheti) Ermenileri oldukça rahatsız olmuş görünmektedirler. Rahatsızlıklarının bir kısmı da bölgeye yakın bir başka yer olan Borçalı (Merneuli) da 400 bin kadar Karapapak’ın yaşamasıdır. Ermeniler iki yandan kuşatılacaklarını ve özerklik talepleri konusunda rahat olamayacakları düşüncesindedirler. Ahıskalıların dönüşü Karadeniz’e ulaşma hedefi olan Ermeni yüksek stratejisine de ters düşmektedir. Aslanlı’nın (2006) aktardığı bilgiye göre Sovyetler Birliği'nin dağılma döneminde toplanan Ermeni Ulusal Kongresi, genişleme projesi çerçevesinde Azerbaycan'a ve Gürcistan'a karşı toprak iddialarının ortaya konmasını görüşmüştür. Toplantıda, öncelikle Azerbaycan topraklarının bir kısmının Ermenistan'a birleştirilmesi, daha sonra Gürcistan'a yönelik çalışmalara yoğunluk verilmesi doğrultusunda karar alınmıştır. Buna gerekçe olarak da, ilk önce Gürcistan'a yüklenilirse, hedefe ulaşılmış olsa bile, daha homojen olan Azerbaycan'a yönelik ikinci hamlenin başarıya ulaşma ihtimalinin düşük olacağı görüşü ortaya konmuştur. Bu nedenle de "ilk önce Azerbaycan topraklarının bir kısmı Ermenistan'a birleştirilecek (önce işgal, sonra hukuki boyut kazandırma yolu ile), daha sonra ise, bu süreçte diğer etnik sorunlarla boğuşmaktan yorgun düşmüş olan Gürcistan'a yüklenilecekti. (Nitekim, Abhazya sorunu sırasında Gürcistan ordusuna karşı Abhazya'nın bağımsızlığı için mücadele eden en önemli birliklerden birisinin Ermeni birliği olduğu unutulmamalıdır) Fakat yine de “altyapı” çalışmalarından geri kalınmamış, bu doğrultudaki çalışmaları organize etmek üzere 25 Şubat 1988'de "Cevah" isimli bir örgüt oluşturulmuştur.
Ne olursa olsun hem bu insanları rahatlatmak hem de hakları ellerinden alınan insanlara haklarını vermek gerek.
Sonuç
Rusya 1828’den itibaren Kafkasya’yı işgal etmiştir. Bölgede tarihin eski zamanlarından beri süren Türk ve Müslüman varlığı Rusya’ya karşı her zaman aktif ya da pasif direniş biçiminde sürmüştür.
Türkiye Kafkasya ile ilgilenmeli ancak bağlaşık bulunduğu Atlantik bloğunun “meri kekliği” rolünü oynamamalıdır. Aynı şekilde Rusya’nın emperyalist politikasından uzak tutulması gerekir. İki yüzyıldır başta Çerkez ve Çeçenlere olmak üzere Kafkas halklarına yaptığı zulme artık son vermelidir. Bölge bağımsız olabilmelidir. Genel olarak yüzlerce yıl bir arada yaşamış ve bir arada yaşama kültürü olan bu halklar bağımsız yaşamayı hak etmektedirler.
Karadeniz Ekonomik İşbirliğine (KEİ) taraf ülkelerin önemlilerinin bu bölgede bulunması bölge için avantaja dönüşebilir. Kafkasya’nın bir rekabet alanı olmaktan çıkıp işbirliği alanı olması bölge için bir şans olacaktır. Dolayısıyla KEİ’nin geliştirilmesi de bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Ahıskalıları ortada bırakmak, ABD’ye göndermek ya da Türkiye’ye kabul etmek yerine ata yurtları olan Ahıskaya yerleştirilmesi sağlanmalıdır. Onların öncelikli istekleri de bu yöndedir. Bu durumda Ahıskalılar Gürcistan ile Türkiye arasında bir köprü olarak ilişkilerin daha da gelişmesine katkıda bulunacaklardır.
Ahıskalıları Ahıska’ya yerleştirmekle sorunlar bitmeyecektir. Gürcistan hâlâ ekonomik, sosyal ve siyasal olarak kendini toparlayabilmiş değildir. Ahıska (şimdilerde Cavaheti) Gürcistan’ın birçok yönden en geri kalmış bölgesidir. Bölgede yaşayan Ermeniler de nüfuslarının ekonomik nedenlerle azalmasından şikayetçidirler. Bölgeye Ahıska Türklerinin gelmesi kendiliğinden durumu değiştirmeyecektir. Bölgenin verimli toprakları olmasına karşın yeterince kullanılmamaktadır. Ayrıca Ahıskalıları sadece tarım ve toprağa yönlendirmek ve onları köylülüğe mahkum etmek doğru olmayacaktır. Zaten Ahıskalıların eğitim düzeyleri yükselmiş ve büyük ölçüde kentlileşmişlerdir.
Gürcistan Devleti, Abhazya, Osetya ve Cavaheti olarak bilinen Ahıskaya hakim değildir. Oraya yerleşecek olanlara çok yönlü destek olmak gerekmektedir. Bu destek Türkiye devletinin siyasi ve ekonomik desteği ve Ahıska derneklerinin gönüllü katkısı biçiminde olmalıdır. Toplam nüfusu yaklaşık dört buçuk milyon olan Gürcistan’ın yaklaşık 300 bin kişiyi birden iskan edebileceğini düşünmek zordur. 2008-2011 yılları arasında zamana yayarak yapılacak iskânda Ahıskalıları Gürcistan içinde dağıtmak gibi düşünceler de bulunmaktadır. Bu durum başka birçok sosyal sorunu ortaya çıkaracaktır. Ahıskalıların Ahıska’ya yerleşmesi sağlanmalıdır. Dağınık yerleştirme ve 100 binin altında bir kitlenin dönmesi Ahıskalıların ülkede tutunamayacakları anlamına gelir.
Türkiye’nin her yerinde Ahıska kökenli çok sayıda insan yaşamasına rağmen örgütsüz, dahası geride kalanlar konusunda bilinçsiz durumdadırlar. Türk toplumunun da konu hakkında bilgisi olmadığından duyarsızlığı söz konusudur. Toplum konu hakkında bilinçlendirilmelidir. Zeyrek’in (2001: 199) deyişiyle Ahıska Türklüğü, Anadolu Türklüğünü ateş hattı olan Rus sınırını yüzyıllarca cansiperane korudu. Bugün sıra Anadolu Türklüğündedir.
Ahıska (Cavaheti) civarına yerleştirilen Ermeniler ile yaşanabilecek olası sosyal sorunlar da dikkate alınmalıdır. Halen bölgede yerleşik Ermeniler Gürcistan’dan ayrılmak ve Ermenistan ile birleşme arayışındadır. Posof (Türkgözü kapısı) ve Çıldır’ın bitişiğinde olan, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının geçtiği bu bölge fiilen komşu Ermenistan’a bağlıdır. Bölge Ermenileri Mart 1988’de Azerbaycan ile olan Karabağ çatışmasına gönüllü katılmış ve siyasal talepleri ve paramiliter güçleri olan bir kitledir. Yine Ahılkelek’te bulunan Rus askeri üssü de bölge Ermenilerinin hem istihdam hem de askeri güvencesi gibi bir rol oynamaktadır. Ahıska (Cavaheti) Ermenileri, Ermenistan’da “Güçlü Anavatan” adlı bir parti kurmaları ve Ermenistan’da etkili olma çalışmaları da dikkat çekicidir (Ağacan 2005). Ermenilerin tarihsel vatanlarına dönecek olan Türkleri sıcak karşılayacaklarına ilişkin bilgi bulunmamaktadır.
Türkiye Ahıska’nın en azından alt yapısına yardım edebilir. Bunun bölgeye yönelik bir yardım olacağından Ermeniler de yararlanacaklardır. Bu iyi niyetin iyi niyetle karşılık bulacağı umulur.
Kandemir’in (2001) işaret ettiği gibi Gürcistan, bölge Ermenilerini Türklerle dengeleme politikası izlerse, ki niyet bu olmasa bile sonuçta olacak olan budur, bölge yeni sorunlara gebedir.
Not: Bu özet yazının daha ayrıntılı halini okumak için lütfen tıklayınız.
Kaynakça
Adji, Murat. 2002. Kıpçaklar: Türklerin ve Büyük Bozkırın Kadim Tarihi. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.
Ağacan, Kamil. 2004. “Cavaheti Sorunu-Gürcistan Ermenilerinin Artan Özerklik Talepleri” Stratejik Analiz. Haziran 2004.
_____. 2005. “Ermenistan-Gürcistan İlişkileri” Ermeni Araştırmaları. Sayı 19. Sonbahar, 2005. http://www.eraren.org/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=364
Aslanlı, Araz. 2004. “Türkiye, Pasif Konumda” Cumhuriyet Strateji. 09.08.204.
_____. 2006. “Gürcistan’ın Yeni Sorunu: Ermeni Nüfus” Cumhuriyet Strateji. 09.01.2006.
Çeçen, Anıl. 2006. Türkiye ve Avrasya. Ankara: Fark yayınları.
Çınar, İkram. 2004. “Avrasya’nın Geleceği: Sultan Galiyev’i Anlamak” Eğitişim Dergisi. Mayıs, 2004. http://www.egitisim.gen.tr/site/arsiv/39-6/421-ikram-galiyev1.html
_____. 2006. Mankurtlaştırma Süreci. Ankara: Anı Yayıncılık.
Dugin, Aleksandr. 2004. Rus Jeopolitiği, Avrasyacı Yaklaşım. (Çev. Vügar İmanov) 2. Baskı. İstanbul: Küre Yayınları.
Davutoğlu, Ahmet. 2004. Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu. 19.Baskı. İstanbul: Küre Yayınları.
Erdurmaz, Serdar. 2005. “ABD’nin Kafkaslardaki Hedefleri” Cumhuriyet Strateji. 16 Mayıs 2005.
Eslen, Nejat. 2006. “Türkiye: Kafkasyadaki Ortağı Azerbaycan Kıtasal Önemde” Cumhuriyet Strateji. 29.5.2006
Feyizoğlu, Turhan. 2007. Türk Ocağından Türkiye Komünist Partisi’ne Mustafa Suphi. İstanbul: Ozan Yayıncılık.
Gökay, Bülent. 2006. Emperyalizm ile Bolşevizm Arasında Türkiye (1918-1923). (Çev. Sermet Yalçın) İstanbul: Agora Kitaplığı.
Gökdemir, Ahmet Ender. 1998. Cenûb-i Garbi Kafkas Hükûmeti. Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi.
İlhan, Suat. 2006. Türklerin Jeopolitiği ve Avrasya. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Kanbolat, Hasan. 2001. Kafkasya’da Cevaheti (Gürcistan) ile Krasnodar (Rusya) Ermenilerinin Jeopolitiği ve Özerklik Arayışları (İngilizceden Türkçe Özet) Ermeni Araştırmaları Sayı 2 http://www.eraren.org/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=218
_____. 2006. “Gürcistan Kars Antlaşmasını Unuttu mu?” Stratejik Analiz. Mayıs 2006.
Kırzıoğlu, Fahrettin. 1992. Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Mehmed Arif. 2006. Başımıza Gelenler: 93 Harbinde Doğu Anadolu Cephesi. Üçüncü baskı. İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı.
Mirza, Ervin. 2007. “Qırmızı Kürdüstan İdeyasından Ermeniler de Xeberdardılar” Yeni Müsavat Gazeti. 22 May 2007. http://www.musavat.com/site/?name=archive&do=search&mid=0&date=2007-05-22&list=20&p=2#
Mütercimler, Erol. 2006. Geleceği Yönetmek/ Yüksek Stratejiden Etki Odaklı Harekâta. İkinci Baskı, İstanbul: Alfa Yayınları.
Tanrıbakan, Namık. 2006. “İsrail’in Türkiye’ye Komşu Kafkas Ülkeleri ile İlişkileri” Stratejik Araştırmalar Dergisi (Sarem) Sayı 8. Eylül 2006.
Tezkan, Yılmaz ve M. Murat Taşar. 2002. Dünden Bugüne Jeopolitik. İstanbul: Ülke Kitapları.
Tombuloğlu, Mustafa. “Avrasya Hareketi ve İran-Rusya Yakınlaşması. Yörtürk Kültür ve Sanat Dergisi. Mart-Nisan 2004.http://www.yorturkvakfi.com/turkish/modules.php?name=Guncel&file=avrasya Erişim: 25.7.2007.
Üşümezsoy, Şener. 2004. Avrasya’da Devrim: Türk Jeostratejisi. İkinci baskı. İstanbul: İleri Yayınları.
Zeyrek, Yunus. 2001. Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri. Ankara: Pozitif Matbaacılık.
Zeyrek, Yunus. “Ahıska ve Ahıska Türkleri.” http://www.ahiskalilar.org/giris/tarihimiz.html 8.8.2007.
Ahıska Türkleriyle ilgili kapsamlı etnografik bir araştırma için bkz. http://www.axiska.narod.ru ,
Ahıska Haritası: http://www.ahiskalilar.org/portal/modules.php?name=FOTO