Ortalıkta dolaşan bir söz var; “işsiz çok ama işe yarar adam az” diye. İşe yarar adam yetiştirerek “Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip ülkesi” olmayı neden yeterince değerlendiremiyoruz?

Yüzyılların bilgesi Sokrates der ki: “Atlar at olarak doğar, ama insanlar insan olarak doğmaz; eğitimle kültürlenerek insanlaşır.” Gerçekten de tay doğar doğmaz atsız bir ortama alınıp büyütülse bile, bir atın tüm özelliklerini gösterirken, insan yavrusu insansız bir ortamda büyütüldüğünde, bir insanda olması gereken özellikleri kazanamadığı görülür. Amala ve Kamala, Baby Hospital, Victor, Mamadan gibi, hayvanlar içinde bir biçimde büyüyebilmiş çocukların, insan davranışları yerine, yanlarında büyüdükleri hayvanlara öykündükleri ve onların davranışlarını sergiledikleri görülmüştür. Bu çocuklar insanlar tarafından bulunduklarında (8-14 yaşlarında) ise, belki de kritik öğrenme çağlarını geçirdiklerinden, konuşma, dik yürüme, yatakta uyuma, yemekte kaşık kullanma ve yatağını ıslatmama gibi sıradan insan davranışlarını öğrenememişlerdir. Dilbilimle uğraşan Hint-Türk hükümdarı Ekber Şah, yeni doğan bebekleri, konuşmanın yasak olduğu bir saraya kapatmıştı. Bu “dilsizler evi”ne yalnızca sağır ve dilsizler girebiliyordu. Hükümdar dört yıl sonra saraya gittiğinde ne bir bağrışma ne de bir konuşma sesi duymuştu.

Kurt, ayı gibi hayvan davranışlarını öğrenebilen ve vahşi doğada yaşamasını bebek haliyle başarabilmiş ya da sessizliğin sesini öğrenebilmiş insanda, sonsuz bir gelişme potansiyeli olmalıdır.

Yukarıdaki örneklerden şu sonucu çıkarabiliriz: İnsan eğitilerek geliştirilebilir ve içinde yer alacağı kurumun amaçları doğrultusunda yeni nitelikler kazanabilir. Ama geliştirilebilir bir insan haline getirilmişse!

Bir kurum için insan bir sermaye, değerli bir kaynaktır. Kurumun amaçlarına ulaşması için bu kaynağı eğiterek, geliştirmesi ve yararlanmasından daha doğal bir şey olamaz. Bunu yaparken insanı kurum için sadece sağmal bir inek, bir araç olarak değil de, bir “insan” olarak görür ve bunu dikkate alırsa, bu sonuç her iki tarafın da doyum sağlamasına ve amaçlarına ulaşmalarına neden olur.

Bunu yapabilmek uzun erimli planlı çabaları gerektirir. Yani sadece hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimde insan kaynağını geliştirmeye kalkarsanız, bunda geç kalmış olabilirsiniz. Bu kaynağı geliştirme sadece işletme/okul ya da kurumlara bırakılmamalıdır. Toplumun bu konudaki duyarlılığının geliştirilerek, insan kaynağı doğum öncesinden itibaren ülke için stratejik bir konu olarak ele alınmalı ve bu kaynak geliştirilmelidir.

İnsan kaynağını geliştirme, sadece kurumlara bırakılır ve hizmet içi eğitim gibi ele alınırsa, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi öğrenmede kritik dönemlerini geçirmiş, düşünmeyi ve öğrenmeyi öğrenememiş, kendine güvenemediği, girişimciliği kazanamadığı ve bireyleşemediği, beynini kilitleyip anahtarı da denize atmış, Kant’ın deyişiyle, “aklını kullanma cesareti gösteremediği” için aklını birilerinin ipoteğine vermiş ve onun sürüsüne katılmış kişilerden, çok da “geliştirilebilir kaynak” olmayacağı açıktır.

Aslına bakılırsa eğitim kurumlarında hizmet öncesinde bu geliştirme yapılmaktadır. Ancak hem bilinen nedenlerle bunun niteliği düşüktür, hem de çok miktarda bilginin üretildiği bir ortamda var olanla yetinmenin sermayeden harcamak anlamına geleceği açıktır. Sermayeden harcamak sermayeyi tüketir!

İnsan kaynağını geliştirme çalışanın dünyaya, olay ve olgulara kısacası işine bakışını değiştirmek, yeni bakış ya da paradigma kazandırmaktır. “Kalıcı izli davranış değişikliğine” uğramış bir insanda bu izler nasıl silinip yeni izler oluşturulacaktır? Bu soru yanıt bekleyen ciddi bir sorudur. Yetişkin eğitimi (androgoji) ile ilgilenenler buna cevap arıyorlar.

Sözü fazla uzatmadan şu soruların yanıtlarının da önemli olduğunu belirtmekle yetinmeli: Aklını kullanma cesareti gösteren, duyan, düşünen, araştıran, eleştiren ve üreten, beyninin her tarafını kullanabilen insanı nasıl bir eğitim ile elde edebiliriz? Yasalarda, evde ve okuldaki özgürlüklerle mi? Özgürlüklerin yasayla verilmesi sorunları çözer mi? Öncelikle kafaların özgür olması gerekmez mi? Düşünce özgürlüğü sorunu öncelikle kafaların özgür olma sorunu değil midir? Tek sorun özgürlük müdür? Özgürlüğü hak etmek için onu sorumlulukla nasıl dengelemeliyiz?

Adam olacak çocuğu tanırız da, kaynak olabilecek insanı nasıl tanıyacağız? Yanıt burada gizli olabilir mi? Sahi, adam olabilecek çocukların, adam olamamalarını nasıl  sağlıyoruz?