1. Rusya ve Sovyetler Birliği Geçen Yüzyılın Birinci Yarısında
Amacım, fizik (bazen genel olarak temel bilimler) eğitiminde ve bilimindeki ve bunlara bağlı olan bazı teknolojilerde ki sorunları, sadece kesin şekilde ortaya koymak değil, aynı zamanda bu sorunların Türkiye’deki kaynaklarını belirlemeye çalışmak ve kaldırmanın yollarını araştırmaktır.
Fizik bir bilim dalı gibi, Galileo zamanın dan ( 1564 - 1642), onun mekanik de ki ölçümlere (deneylere) bağlı işleri ile başlıyor. Bu bilim dalının ve buna bağlı olarak gelişen teknolojinin yaklaşık %90'ı, Avrupa (öncelikle Yahudiler, İngilizler ve Almanlar) ve Japon kökenlileri tarafından üretilmiştir. Dünya’nın geriye kalan toplumlarında (biz Türkler de dahil), Fiziksel (bilimsel) düşünce az gelişmiş olduğu için, bu toplumların kültüründe iyi fizik eğitimi ve bilimi olmadığından, bunlara bağlı olarak yeni teknolojilerin üretimi de pek önem kazanmamış. Bu toplumlar, temel bilimler ve mühendistik alanları dışında olan alanlarda, örneğin mimarlık, müzik, edebiyat, hukuk, spor, gazetecilik, politika, sanayi, ticaret ve diğer alanlarda iyi olabilirler. Bunu, Türkiye örneğinde çok açık bir şekilde görebiliriz. Ama, biz ve bizlere benzeyen ülkelerin, ekonomi konusunda, gelişmiş ülkelerden bağımsız olarak hareket etmeleri çok zordur. Bu gerçekler ışığında yazımın bu bölümünde, bundan yaklaşık 20 yıl öncesine kadar, Sovyetler Birliği’nin, Dünya’nın ikinci Süper gücü olmasına rağmen, nasıl çöktüğünü ortaya koyarak kısaca açıklamak istiyorum.
1905 yılında, Rusya büyük ordu ve çok sayıda gemilerle Japonya ile savaşa girdi. Japonlar’ın savaş gemilerinin sayısı az, ama hız, manevra kabiliyeti, donanım ve savaş taktiği açısından daha iyi idiler. Japonların asker sayısı da azdı. Hatta Ruslar, “Biz Japonların üzerine şapkalarımızı atarak yeneriz” diyecek kadar kendilerine çok güveniyorlardı. Bu cümle, birilerini atılan şapkalarla yenmek gibi tarihte kaldı (Şapkalar atarak yenmek). Bu Savaşta, Büyük (arazi ve nüfuz açısından) Rusya, kısa zamanda utanç verici şekilde yenildi. Japonya eğitimde, bilimde ve yeni teknoloji üretiminde önde olduğundan Çinide ayağının altına sala bilirdi. Aynı nedenlerle şimdi İsrail Yakın Doğuda istediğini yapabilir. Yakın gelecekte Ermenistan kendi bölgesinin külcü ülkesi durumuna gelecek.
1939 yılında İkinci Dünya savaşı başladı. Sovyetler Birliği, İspanya’daki Halk hareketine yardım ederken; Kendi askerlerinden oluşan gönüllüler ordusu ile, general Frankoya yardım eden Almanya silahlı kuvveleri ile çatışmalara girdiler. Bu çatışmalarda, Sovyetler Birliği gönüllüler ordusunun kumandanları Almanların yeni savaş taktiklerini, özellikle tank birliklerinin ayrı birimler halinde kullanılmasını gördüler. Bunlar, yaklaşan ikinci Dünya savaşının Sovyetler Birliği için çok zor geçeceğini açıkça ortaya koyuyordu.
Sovyetler Birliği, 1941 – 1945 yıllarındaki savaşta önceden tahmin edilen ve hatta bilinen bütün bu zorluklara karşın, Almanlara yenilmemesinin en önemli nedenleri şunlardı:
1) Sovyet ülkesinin çok büyük hızla bilimini, teknolojisini, ekonomisini ve ordusunu geliştirmesi.
2) Sovyet halkının çoğunlukla Stalin’e kendinden fazla inanması (Stalin için vatan ve milletten daha değerli kavram olmadığına olan inanç). Savaş yıllarında, Stalin ve onun çevresi canla başla çalıştılar. Oğullarını da savaşa gönderdiler. (Stalin in iki oğlu vardı ve hemen savaşa gittiler. Bunlardan Yakov, Almanlara esir düştü ve namusuyla öldü. Yakov esirken, Almanlar, onu, Stalingrad’ da esir düşen Feldmarşal Pauls ile değiştirmek istediler. Stalin’in cevabı şöyle olmuştu: “ Ben askeri Feldmarşala değişmem, bütün Sovyet askerleri benim oğullarımdır’’.)
3) Sovyet Ülkesinin arazisinin çok büyük ve iklim şartlarının çok zor olması, nüfuzunun Almanya nüfuzunun 2.5 katını aşması.
4) Sovyetler’i destekleyen ve sonra da kıtada savaşa giren Amerika ve İngiltere’ nin gelişmiş teknolojileri ve ekonomik zenginliklerinin olması.
Ama, bunlara rağmen, Sovyetler Devlet’in üst düzey yöneticilerinin ve kumandanların eğitim, uzmanlık ve kültürel seviyelerinin Almanların kumandanlarına göre düşük olması ve bazen hastalık derecesindeki öz güvenlerine bağlı düşüncesizce davranışları yüzünden, Ülke nüfuzunun yaklaşık 30 milyonunun ölümüne neden oldu (Kendine güvenin, ekonomiye, silaha ve bilgiye dayanan bir temeli olmalı. Bir de liderler Lenin ve Stalin gibi kendi halkına karşı terör estirmemeli.) Almanlar’ın, ikinci Dünya savaşındaki bütün insan kaybı ise, yaklaşık 15 milyon kadar olmuştur. Polonya’nın, ikinci Dünya savaşında düşmanlara karşı kahramanca (ama düşüncesiz, güçsüz bir ülkenin çok güçlü birine karşı ölüm dirim savaş vermesi ) savaşmanın bedelini yaklaşık 10 milyon insan kaybıyla ödedi. Bütün bu veriler, adeta eğitim, bilim ve teknoloji düzeyinin göstergesidirler. Örnek vermek gerekirse, Hitler’e göre Stalin ülkesinin direncini artıran bir lidere sahip olduğu halde; bütün savaş yıllarında genel olarak bakıldığında, Sovyet Ülkesi, ağır silahlarda ve uçaklarda Almanlardan (doğu cephede ) yaklaşık 1.5 - 2 kat ve asker sayısında yaklaşık 2 – 3 kat daha fazla kayıp vermesi. (Burada bir psikoloji etkini de kayıt etmek isterim. Bazen Sovyet kumandanların, parti ve devlet liderlerinin sahtekar ve yetenek sis davranışları sonucu büyük kayıplar cahil insanları sarsılmaz yapmağa yardımcı olurdu. Onların düşmene olan nefreti ve liderlerine sevgileri artıyordu. Demokrasi gelişmemiş ülkelerde savaş zamanları, bazen büyük kayıplar bile, kısa zamanda liderlerin ve kumandanların işlerine gelebilir.)
Almanlarla yapılan savaştan sonra, Sovyet Ülkesi, aynen savaş başlamadan önce olduğu gibi, özellikle ekonomi ve eğitim alanlarında inanılmaz büyük bir hızla gelişmeye devam etti. Ülke’de bütün mevkilere, Üniversite diploması olanları getirdiler. Ama, Stalin’den ve özellikle 60 – 70 yıllarından sonraları yönetime gelenler, vatan ve milletin çıkarlarını değil, sadece kendi çıkarlarını düşündüler. Kendi yakınlarını ve rüşvet verenleri her yere yerleştirmek politikası çok geniş şekilde yaygınlaşmağa başladı. Bu durum, Müslüman nüfuzlu Cumhuriyetler’de çok daha fazla cereyan ediyordu (Ben, Türkiye’nin bu anlamda soydaşlarımızın çoğunlukta bulunduğu diğer Ülkelerden çok daha iyi durumda olduğunu her zaman söylüyorum. İyi ki, komünist rejimi Türkiye’yede kurulmamış. Aslında bu durum, Atatürk’ün, Lenin’den çok daha uzak görüşlü olduğunun bir göstergesidir. Şimdi, bu Cumhuriyetlerde bakan düzeyinde çalışanların yıllık geliri 1 – 2 milyon doları aşabilir, diğer yandan, insanların ortalama aylık maaş 50 dolar civarındadır. İyi ki nüfuzun çoğunun yaşaması için, küçük de olsalar, Sovyet devrinden kalma daireleri var ve gençlerin yaklaşık % 40 Rusya da çalışarak akrabalarına para gönderirler.) Bütün bunlara rağmen, eğitim, bilim ve teknoloji 70 li yıllara kadar gelişmekte idi. Ama esasen, savaştan önce bilim ve teknoloji alanlarında çalışanlar sayesinde bu gelişme oluyordu. Bütün bu gerçekler göz önüne alındığında, Rusya’ da 1917 devrimin bir büyük hata olduğunu deyebiliriz. Sovyet sistemi mutlak çökmesi gerekiyordu. Neden?
2. Bilim ve yeni teknolojilerin ekonomiye etkileri
Ülkelerin, eğitim, bilim, teknoloji ve ekonomik alanlarında gelişmişlik düzeyini, ürettikleri ve dünya pazarlarında sattıkları ürünün türü ve kalitesi gösterir. Bu ürünlerin değeri, onların hazırlanmasında gereken maddenin miktarı ve gereken bilimin ( teknolojinin ) düzeyiyle ölçülür. Bu anlamda pazara çıkarılan ürünler, içerdikleri madde miktarı ve bilim ( teknoloji ) seviyesine göre sınıflandırılır. Genel olarak, belirli madde kütlesinden hazırlanmış ürünlerin, değerlerinin yaklaşık 10 kere (bir mertebe) artmasına göre gruplara ayrılır. En alt gruptaki (en ucuza satılan) ürün, ham maddedir. Eğer ham madde kullanılarak dakik çalışan mekanik aletler üretilirse (örneğin çok eskilerden beri, İsviçre saatleri gibi ), kullanılan ham maddeden elde edilen ürünün değeri 10 kere artmış olur ve bu şekilde elde edilen ürün ikinci gruba dahil olur. Modern bilim ve teknolojinin sonuçlarından ortaya çıkan mikro elektronik parçaları imal etmek için kullanılan ham maddenin değerini yaklaşık 100 kere artırır ve bu nedenle de böyle son ürünler üçüncü gruba dahil olurlar. Yeni tür ürünlerin patentleri bu ürünlerin kendilerinden de 10 kere değerlidirler ve bu nedenle patentler dördüncü gruba dahil olurlar. Böylece, patentler en değerli ürün sayılır. Bana göre, mikro elektronik üretimi ile patentlerin dahil oldukları dördüncü gruba, biyo-teknoloji ve nano-teknoloji ürünleri dahil edilebilir. Böylece, bu son ürünlerin hazırlanmasında minimum madde ve maksimum bilim kullanılmış olur. Bu nedenle de dördüncü gruba dahil olan ürünlerin Dünya pazarlarında ki satış fiyatları, onların hazırlanmasına gereken ham maddeninkinden 1000 (bin) kat daha fazla olur.
Yaklaşık 20. yüzyıl başlarından itibaren, ülkelerin refah düzeyi, ülkelerin eğitim, bilim ve teknoloji üretimiyle doğrudan ilişkili olmaya başladı. Fakat, son zamanlardaki bilimdeki ve yeni teknolojideki gelişmelerle ülkeler arasındaki bu gelişmişlik farkı, yeni teknoloji ile eski teknoloji üretimi ile elde edilen ürünlerin değeri ya da sağladıkları kazançlar arasında oluşan farkın git gide hızla büyüdüğünü ve neredeyse kapatılmasının imkansız hale geldiğini görüyoruz.
Sovyetler Birliği’nde en iyi öğrenciler, genelde Üniversitelerin Temel bilimler, tarih ve edebiyat bölümlerini tercih ederlerdi. O zaman, mühendislik, tıp, ziraat ve diğer alanlar pek popüler değillerdi. En fazla maaş ve gelecek de, fizik, matematik ve bunlara bağlı bilim ve yeni teknolojiler üretimi alanlarında olurdu. Örneğin, bir profesör olarak ders anlatanın maaşı yerli bakanın (bir cumhuriyette görev yapan ) veya en alt düzey generalin (paşanın) maaşı kaderdi. (Sovyetler Birliği’nde, profesör sayısından yaklaşık 10 kat daha fazla doçent çalıştırılırdı.) Doçent, bir ilçe parti liderinden ve Akademinin başkanı da en üst parti liderinden daha fazla maaş alırdı. Ama Chrushev (Hruşev) devrinden başlayarak, parti liderleri, bakanlar ve diğer benzer görevliler, hırsızlık ve rüşvet yolu ile çok zengin olmaya başladılar. İnsanlara bu şekilde zengin olma yollarının açılması, temel bilimsel çalışmalara verilen önemin ve hatta duyulan saygınlığın azalmasına sebeb oldu. Bu şekildeki yozlaşma artarak devam ederken, yaklaşık 1970 li yıllarından başlayarak, tıp, ekonomi ve diğer rüşvet alma imkanı olan alanlar da daha fazla tercih edilmeye ve önem kazanmaya başladılar. Türk Cumhuriyetlerinde bu durum kısa sürede öyle bir hal aldı ki, örneğin Azerbaycan’da, 1980li yıllarda, tıp, hukuk, ekonomi ve benzer fakültelerin kapıları genelde yalnız zengin (üst yönetici) ailelerin çocukları ve akrabalarına açıktı. Doğal olarak, Rusya, diğer kuzey Ülkeler ve Ermenistan, bizimle aynı durumda değillerdi ve Sovyet Ülkesinin üst düzey yöneticileri Kafkas, Orta Asya ve Kazakistan’ a rüşvet kaynağı gibi bakırlardı.
Burada, okuyucunun kafasında şöyle bir soru oluşabilir: Mademki, mühendislik temel bilimlerden sonra, yani ikinci planda yer alıyordu, örneğin uzay araştırmalarında ve kıtalararası menzilleri hedef alan füze üretiminde, Sovyetler tüm ülkelerden nasıl bu kadar ileri gidebilmiş idi? Birincisi, Sovyet ülkesinde eğitimin ve bilimin en üst yöneticileri en iyi bilim insanlarıydı ve öncelikle görevleri (hobileri değil) bilim ve teknoloji üretmek idi.Unutmayalım ki, Amerika’da atom bombası projesinin en üst yöneticisi, dünyaca ünlü teorik fizikçi R. Openheymer idi. Böylece kafanın bilimsel yönde çok iyi çalışması ve çok güçlü sezgi (intuition) sahibi olan temel bilim alanlarında uzmanlar, teknoloji üretiminde çok önemli katkılarda bulunabilirler. Böyle örnekler gelişmiş ülkelerde de çoktur. Bu nedenlerle de Sovyet bilimi ve teknolojisinin en üst yöneticisi görevinde çoğu zaman fizikçiler bulunmuşlar. Demek ki, önemli olan bilimsel kafanın yenilik üretebilme imkanına sahip olmasıdır. Böyle bir bilimsel kafa, orta okul, lise ve üniversite yıllarında kazanılmış olan hızlı ve derin şekilde düşünebilme yeteneğidir. Başarılı olmanın zemini yöneticilerin yönettikleri alanlarda çok iyi uzman olmalarıdır. Ne yazık ki bunu Türkiye’de bilmiyorlar. Danışmanım olan teorik fizikçi Y. Zeldovich (Zeldoviç 21 yaşında doktor, 25 yaşında fizik-kimya konusunda profesör), 29 yaşında (1943 yılında), Sovyet kahramanı ünvanını Katyuşa denilen füzenin üretilmesinde sağladığı katkılardan aldı. Sonra, Y. Zeldovich, bu unvanı, atom ve hidrojen bombalarının yapımında sağladığı katkılardan aldı. Sovyetler Birliği’nde, Y. Zeldovich gibi, üç kere Sovyet kahramanı unvanını kazanmış bilim adamı ve mühendis, sadece yedi (7) kişi olmuştur. Bunların içinde, Akademi başkanlarından, atom üzere bütün incelemelerin başkanı fizikçi Kurchatov ve matematik- mekanikçi, jet uçaklarının dayanıklılığı üzerinde en büyük uzman olan M. Keldısh, yeni tip uçaklar icat edenler, S. İlyushin ve A. Tupolev gibi temel ve teknoloji bilimcileri vardı. Diğer ikisi ise Zeldovichle atom ve hidrojen bombalarını yapan Yr. Hariton ve A.Saharov idiler. (Bu üç Yahudi kökenli fizikçi içinden, barış alanında Nobel ödülü almış Saharov bir jübile makalesinde benim işime büyük değer vermiş, ama ben burada onun bir Türk insanları karşısı olduğunu kayıt etmek istedim. İkinci eşi ermeni olan Saharov Türk kökenlileri insan yerine koymuyordu.)
Sovyetlerin ilk yıllarında doğru-dürüst partili çok ama uzman az idi. Ama uzman olmadan dürüstlük gelişmemiş ülkede bazı alanlardaki yöneticilerin işini o zamanlar çok engellemez, çünkü teknoloji gelişmemişti. Ama bu eğitim, bilim, teknoloji ve kültür alanlarında pek işe yaramıyor, özellikle şimdiki devirde. Örneğin Azerbaycan konservatuarı başına, dürüst komünist, ama benim gibi müzikten anlamayan biri getirilmiştir. O en yüksek maşı hareketli olan davulcuya, en az da müziğin gerektirdiği zaman çalmayı durduran (onun fikrince tembel) kemanca çalana bağlamıştır. Böyle komik, ama ülkeye ziyan veren durumlar zamanla aradan kalktı. Ama gelişmekte olan bilimin ve teknolojinin hızlanması yöneticilerden daha fazla uzman olmasını gerektirir. Buna da bir partili Sovyet Ülkesinde imkan yok idi. Çünkü sonralar gelen parti liderleri istedikleri kişini istedikleri göreve getirirlerdi. Eski zamanlar Sovyetler Birliğinde iş başına işi bileni, çok çalışkanı ve dürüst olanı getirirlerdi. Sonralar dürüstlerin zamanı geçti ve hırsızlar devreye girdiler, ama bu hırsızlar kendi konularında çok zaman uzmanlardı. Türkiye de ki Devlet kurumlarında, hırsızlık ve uzmanlık daha azdır.
Brejnev Sovyet Komünist Partisinin lideri olan zamanlardan sonra ( 1964 yıl) parti ve devlet liderleri tarafından organize olarak adam kayırma, rüşvetçilik ve diğer negatif süreçler çok hızlandı. Komünist partisinin en üst yöneticileri (Politburu üyeleri ve üyeliye adaylar ) inanılmaz kader hırsız müstebit insanlardı, özellikle yeni seçilenleri. Doğal olarak, bizim ilgi konumuz olan eğitim, bilim ve teknoloji de, bu yeni başlanmış süreç, ilk önce çok sayıda uzmanların birlik de çalışmasını gerektiren teknoloji üretimini ve daha sonra da deneysel bilimin kendisini vurdu. Mikro-elektronik teknolojisi üretimi yukarıda söylenen gibi, dakik mekanik den bir mertebe daha çok bilim içeren ürün olduğundan, bunun organize olunması, dakik mekanik ürünlerinden daha da fazla doğru ve dürüst aktivitelik gerektirirdi. Bilim ve teknoloji üretenlerin daha fazla yurt dışındaki aynı konularda çalışanlarla ilişkilerinin olması lazım idi. Bu imkanlar da olmadığından, Sovyet teknolojisi yeteri kader gelişmemeye ve ekonomisi çökmeye başladı. Bu nedenlerle de Sovyetler Ülkesi genel olarak 2 – 3 grupları arasında olan üretim seviyesinde kaldı. Gelişmiş adlanan ülkeler ise üretimin 3 ve 4 ci gruplarına geçtiler. Bu durumda hem ekonomi hem de askeri güç bakımından saygılı ülke durumunda kalmak imkanı kayıp oldu. Yeni teknolojisi olmayan ülke de hiçbir temel bilimi hızla geliştire bilmez, eskiden ne kader deneyimli olsaydı bile. Bu nedenlerle, 1960 yıla kader uzay bilimlerinde en önde olan Sovyet Ülkesi, mikro-elektronik ve bilgisayar teknolojilerinde geride kaldığı için, göreli olarak hızla gerilemeye başladı.
3. Sovyetler Birliğinin yenilmesi
Amerika Cumhur Başkanı olan Ronald Reygan devrinde, Yıldızlar savaşı programı üzere yarış Sovyet ekonomisini tam olarak çökertti. Reygan hükümeti kesin olarak bilirdi ki, gerçekleri göz önüne almayan ve halkının yaşam durumu ile pek ilgilenmeyen Sovyet liderleri Ülkelerini maliyeti çok büyük olan bu yarışa yöneltecekler ve ekonomi yönden tam olarak yenilecekler. (Sovyetlerde her zaman gündemde olan slogana: “Amerika ya ulaşalım ve önüne keçelim“ fıkra olarak ek oluşturuldu. “ Amerika ya ulaşalım ama onların önüne geçmeyelim. Geçsek, çıplak kaldığımızı görürler.”)
Sovyet sistemini kuranlar (Lenin, Stalin ve diğerleri) biraz şizofren ve çok gaddar olsalar de, çok akıllı, çalışkan ve dürüstlerdi. Sonraki liderler içinde ilk yaşlı- delikanlı (müstebit) Chrushev (Huruşev ) idi. Huruşev çok sayıda akrabaları ve ahbapları ile devamlı olarak Dünya gezintisine çıkan ilk liderdi ve kendi yaptıklarını hiç sınırlamazdı. Örneğin Amerika da, Ford otomobil fabrikasında işleyenler için, yaklaşık 3 saatlik konuşma yaparak Sovyet sistemini övmüştü. Fabrika yönetimi ile anlaşmaya göre, fabrikanın çalışmadığı 3 saatlik zararını Sovyetler Birliyi ödeyecekti. Bu anlaşmayı “kötü” bir kapitalist hemen Hruşevin konuşmasından sonra açıkladı ve çalışanlardan sordu. Sovyet sistemi iyimi? Cevap hayır olmuştu. Hemen gezinti zamanı Hruşev Birleşmiş Milletler Teşkilatında ayakkabısını çıkarıp masaya vurarak protesto yapmış. Bu işin cerimesini de Sovyet Ülkesi ödedi.
Böyle gezintiler zamanı Hruşev, Amerika da mısırın çok önemli bitki olduğunu anladı ve hemen, bütün Sovyet Ülkesinin en yaygın bitki mısır oldu. Sonuçta bunun zararı Ülkeye oldu ve halkın sevimlisi olan Hruşeve “kukuruznik-mısırcı“ adı takıldı. Her kes biliyor ki, geçiler pek yun, sut ve et vermezler. Hruşev keçilerin bir Lider Ülkeye yakışmadığını gördü. Daha ötesi, komünizm kuran Ülkeye çok süt, yun ve et veren hayvanlar gerekirdi. Geçiler ise ne bunları ne de parti programını anlamıyorlardı. Doğal olarak keçiler halk düşmanı olarak yaşam hukuklarını kayıp ettiler. Her kes keçileri kesti. İyi ki biz Türkiye ye geldik ve benim çocuklarım canlı geçi ve eşek gördüler. Sorsanız ki eşekler neden burada yer aldılar, açıklarım. Her kes biliyor ki ilk yapay uydu ve ilk uzaya fırlatılan insan Sovyetler Ülkesinindi. Bu tür gelişmiş Ülkeye Hruşev eşekleri yakıştıramadı. Doğal olarak, bütün parti liderleri ve herkes. Eşekler ne kendi utanç verici durumlarını nede parti karşısında ki meseleleri anlamıyorlardı. Eşekler parti ve halk düşmanı olduklarından ölüme mahkum oldular. Herkes eşeyini çöllere kovdu ve onlar hepsi öldüler. Bizler Liderlerin hoşuna giden işler görmek hevesinde olduğumuzdan daha da ötesine gederiz. Örneğin Azerbaycan da tarımla bağlı bir çok inanılmaz işler yapılmıştır ( çay kaldırıldı ve yerine uçaklarla taşınan lakana dikildi, tahıl yok oldu ve yerine 3-4 yıldan sonra kesilip-dökülen üzüm dikildi, fındık elmaya kurban edildi).
Yukarıda, Rusya – Japon ve Almanya – Sovyet savaşlarında, üretim seviyesinde ki küçük farkların, ne kader büyük maliyeti olduğunu hatırlattık. Nasıl oldu ki üretim seviyesinde 1- 2 grup kader geride kalan Sovyet Ülkesi Amerika ile Süper güç yarışına katıldı? Çünkü Ülkeni yönetenler, en yüksek bilim ve teknolojinin, en güvenli Süper güç olmanın temeli olduğunu anlamak istememişler. (Sovyetlerde bunu anlayanlar vardı. Bunu yukarıdaki fıkra da gösterir.) Gerçeklerden kopmuş ülke yönetiminin düşünce kapasitelerini hızla gelişen bilim ve teknik imkanları çok aşırdı.
İnsan düşüncesi geçmişte olanlar ve yaşadıkları ile sınırlanır.
Bu limiti aşmak için bilimsel düşüncenin hızla
gelişmesi ve bu düşünce kullanılarak bilgiler elde
edilmesi lazımdır.
Bildiğim kadar iki şey sonsuzdur.. Bunlardan
biri Evrendir diğeri ise insan aptallığı.
Ama Evrenin sonsuz olmasına tam olarak inana bilmiyorum.
Albert Einstein.
Bunları bilmeyen Sovyet liderlerinin gerekli kalitede Danışmanlar aramıyorlardı ve ya onları dinlemiyorlardı. Gerişmiş Ülkelerden, Üretim seviyesinde bir üretim grubu kader bile geride kalan Ülke Dünyada söz sahibi olamazdı. Bir partili ve hayatla bağlaşmayan Sovyet Sistemi, yüksek eğitimli, bilimli ve yaptıkları yanlışlıkları tartışarak ortaya çıkarıp kaldıra bilen insanlar toplumunu bile imdatsız duruma soka bilmişti.
Şimdi Sovyetler Ülkesinin neden üretim grubunun 2 – 3 arasında olması düşüncesini açıklayalım. Sovyetlerde üretilen dakik mekanik ürünlerinin patentlerinin de büyük çokluğu, kendisinin idi. Diğer yandan, Sovyetler Birliğin de katı hal fiziği çok gelişmişti, ama ne yazık ki buna dayanan teknoloji 70 yıllarda Japonya ve Amerika gibi Ülkelerden çok geri kalırdı. Mikro elektronik teknolojisi gerektiren malzemeler çok temiz olmalılar (istenilmeyen kimyasal elementler ve birleşmeler karışmamış). Birincisi, bunları elde etmek zordur. İkincisi, çok temiz şekilde ayrılmış kimyasal elementleri kesin şekilde belirlenmiş oranlarda bir araya getirip kimyasal tepkimelerle gerekli yapılarda olan yeni malzemeler elde etmek lazım. Ama istenilen özellikte ki malzemeyi üretmek çok zor oluyor. Örneğin Japonlar 70 yıllarda, gerekli atomları gerekli şekilde biri diğeri ile birleştire bilirlerdi. Sovyet teknolojisi için ise bu imkansız idi. Bu nedenle Sovyetler Ülkesi kendi mikro elektronik sanayisi için saf malzemeleri bile yurt dışından almak zorunda kalmıştı. Tüm bunlar Sovyet Birliğinin üretimini 2 -3 üretim grupları arasında olmasını gösterir. Türkiye, genelde, 2 gruba uygun gelen sanayi ürünlerinin patent sahibi olmadığından ve mikro elektronik kapsamına giren ürünlerin gerektirdi yi bilim ve teknolojiden uzak olduğundan onun yaklaşık 2 üretim grubuna dahil olması gerekir.
Biliyoruz ki Sovyetler Ülkesi en büyük arazisi, çok sayıda iyi eğitimli insan kaynağı ve yer altı zenginlikleri en fazla olan bir ülke idi. Sovyet insanı tarım alanlarını yararsız duruma salarak yerden demir, kömür ve petrol çıkarırdı. Demiri ham mal gibi satmıyorlardı, traktör, ekskavatör ve diğer ürünler şeklinde satırlardı. Örneğin bunları demire ihtiyacı olan Japonlar alırlardı, eritirlerdi ve üçüncü gruba denk gelen yeni ürünleri, yaklaşık traktör fiyatının 10 – 50 katına Sovyetlere satırlardı. (Doğal olarak söz aynı kütlede olan farklı ürünlerden gediyor.) Sovyetler ürete bilmedikleri ürünleri alarak, yapılan işlerden karlı değil, zararlı olarak çıkarlardı. Örneğin, Baku çevresinde petrolü, 100 yıl bundan önceki gibi kuyu kazıp kovalar ile ve yaklaşık 40-50 yıl daha önceki kolay yollar ile çıkarmak imkanı kalmamıştı. Petrol kuyularının derinlikleri şimdi 5000 metreni aşmışlardı. Böyle kuyuları kazmak için kayaları dele bilen, büyük sıcaklıklara devamlı olan aletler gerekirdi. Böyle teknik ürete bilmeyen Sovyetler birliği yurt dışından almak zorunda kalmıştı ve bu nedenle Baku nün derin kuyularının petrolü çekilen masraflardan yaklaşık %10 daha az paraya satılırdı. Benzer problemler tüm diğer üretim alanlarında da vardı. Şimdiki zaman, iyi eğitimi, bilimi ve teknolojisi olmayan Ülkeler, gelişmiş Ülkelerin yardımı olmadan yaşamlarını sürdüremezler. Zaman geçtikçe bu tür bağımlılık hep artacak. Gelişmiş Ülkeler daha da zengin, ama geride kalanlar daha da fakir durumda olmak zorundalar. Eğitim, bilim ve yeni teknoloji üretimi yer altı ve üstü zenginliklerden çok daha önemlidir. Sovyet ekonomisi de 70 yılların ortasından başlayarak hızla çökme yolunu aldı.
İkinci Süper ülke çöktü merkezinde büyük güç kaldı. Fizik alanındaki
kendi eğitim ve bilimimize giriş. 4
İnsan düşüncesi serbest olarak gelişmiyor. İnsanın düşüncesini onun yaşadığı ortam belirliyor.
Yaklaşık olarak 1950 – 1970 yıllar arasında Rus dili Dünyanın diğer Ülkelerinde İngiliz dilinden sonra en yaygın dil idi. Dilin yaygın olması ülkenin eğitim, bilim ve teknoloji anlamda öncül olmasına bağlıdır. Bu nedenle de milletler ve toplumlar kendilerinin Dünyada ki önemini, yani eğitim, bilim ve teknoloji seviyelerini (bunlar genel kültürün kısımlarıdır), doğru şekilde değerlendirmeleri için kendi dillerinin diğer Ülkelerde öğrenilme durumunu göz önüne almalıdırlar. Unutmamak gerekir ki Ülkedeki demokrasi, ekonomik ve kültürel seviyesi ne kader düşükse, toplum kendi değerini, temeli olmadan, bir o kader fazla olduğu düşünür.(Doğal olarak burada bağlantı çizgisel değil.) Toplum kendi dilinin ve kültürünün yaygın ve saygılı olmağını istiyorsa, ilk önce kendi eğitim, bilim ve teknoloji (ekonomik durumu bunlar belirliyor) seviyesini yükseltmelidir. Ama Sovyetler Birliğinde eğitimin, bilimin, teknolojinin ve ekonominin bozulması yaklaşık 1975 yıla kader bizleri tedirgin etmiyordu ve Dünyada ikinci en büyük olduğumuza olan inanç Ülkenin 1980 başlayarak çok hızla çökeceğini görme imkanı vermedi. Ek olarak Gorbachov yıllarında ardı ardınca Kazakistan, Özbekistan, Gürcistan ve Azerbaycan halkları üzerine askeri küvetler saldırıldı.
Duyulan haberlere göre Bağdat da 4000 yıl bundan önce, nehir altından keçen tünel çalışırmış. Almanların tarihi yaklaşık 2000 ve Rusların ki sadece 1000 yıldır. Buradan, ayrı –ayrı toplumların şimdiki durumuna bakarak, onların gelişim hızlarında ne kadar büyük farklar olduğunu göre biliriz. Bizlerin içinde yaşamış Ermenilerde bizlerden çok daha hızla gelişirler. Onlar gelişmiş ülkelerin büyük kentlerinde yaşamak imkanı bulmuşlar. Onların bilim adamları ve yöneticileri daima kendi kusurlarını tartışırlar ve aradan kaldırırlar. En önemlisi o ki toplumun çok küçük kısmının çok ama çok gelişme imkanı olsun. Bizlerde yetmeyen budur. (İyi ki şimdiler Türkler de Dünyanın gelişmiş ülkelerinde çok sayıda yaşamağa başlamışlar) Asıl önemli olan sadece toplumda insan sayısının düşünce gücüne göre dağılımının güçlü bir şekilde maksimumu olmak değil (Sovyetlerde bu böyle idi), çok az sayıda olsa da çok güçlü bilimsel düşüncesi olanların (kuramsal fizik dalında Nobel ödülü almak için gereken bilimsel düşüncenin üzerinde) bulunmasıdır. Sovyetlerde böyle önemli durum yaklaşık 1970 den sonra aradan kalkmağa başladı.
Eskiden temel bilimlerin ve teknolojilerin iyi şekilde gelişmesi Ülkelerin ekonomi ve askeri güçünün yüksek seviyede olmasını temin edirdi. Savaş araçları o kadar dağıtıcı idiler ki, kudretli Ülkeler onların vereceği zararlardan korkuyorlardı. Diğer yandan Devlet ve Hükümet yöneticileri kendi vatandaşlarının karşı koymaklarından çekinirlerdi. (Viyetnam savaşına Amerika da ki protestoları hatırlayın .) Şimdi gelişmiş ülkeler ( Rusya da bilimsel açıdan gelişmiş sayılır), çok hızla genetik savaşlara hazırlaşırlar. Bu savaşlarda ne kan dökülecek ne de evler yıkılacak. Bu çok sakince, farklı bölgelerde yüz yıllarla yaşam sürdürmüş insanların taşıdıkları genlerin farklı olduğunu bilerek onların türlerini değiştirmek ve sayılarını belirlemek imkanıdır. Böyle genetik silahlarla bir milyon nüfuzu olan çok gerişmiş toplum bir milyar nüfuzu olanları kolayca yenerek istediği şekle soka bilecek.
Biliyoruz ki Doğada bitki ve hayvan türlerinden birileri diğerini aradan kaldırırlar. İnsan tarihide savaşlarla doludur. Ama eskiden yenme şansını farklı toplumlar elde ediyorlardı. Bir zaman yenilen, diğer bir zaman yenirdi. Eski zamanlar toplumların bilim ve teknoloji seviyelerin de ki farklar şimdi ki kadar aşılmaz değildi. Şimdiki zaman bu farklar hep artıyor. Diğer yandan Yer yüzünde nüfuz Dünyanın yaşam imkanlarını zorlayana kader artmış. Enerji kaynakları tükenir, su, toprak ve diğer kaynaklar yetersiz kalır. Kutuplardaki buzlar eriyor. Bunların artmasının genetik savaşları gerçekleştirmesi beni çok korkutuyor. Yaklaşık 15 yıl önce Amerikanın Sovyetler Ülkesini dağıttı. Bildik ki savaş şartları çok değişmiş. Bir ülkeni yenmek için tapancalı bir ekserin bile oraya sokmağına gerek kalmıyor.
Dünyada her şey için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır.
Atatürk
Herkes bizim eğitim ve bilim seviyesinin düşük ve çok iyisinin hiç olmadığını da konuşuyor. Şimdi bizim Fizik eğitiminde, biliminde ve bunlara bağlı olan teknolojideki çoklarının bildikleri kusurları hatırlatalım.
En başarılı bilim adamlarımızın büyük kısmı Türkiye Ulusal Bilimler Akademisinin (TUBA) üyeleridir. Onların bilimsel tartışmalardan çekinmemelerini, yeni üyelerin seçimini gizli şekilde yapmamalarını, Dünya bilimine ve yeni teknolojiler üretimine TUBA nın en seçkin üyelerinden daha az katkıda bulunmayanları kendi sıralarına almalarını (doğal olarak medyanın ünlü yaptıkları kişileri kast etmiyorum), ayrı- ayrı bilim dallarının önemli konularının belirlenmesinde ve çalışmalarda önde olmalarını isterdik. TUBA bilimi ikinci planda koyan arkadaşlar kulübüne benzememeli. Bilimler Akademisinin Türkiye de ki okullarda, TUBİTAK da ve Üniversitelerde eğitimin, bilimin ve teknoloji seviyesini incelemesini, kusurları belirlemesini ve ortadan kaldırmak için tesviyeler de bulunmaklarını isterdik. Ama Akademiye tüm gerekli imkanlar verilse bile, bu tür işi iyi şekilde şimdi yürütemez olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu iş yeterli kader iyi şekilde bilimsel sonuçları değerlendirmeyi, Fiziği geniş ve derinden bilmeyi, önemli bilimsel meseleler koymağı ve çözme yeteneği gerektirir.
TUBİTAK Türkiye de ki bilimi ve teknolojini geliştirmek için en büyük yatırımları yapıyor. Örneğin son 15 yılda astrofiziğin gelişmesi için büyük yatırımlar yapılmış. Ulusal Gözlem Evi (UGE) de kurulmuş. Ama bu yatırımlar karşısında alınan bilimsel sonuçların değeri çok azdır. O ki eski zamanlar küçük teleskoplarla, bu teleskopların imkanlarını zorlayan değerli işler görülürdü, özellikle İzmir de. Bu durum işlerin nasıl gittiğinin göstergesidir. Unutmayalım ki astronomi konularındaki çalışanlar Türkiye de diğer bilim konularında çalışanlardan hiç de geride değiller. Sadece astronominin maliyeti çok büyük. Bizim UGE nin teleskopları yeni teknoloji değiller. Acaba yeni teknolojileri hangi verimle kullanıyoruz ? Yoksa şimdiki yatırımların 10-15 yıl sonra nasıl bir bar vermesini mi beklemek gerekir ? Acaba yatırımların bilime ve teknolojiye nasıl etki yaptığını yıldan yıla görmemiz ve tartışmamız daha doğru değimli ?
Üniversitelerde yaklaşık son 15 yılda eğitim seviyesinin düştüğü görünmektedir. Öğretim Üyeleri çok zaman yeteri kader bilmedikleri dersleri anlatmadan çekinmiyorlar ve buna kurallar imkan verirler. Verilen tez konularının, doktora öğrencisinin, danışmanının çalışma konusundan uzak bile ola bilir. Doktora adını alanların yaşlarının yaklaşık 30 ve en basit bilimsel makalesinin bile olmamasının önemsiz sayılması, hem eğitimi hem de bilimi zor duruma salıyor. Bilimsel açıdan önem taşıyan konularda çalışanlar az sayıdadır ama hiç çalışmayan az değil. Türkiye de ki, temel bilimler ve mühendislik açısından en iyi Üniversitelerin, (örneğin ODTÜ, İstanbul Teknik, Bilkent ve Boğaz İçi) en iyi öğrencileri bulundurmalarına rağmen, durum yeteri kadar iyi değil. ( Özel Üniversitelerin fiziğe ve fiziği geniş şekilde temel alan mühendisliğe katkıları azdır.) O ki Dünyanın en büyük fizikçilerinin, en önemli bilimsel işlerinin çok zaman 22 – 26 yaşları arasında yapıldığı bilinmektedir. Einstein 24 yaşında yaptığı iş için Nobel ödülü almış ve 25 yaşında yaptığı iş ile Dünyanın en büyük bilim adamı olduğunu göstermiş. Fransız matematikçi ve astronom Alexis- Clod Clero (18 yüz yıl) Paris Akademisinde ilk bildirisini sunanda 12 yaşı vardı. Fransız matematikçi ve astronom Alexis- Clod Clero (18 yüz yıl) Paris Akademisinde ilk bildirisini sunanda 12 yaşı vardı. Fizik ve matematik konularında en büyük işler yapmış kişilerden bazıları, ilk bilimsel makalelerini 13 – 14 yaşlarında yazmışlar ( örneğin Maxwell ve Hamilton). Adını matematik tarihinde koyup gedenler içinde, 21 yaşında öldürülmüş Evariste Galois ( 1811 – 1832 ) vardır. Newton zamanı Dünyanın ikinci büyük fizikçisi olan Thomas Young ( 1773 – 1829) , 2 yaşında kitap okumağa başlamış, 16 yaşında yaklaşık on dil biliyordu, bunların içinde Türk ve Arap dilerlide vardı, 23 yaşında tıptan doktora yapmış.
Lise ve dershanelerdeki eğitim Üniversitelerle karşılaştırsak, örgenci için daha zordur ve bazı açılardan iyidir, özellikle Anadolu liseleri, Fetullah hocanın okulları ve Özel kolejlerde. Çünkü bu okulların amaçları var. Çocuklar Üniversiteleri kazanmalı. Aynı amaç velileri de çok ilgilendirir. ÖSS Fizik sınavlarının amacı iyi bilgi ve düşüncesi olan çocukları belirlemek olsaydı durum çok daha iyi olurdu. Fiziği anlamağa ve bilimsel düşünceye ne liselerde, ne de Üniversitede, sanki gerek yok.
1994 – 2002 ÖSS sınav sorularını çözdüm. Soruların yaklaşık 20% ya yanlış çözülmesi ya da Fizik anlamı taşımamasını gördüm. Bunlarda liselerde, bilimsel düşünce açısından, gerekli seviyede Fizik derslerinin olmasına, Fizik kitaplarında yorumların beklenenden (gelişmiş ülkelerle kıyasta ) çok daha fazla yanlışlar olmasına ve bilimsel düşüncenin az gelişmesine normal bakımın yolunu açıyor. Yüksek seviyede eğitim ve bilim hem velileri hem de ilgili yetkilileri san ki ilgilendirmiyor. Böyle oldukta 1000 yeni okul ve 20 yeni Üniversite açılsa bile bu durum değişmez. Tüm Dünyadaki Yahudi öğrenci sayısı bizlere benzer Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerdeki öğrenci sayısından çok- çok (yaklaşık 1000 kere) azdır, ama onların bilime katkıları daha fazladır. Bu sözler, kültürlerinde temel bilimler ve yeni teknoloji üretimi yerleşmiş, İngilizler, Almanlar ve Japonlar içinde geçerlidir. Bizde ki lise ve Üniversite eğitimi yeni teknolojiler üretiminde bizlerin geri kalmamıza neden olur.
Son olarak onu hatırlatalım ki her kesin bildiği bu kusurların üstünden burası Türkiye deyip geçmek olmaz. Türkiye eğitim ve bilim dışında çok sayıda ülkelere örnek durumundadır. Bu kusurlar Hükümetlimizin eğitimin, bilimin ve teknolojinin gelişmesine az kaynak ayırmasından kaynaklanmıyor. Bizim çocuklar hem zeki hem de çalışkandır. Sadece düşünceye dayanan eğitim ve yüksek düzeyde bilim bizim esas ilgi alanımızın dışındadır. Unutmamak gerekir ki :