Yüksek bir insan topluluğu olan Türk ulusunun tarihsel bir niteliği de
güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.
Atatürk
Davranışçı psikologlar eğitimi bir insan mühendisliği, eğitimcileri de insan mühendisi olarak görür. Realist eğitim düşünürlerine göre de işlenmeye hazır bir hammadde olan insan yavrusu, öğretmenler eliyle müfredat aracılığıyla işlenir. Birey, genetik ve kültürel kodlarının açılımını yaparak, kısacası, çağın ve kültürün gereklerine göre kültürlenerek insanlaşır.
Eğitim çabası sadece okulda olmaz. İnsan yavrusunun eğitimi (terbiyesi) ailede başlar ve çocuk, eğitiminin büyük kısmını aileden alır. Okul, çocuğun üzerinde ikinci derecede etkilidir. Bunun yanı sıra günümüzde televizyon, internet ve diğer kitle iletişim araçları insan yavrusunun insanlaşmasına, kültür edinimine katkıda bulunur. Belirtmek gerekir ki, günümüzde çocuklar tüketimi ve özümsenmesi kolay olduğu için televizyon, sinema ve internetten sanılandan daha çok etkilenmekte, yönlendirilmektedir. Bu etki o kadar belirgindir ki eğitimde medyanın okuldan daha etkili olup olmadığı tartışılmaktadır.
İnsan yavrusu büyürken bir yandan da kültürlenmeye devam eder. Kültürlemeye çocuğun gördüğü, duyduğu, yaşadığı, kısacası ilişki içinde bulunduğu tüm çevresel, yerel, ulusal ve uluslar arası etkenler katkıda bulunur. Bu anlamda insan, yaşadıklarının dolayısıyla öğrendiklerinin bir toplamıdır.
Çocukları etkileyen çevresel etkenlerden biri de sokak ve caddeleri, park, bahçe, meydan ve heykelleri, mimari ve kimlik dokusuyla kentler gelir.
Bu yıl leyleği havada görmüş olmalıyım ki, yurt içinde epey yol kat ettim. Çok şey gördüm. İnsan yüzlerini ve ilişkilerini geçiyorum; kentleri yazacağım.
Cadde ve sokakların darlığı yüzünden binalar insanın üstüne üstüne geliyor. Üstelik birçok kentte yol kenarlarına park etmiş otomobiller trafiği çileden çıkarıyor. Daracık kaldırımlarda birilerine çarpmadan yürüyebilmek için sürekli manevra yaparak yürümek zorunda kalınıyor. Bu kadar geniş bir ülkede şehirlerin sıkışıklığı nasıl açıklanabilir? Bu kentlerde kültürlenmekte olan çocuk ve gençler bundan nasıl etkilenir? İnsanın kafasına düşecekmiş gibi duran ve estetik kaygılardan uzak olarak yazılmış işyeri tabelalarına ne demeli? Her şey kalabalık, birçok şey gereksiz ve çirkin!
Binaların mimarisine bakıldığında kişiliksizlik ve karaktersizlik size sırıtarak bakıyor! İnsanlar sanki aceleleri varmış ve başlarını sokacakları geçici bir yer yapmış gibiler. Apartmanlar bile gecekondu! Pejmürdelik, banallik, vazgeçmişlik, miskinlik, sanat fukaralığı... Bunun parasızlıktan kaynaklandığını düşünmek zordur. Acaba o kocaman binaları bir kat eksik yapıp estetiğine önem verilemez miydi? İnsanların neden estetik istemleri olmamıştır? Bu ülkede mimarlık fakültelerinde mimar adaylarına ne öğretiliyor? Müteahhitleri geçelim, mimarlar, kent planlamacılar, belediyeciler hiç mi sanat eğitiminden nasiplenememişlerdir? Sözlerini mi dinletemiyor, ciddiye alınmıyorlar? Yoksa, bir kentte yaşayacak olanların estetik kaygılarına değer verme ya da onu geliştirme arayışları neden olmamıştır?
Bazı kentlerde Selçuklu, Osmanlı ve Rus döneminden kalma binalar gördüm. Yanlarındaki bazıları yüzlerce yıl sonra yapılmış karaktersiz binalardan utanıyor gibiydiler. Ben de utandım. Sivas’ta 1217’de tıp fakültesi olarak yapılan Şifaiye Medresesinin giriş kapısının incelik, ihtişam, uygarlık ve kimlik beyanı ile Cumhuriyet Üniversitesinin betonarme giriş kapısını karşılaştırınca değişik duygular yaşamak zorunda kalıyorsunuz.
Kars’ın en güzel binaları Ruslardan kalmış. Ruslar, kendilerinin olmayan sınırdaki bir kente sanki damgalarını vurmak istemişler. Peki bizim vurduğumuz bir damga var mı? Acaba gelecek kuşaklar tarihi yazarken “mankurtlaşmış aydınlar ve soysuzlaşmış burjuvalar dönemi” olarak mı adlandıracaklardır, içinde bulunduğumuz dönemi.
Çocuk ve gençlere iyi bir görüntü oluşturmak için belediyelerin çirkin ve bakımsız bina sahiplerine bir etkisi olamaz mı?
Sadece dağlarımız, denizlerimiz ve diğer tarihi ve doğal güzelliklerimizle övünmekten utanmalıyız. Onlar vardı. Biz ne kattık? Onları Allah vermiş, kentleri biz kuruyoruz. Kem gözlerden kıskanabilecek kentler yarattık mı? Vatana nasıl sahipleneceğiz, taş, kaya sevilmez ki!
Kentlerdeki estetik fukaralığı binaların dışında da kendini gösteriyor. Kentlerde anıt ve heykel yoksulluğu dikkat çekiyor. Olanların da sanatsal niteliği tartışılabilir. Daha acı olanı ise kimsenin bunun eksikliğini hissetmemesidir. İkinci dünya savaşında Petersburglular Almanların kenti bombalayacaklarını anlayınca kentte bulunan yüzlerce heykeli söküp tarlalara gömmüşler ve savaştan sonra yerlerine koymuşlardır. Almanlar kenti bombalamış ama alamamışlardır. Heykellerini bu kadar seven bir halk kentini düşmana teslim etmez.
Çocukları sadece kitap okutarak eğitemezsiniz. Sanat eğitimini sadece resim, müzik ve edebiyat derslerinde yapamazsınız. Çocuklar gezip dolaştığı mekanlarda sanat ve estetikle iç içe yaşamalı, büyümelidirler. Hem, güzel olmayan mekanlarda yaşayan insanlar oraya nasıl bir duygusal bağlılık duyar, vatan sevgisini derinleştirirler?
Toplumun kalkınması ve bireyin aydınlanması; felsefi, bilimsel ve sanatsal bilginin etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Bu bilgi türleri okullarda bir biçimde öğretilmektedir. Sokak ve caddeleriyle kentler, bu bilgileri desteklemeli, hem çocuklar hem de yetişkinler bu eğitim ortamını yaşamalıdırlar. Kentler eğitim alanlarıdır. Bu alanlarda sanat sadece sinema, tiyatro ve konser salonlarında olmaz. Sanat çeşitli dallarıyla kentin her yerine sinmelidir.
Sanat eğitimi; bireylerin duygusal zenginliğini artırır, yaratıcılığını geliştirir, hayata ve mekâna bağlar. Olaylara farklı açılardan bakılabileceğini gösterir. Bireyleri iyiyi, doğruyu, güzeli, nihayet mükemmeli arama arayışına sokar. Toplumsal kalkınmayı sağlar.
“Eğitim şart” ama bu sadece okullarda olmaz. Kaliteli bir toplum olunmak isteniyorsa, herkes ve her kurum yapıp etmelerinde eğitimi ve diğerlerini geliştirmeyi dikkate almak durumundadır.
Belediyeler, lütfen önden buyurun!
Kars'ta bir bina
Kars'ta bir fıskiye
Kars. Hekimevi olarak kullanılan eski bir bina.
Sivas. Çifte minareli medrese (1271)
Fotoğraflar: İkram Çınar