Sıcağın etkisini iyice hissettirdiği bir öğle sonrası idi. Zehra bu güneşin altında tarlada çalışıyor, kaynanasına yardım ediyordu. Zehra'nın sevimli kızı Ayşe de bir elma ağacının gölgesinde oturmuş çamurdan bebekler yapıyordu. O sırada köyün muhtarı elinde küçük bir  torba ve zarfla geldi.

- Kızım bu mektup Murat’tan sana, dedi.

Bunu duyan Zehra sevinçle mektubu aldı ve okumaya koyuldu:

Zehra,

Ben vatan sevdasıyla sizden ayrılalı tam 3 ay oldu. Zorlukla geçen bu günlerimde sizi bir an olsun aklımdan çıkarmadım. Seni, anamı ve Ayşe'yi çok özledim. İnşallah hepiniz iyisinizdir. Sizden yana içim rahat çünkü eminim ki muhtar emmi sizi korur, kollar.

Belki bana kırgınsındır, karnında bebeyle seni bırakıp da gönüllü olarak cepheye gittim  diye. Ama vatan bu, bekletmeye gelmez. Askerliğini bir kere değil, on kere de yapmış olsan savaş çıktı mı gitmek lazım.

Köyden ayrılınca ilk olarak şehre komutanlığa gittik. Ordumuz savaşa hazırlanıyordu. Bir görseydin Zehra, bi görseydin ki o insanların içi nasıl vatan sevgisiyle dolu. Hangi birini anlatayım... Gelinlik paralarını Hilal-ı Ahmer’e  bağışlayan genç kızları mı, tek varlığı olan çorabını çamaşırını veren yoksulları mı, çamaşırcılıktan kazandığı beş kuruşu getiren nineleri mi... Hepsinin kafasında bir tek düşünce var: Vatan. Vatan uğruna o kadar fedakâr, o kadar içten davranıyorlar ki... Sonra cepheye gittik, görsen kızılca kıyamet kopuyor sanırsın. Toplar, tüfekler, kopmuş kollar bacaklar havada uçuyor. Akıllarda yine bir tek şey var: Vatan. Bu vatan kurtarılsın, vatan sağ olsun, düşmandan arınsın diye bütün bu fedakarlık. Az değil Zehra insanlar canını feda ediyor vatan yolunda, az değil. İşte toprağı vatan yapan özellik bu dökülen kanlar ve vatan sevgisidir. Çünkü vatanı sevmeyen onu sahiplenmez. O zaman da gözünü toprak bürümüş düşman gelir alır elinden vatanını.

Her geçen gün halkımızın vatanseverliğine şahit oluyorum ve onların bu kararlı, bilinçli tavrıyla yenilmeyeceğimize bir kez daha inanıyorum. Sadece cephedeki askeri değil Zehra ihtiyarı, genci, hatta çocuğu... Evet çocuk dedim. Duy da inanma! Geçen gün bir tepedeydik. Hava çok sıcaktı ve ben en son ne zaman yemek yeyip, su içtiğimi bile hatırlamıyordum. Derken yanıma bizim Ayşe yaşlarda mini mini bir kız çocuğu geldi. Bana su, ekmek ve üzüm getirdi. Onun bu olgun davranışı karşısında hiçbir şey diyemedim. Sadece yiyecekleri aldım ve “sağol” diyebildim. Sonra kız yüzünde şirin bir gülümsemeyle koşarak tepeden indi. İşte Zehram daha çocuk yaştakilerin yüreğine bile öyle bir vatan sevdası tohumu düşmüş ki hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyorlar. Bu sevgi onlara ateş hattına korkusuzca girmek cesaretini bile veriyor.

Şimdi anlıyorum ki, vatan nazlı bir genç kız gibidir. Bizden istediği tek şey var: Sevgi ve Bağlılık... Bu sevginin karşılığını insan ziyadesiyle alıyor. Biz onun için ölümüne savaşıyoruz, o bizi yaşatmak için çırpınıyor, bizi koruyup bağrına basıyor. Ama eğer insan bu genç kıza yüz çevirip sevgisini ondan esirgerse işte o zaman onu kaybeder.

İçim çok rahat Zehra. Biliyorum ki köyümüzde, kasabamızda böylesine vatansever insanlar olduğu sürece, onlar bu uğurda her fedakarlığı yaptığı müddetçe sırtımız yere gelmez. Sen de benim gibi rahat ol, beni merak etme... Böyle giderse bu savaş bizimdir. Tez zamanda kavuşmamız dileğiyle..

Sağlıcakla kalın.

Murat

Mektubu bitirdikten sonra Zehra’nın yüreğine sevinçle karışık bir hüzün çöktü. Çünkü bu mektubun bitmesini hiç istemiyordu... Sonra muhtar başını öne eğip elindeki torbayı uzattı:

- Zehra, kızım, bunlar da Murat’ın.. Arkadaşları bulmuş, mektupla beraber göndermişler... Murat savaşta düşman askerinin kahpe kurşununa yenik düşmüş...

You have no rights to post comments