Yabancı dillerden sözcük ve kavramları lüzumsuzca alıp sonradan görmelik yaparak kullananlar bir hayli dikkat çekmekte ve eleştirilmekteydi. Ancak son yıllarda Türkçe “imiş gibi” görünen ama yabancı dilden aktarma sözcük ve deyimler de giderek artmakta, dilimizin ve kültürümüzün mantığını ve anlam ağlarını bozmaktadır. Derinlikli değil ama farklı konuşma çabası içinde olanlar aracılığıyla bunlar yerleşmektedir. İngilizce düşünüp, Türkçe konuşmaktan da kaynaklanabilir.
Bu durum yabancı dilde öğretim veren okulların yarattığı bir konuşma tarzı olarak değerlendirilebileceği gibi, televizyonlarda dizi ve sinema yapımlarının kötü tercümelerinden de kaynaklanmakta, yapılan yanlışlar zamanla yerleşmekte, dilin anlam ağları parçalanmaktadır.
Bunların temelinde tipik bir aşağılık karmaşası, kendi kültürünü aşağılayıp adeta utanarak, Batılı olanı yüceltme ve onu tercih etme yatmaktadır. Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Arapça ve Farsça, son dönemlerinde Fransızca etkili olmuştu. Bunlardan ders çıkarmasını bilen Cumhuriyet yönetimi, uzun erimli dili sadeleştirme politikasıyla öze dönüşü büyük ölçüde başarmıştı. Ancak 1950 sonrası yeniden batılılaşma döneminde batı dillerinin, özellikle İngilizce’nin söz diziminin Türkçe içinde yayıldığı görülmektedir. Yabancı kelimeler başlangıçta yadırganırken artık alışılmış ve sıradanlaşmıştır. Dükkân tabelaları bunun zirvesidir.
İkinci etki ya da aşama olarak değerlendirilebilecek yabancı dildeki deyim ve mantığın güya Türkçe olarak söylenmesi, dilde adeta bir kanserleşmeye yol açmaktadır. Üstelik çok sinsice ilerlemektedir.
“Adı Türkçe olmayan dükkânlardan alışveriş yapmayalım kampanyası”nın bildirgesinde şöyle demişiz: İnsan dili ile düşünür. Düşünmek; dünyayı, insanı, bilimi, sanatı, kültürü, kendimizi, çevremizi anlamamızı, anlatmamızı, kavramamızı, yorumlamamızı sağlar. Bütün bunları dilin beynimizde kurduğu anlam alanları ile yapar. Her dilin sözcükleri o dilin anlam alanlarını, anlam ağlarını örer. Beynimizdeki anlam ağlarına, alanlarına başka bir dilin sözcüğü gelip yerleşemez, o nedenle başka bir dilin sözcüğü bizde anlam ağlarını genişletemez, bizim düşünmemize katkı sağlayamaz. Ayrı olarak bir yerde, bellekte durur. Hiçbir işlevi olmaz. Kendi dilimizin sözcüğü yerine başka bir dilin sözcüğünü kullandığımızda ise anlam alanlarımız zayıf kalır, düşünmemiz güdükleşir, yorumlamamız etkisizleşir, anlamlandırmalarımız daralır; az anlayan, az anlatan, az düşünen, kolay kandırılan, kolay yönlendirilen, toplumsal ve ulusal birliğini kolayca bozabilen insan yığınları haline gelmemize neden olur. Ulusal bilincimizi, eğitim, üretim, tüketim, paylaşım ortaklığımız bozulur. Yozlaşan, gelişmeyen, düşünmeyen insan toplulukları haline geliriz. O nedenle bir toplumu, sömürgeleştirmek isteyenler, öncelikle onları düşünemez, anlayamaz duruma sokmak isterler ve işe dillerini bozmakla başlarlar.
Bu doğrultuda gitmeye devam ediyoruz!
Aşağıda Türkçe’nin anlam ağlarını ve mantığını parçalayan, İngilizce düşünüp güya Türkçe olan bu sözlerden örnekler verilmiştir. Üzerinde düşünülmesi ve duyarlı olunması dileğiyle...
Biliminsanı: İbni Sina, Farabi ve daha nicelerini düşünerek kendi modernliğimizin altını çizmek için âlimlere “bilim adamı” demeye başladık. Bilgin kadınlarımız buna alınınca demokratlığa ne kadar yatkın olduğumuzu göstermek için “bilim adamı ve bilim kadını” demeye başladık (scientist man and woman). Demokrasiyi tabana yaymak için lisans üstü öğrencileri düşünerek “bilim oğlanı ve bilim kızı” adlarını ürettim! (Böylece en demokrat ben oluyorum!) “Bilim adamı ve bilim kadını” demenin rahatsız ediciliğinden olsa gerek, son zamanlarda “biliminsanı” denmeye başlandı; bilimin başka ne tür yaratıkları varsa ve onlardan insan türünde olanları ayırmak isteniyorsa! Âlimliği geçelim, “bilgin”liği kendimize yakıştıramıyor muyuz yoksa? Türkçe’de adların cinsiyeti olmaz! Türkçe düşünmeden Türkçe konuşulamıyor!
Kendine iyi bak! (take care): “İyi günler, Allaha ısmarladık, hoşça kal, elveda” yerine kullanılıyor. İlk duyduğumda kendime iyi bakamadığımın bu kadar belirgin oluşundan kaygılanmıştım. O günlerde birkaç kişiden birden sık sık duymaya başlayınca insanların “benim kendime mukayyet olmamı” isterken tam olarak ne demek istediklerini anlamamış, etrafımdaki olası bazı tehditler konusunda uyarıldığımı düşünmüştüm! Teyk ker’i o zaman bilmiyordum.
Birlikte olmak; “cinsel ilişki kurmak” anlamına gelmeye başladı. Dersteki bir cümlemde “birlikte olmak” sözcükleri geçince bazı öğrencilerin bıyık altından gülmelerinden rahatsız oldum. Bu yazıyı yazmak zorunda kaldım. (1960’lı yılların filmlerinde duyuyoruz; “sevişmek” “iki insanın birbirinden hoşlanması, sevmeleri olarak anlaşılır, hiç cinsel çağrışım yapmazken, şimdi başka bir anlama bürünmüş ve artık “ayıp” anlamlar ağına girdiği için gerçek anlamıyla kullanılamaz olmuştur.) “Aşk yapmak” sözünü de “cinsel ilişki kurmak” olarak anlamak gerekiyormuş! Ancak aşk yapılmaz, âşık olunur. Bu ifade de Türkçe’nin mantığına aykırıdır.
Genç adam (young man); genç adamlara bizim dilde “delikanlı” derler. “Gençler” derken kızlar da erkekler de bu sesleniş kapsamındadır. Ancak yazanımız İngilizce düşünüyor ya, kız ve erkekleri ayrı ayrı yazıyor...
Frambuaz: Bir pastaneye girdim. Garson, değişik bir tat olarak frambuazlı pastayı önerdi. Adı ilginç geldi. Yabancı bir tat diye düşündüm ve siparişi verdim. Geldi ve tattım. Frambuaz dediği bizim Ahududu! Garsonu haşlamakla haşlamamak arasında karmaşık düşünceler yaşadıktan sonra, neden ahududuya frambuaz dediklerini sordum. Müşteriler daha ilginç buluyorlarmış! Oysa ben aldatıldığımı düşündüm.
Gurbet türkülerimizin baş kişilerinden olan turnalarla ilgili neden hiç belgesel olmadığını düşünüp hayıflanıyordum. Meğer varmış. Ama anlamayalım diye adını “flamingo” olarak söylüyorlarmış. Züppelik mi, köksüzlük mü, mankurtlaşmışlık mı, siz karar verin. “Turnagillerden flamingo” deseler türküleri dinlerken ya da belgeseli izlerken farklı anlamlar yüklerim, flamingo, yıllar önce yayınlandığını hatırladığım bir dizi film çağrışımından başka bir şey yapmıyor. Köksüzlük kafamdaki anlam ağlarını parçalıyor.
İnanmıyorum!; inanılmaz, inanamam
kahretsin! (damn); tüh, yazık, eyvah...
masaya yatırmak (to lay on the table); (konuyu) görüşmek, tartışmak, incelemek.
ortak akıl (common sense); sağduyu, mantık.
pislik! (shit, dirt) ; pis herif...
sahne almak (to have on the floor); sahneye çıkmak
üzgünüm (I am sorry), özür dilerim. Üzgün olmak “af dilemek” anlamına gelmez!
vawww!; Vayy! Çok güzel! Harika! Müthiş!
Tipim değilsin (you are not my type) ... Aradığım özelliklere, niteliklere sahip değilsin.
Korkarım (I’m afraid); maalesef, ne yazık ki...
Göz tanığı; görgü tanığı (“görgü”yü de başka anlamda kullanıyoruz aslında bunu da düşünmeliyiz.)
Bay bay (bye bye) Yeniyetme kızlar “babaay” diyor. “Hoşça kal” demek yeterliyken.
... düşünüyor olacağım (Türkçe’de böyle bir zaman yok!)
Teşekkür ediyorum; Sağol! Teşekkür ederim.
Bir şey değil (not at all). Teşekkür edene söylenmeye başlandı.
Kuzen/kuzin; dayımın kızı, amcamın oğlu yerine kullanılıyor.
& : Türkçe’de olmayan bu işaret artık “ve” anlamında kullanılmaya ve yerleşmeye başladı. Kaynakçalarda bol miktarda görülüyor.
Sizin de eklemek istedikleriniz var mı?
***
Şu bağlantıda TRT yapımı mizah yüklü kısa bir film bulacaksınız. Biraz gülümsemek iyi gelebilir, lütfen tıklayınız.