Tarihçi Durant’a “insan kimdir, nedir” diye sorduğumda (filozofa mı sorsaydım!) şöyle dedi: “‘İnsan’ dediğimiz varlık evrensel zamanın sadece bir anı, dünyanın geçici konuğu, türünün bir zerresi, ırkının kalemaşısı, beden, akıl ve kişiliğinin bileşkesi, aile ve toplumun üyesi, inanç yolunun yolcusu ya da sorgulayıcısı, ekonominin işçisi, devletin vatandaşı, ordunun savaşçısıdır. Bütün bu olguları inceleyen jeoloji, coğrafya, biyoloji, etnoloji, psikoloji, ahlak, din, ekonomi, politik strateji gibi bilim ve sanatlara insanoğlunun yolunu, yazgısını ve doğasını sorabilirsin” (Durant 1992: 15).  Bununla insanın “ne” olduğunun bir kısmını öğrenebildim.

“İlerleme” adını verdiğimiz olgu, her kuşağın geleneksel bir övünme (kendini öncekinden üstün görme) tutkusu olabilir mi? Tarih çağları boyunca “insanın doğasında” elle tutulur bir değişme bulunmadığına göre, teknolojik gelişme, eski amaçlara hizmet eden yeni araçlardan başka bir şey değil midir yoksa?

Carl Rogers, insan doğasına iyimser bakan psikologların başında gelir. Ona göre her insan doğuştan mutluluğu arar, potansiyellerini [gizilgüç, istidat] gerçekleştirmek için çabalar (Cüceloğlu 1996: 428). İnsan “mutlu olma”yı arıyor. Tüm çabalarının altında yatan mutlu olma isteği! Mutlu olmak için iyiyi, güzeli, rahatı, mükemmeli arar. Bunun için felsefe, bilim yapar, teknoloji geliştirir ve yine mutlu olmak, ayrıntılarda gizlenen küçük tatları  yakalamak, ondaki estetiği görmek ve anlamak için felsefe, bilim, bilgi ve sanat üretir, tüketir.

Yaptığı kötülüklerin altında yatan da sonuçta “mutlu olma” isteğidir. Ancak bu istek insanlık ideallerine ters düşmektedir. “Cihan hakimiyeti mefkuresi” güden Hitler, milyonlarca insanın ölmesine neden oldu. Ancak başarsaydı mutlu olacaktı. Katiller, terörcüler yaptıklarını sadece amaçlarına ulaşmada bir araç olarak yapmaktalar. Ulaşınca mutlu olacaklardır.

Ne yapmalı ki insan, insanî yollardan bu ezeli “mutlu olma” amacına ulaşabilsin? Hangi kanalları açmalı ya da hangilerini (ve nasıl) kapatmalı? Mutlu olduktan sonra “hazcılığı” bir dünya görüşü haline getirir mi? Kendi zevklerini yaşamın amacı olarak gören bir insana, “kanaatkâr” olmayı, cânım Yunus’tan başka öğretecek olan var mı? Zor sorular bunlar. Ancak yanıtlanmalı. Medyatik olamadığım için yanıtları ben bilmiyorum.

Kamusal alanda sürekli olarak örgütler içinde yaşıyoruz. Örgüt ortamında insanı düşündüğümde, “onun mutlu olması için örgüt ne yapabilir” sorusuna, “mutlu olmada örgütün amaçlarını araç olarak kullansa”, diyorum. Peki bu “yem”i yutar mı, ya da böylesi bir olta sarkıtmak ne kadar ahlâkidir?

“Bir işyeri, çalıştırdığı kişinin bir insan olarak ne gibi fiziki ve manevi gereksinimlerinin olduğunun farkında değilse ya da hiç umursamıyorsa, o işyerinin duygusal zekâsı düşüktür.” Yöneticilere akıl satan yönetim gurusu Moller böyle diyor. Yine verimi artırmak uğruna yerli kara ineği montofon inek haline getirme çabası! Moller, örgüt insanı psiko sosyal yanlarıyla kendine bağlamalı, onu satın almalı, bireyselliğini yok etmelidir, demeye getiriyor. Eşref-i mahluka bu yakışır mı? Bazen “insan olmak insanın haysiyetine dokunuyor”.

“Olumsuz yaklaşımla olumlu sonuç alınamıyor.” Kaygılı bireylerden oluşan, korku ve stresin egemen olduğu bir örgütte, öğrenme ve bilgi üretme, öğrenmeyi verimli bilgiye dönüştürme ve bilgiyi paylaşma, neredeyse olanaksızlaşmaktadır. Olumsuzlukların egemen olduğu bir örgüt ortamında çalışanlar sorun üretirken, sevgi, saygı ve mükemmellik arayışının egemen olduğu ortamda çalışanlar çözüm üretirler.

Kendisine insan olma onuru ile gereken değer verilmeyen ast, ya umursamaz bir tavır alacak ya da iş ve aile çevresine karşı saldırgan bir tutum içinde olacaktır (Varol 1993: 3). Üstelik işteki olumsuzluk eve, evde gerginleşen ruh hali işyerine taşınacağından, “kartopu etkisi” ortaya çıkmaktadır. Bataklıkta çırpındıkça batmak gibi. Olumsuzlukların toplamından olumlu sonuç elde edilemez. Olumsuzla olumsuzun toplamını sadece Matematikçiler olumluya dönüştürmeyi becerebilmektedir.

Vel hasılı kelâm, eğer insan kaynağından söz ediliyorsa, bu kaynağı önce eğitmek, sonra da hem eğitmeye devam etmek, hem de “paşa gönlünü” hoş tutmak, örgüt açısından bir zorunluluktur. Bunu tek yönlü bir hoş tutma olarak görmüyorum. Paşanın gönlü ancak örgüt ortamında hoşlaşır. Başkalarıyla yarışmak, işbirliği yapmak gibi oyunlara bayılır. Tarihi bitiren (sonra da çark eden) kara haberci Fukuyama da şöyle diyo:

İnsanoğlunun [ve kızının] sosyal işbirliğini gerektirmeyen hiçbir iş alanı yoktur. İnsanlar çeşitli örgütlerde kendi bireysel ihtiyaçlarını tatmin etmek için çalışırlarken, işyerleri de insanları kendi özel yaşamlarından çıkarıp, daha geniş bir sosyal ortamla ilişkilendirir. Hiç kuşkusuz bu bağlantı, sadece aybaşında maaş almak için bir araç değil, aynı zamanda insan yaşamının önemli bir amacıdır. İnsanlar bencil bir yapıya sahip oldukları kadar, insan kişiliğinin bir yüzü, daha geniş toplulukların bir parçası haline gelmeyi şiddetle arzu eder. İnsanoğlu [ve kızı] Durkheim’in “anomi” diye tanımladığı, kendilerini diğer insanlara bağlayan kuralların ve normların yokluğunda keskin bir kaygı duyar. Modern işyerleri, bu kaygı, endişe duygularını yumuşatan ve üstesinden gelen bir işlev üstlenir (Fukuyama 1998: 19).

İçinde yaşadığımız sanayileşmiş ve daha da sanayileşme, tüketim ve enformasyon toplumu olma doğrultusunda gelişen toplumun amacı ile, insanın giderek kendini gerçekleştirme yolunda olması birbiriyle çelişir görünüyor. Çünkü çağdaş toplum, başat niteliği itibarıyla, “varolma” eğilimine karşılık “sahip olma” eğilimli (Varol 1993: 1). Bir yandan uyumlu insan istenirken öte yandan yaratıcı insana gereksinim duyuluyor. Uyumlu insanın ne kadar yaratıcı olacağı ise tartışmalıdır.

Ben yine eklektik yaklaşacağım: İkisini birden istiyorum. Hem özgür ve yaratıcı, hem de uyumlu ve işbirlikçi. Orhan Veli’nin dediği gibi; “İşçi kızları severim / ama güzel işçi kızları daha çok severim.” Nazım Hikmet’in dediği gibi; “bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine”...

KAYNAKÇA

Cüceloğlu, Doğan. 1996. İnsan ve Davranışı. Altıncı baskı. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Durant, Will ve Ariel. 1992 Tarihten Dersler. (Çev.: Bozkurt Güvenç) İstanbul: Cem.

Fukuyama, Francis. 1998 Güven: Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması. (Çev.: ) Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.

Moller, Claus. 1998 “ ? ” Milliyet, 12.8.1998.

Varol, Muharrem. 1993. Halkla İlişkiler Açısından Örgüt Sosyolojisine Giriş. A.Ü. İletişim Fakültesi Yayınları. Ankara.

You have no rights to post comments