Türk Silahlı Kuvvetlerini önemli kılan iç ve dış güvenliğin sağlanmasında üstlendiği görevlerdir. Bu görev; yurdun bağımsızlık ve bütünlüğünün korunmasıdır. Sanıldığının ya da eleştirildiğinin tersine, ordunun iç güvenlikle ilgili görevleri dış güvenlikten az değildir. Çünkü iç güvenlik konusunda sorunları olan, birlik ve bütünlüğünü sağlayamayan bir ülkenin dış güvenliğini sağlaması zaten olanaksızdır. Bunun bir örneğini Kurtuluş Savaşı'nda görmek mümkündür. Önce iç güvenlik sağlanmıştır. Günümüzde de çok çeşitli nedenlerden dolayı iç muhalefetin sertleşmenin hatta iç savaş durumuna ulaşması ordunun tehdit değerlendirmeleri yaparken iç tehdidi (bölücülük, irtica) öne almasına neden olmaktadır. Nitekim kimi iç muhalefet odakları diğer kurumları (siyaset, polis, eğitim, yargı) pasifize ederek ya da içlerine sızarak kısmen güçsüz kılmış veya hükümetlerin güdümüne girmiş, karşısında ciddi bir güç olarak ordunun kaldığını görmüş ve ele geçirdiği medya araçlarıyla da orduyu yıpratıcı propaganda etkinliklerini artırmıştır.
Dış güvenliği sağlamanın ve düşmanca davrananların caydırmanın yolu “milli gücün” yüksek olmasına bağlıdır. Milli güç; ekonomi, eğitim, sağlık, siyaset, coğrafya, ordu, moral... gibi alanlardaki güçtür. Ülkenin gücü ise bu alanların hepsinde güçlü olması halidir. Milli güç, ordunun da öncelikli ilgi alanına girer. Diğer unsurların gücü orduya yansır. Şöyle de denebilir; milli güç unsurlarının zayıflığı orduyu da zayıflatır. Durum böyle olunca, ordunun diğer konularla ilgilenmemesi düşünülemez.
Öte yandan Türkiye, siyasal sınırları doğal olarak çizilmemiş bir coğrafyada, jeostratejik önemi büyük bir yerde bulunmaktadır. Başka deyişle dünyanın güzel bir mahallesinde, güzel bir evde oturmaktadır. Güzel bir evde oturmanın maliyeti de yüksektir. Bunlar dış tehdidi de artırmakta ve ordunun daha güçlü olmasını zorunlu kılmaktadır.
Güçlü ordu personelinin iyi seçilmiş, iyi eğitilmiş ve hepsinden önemlisi moralinin yüksek olması gerekir. Örgüt kültürü ve iklimi ile toplumun desteği moralle yakından ilgili kavramlardır. Bir subay şöyle konuşmaktadır:
“Ben toplum için önemli işler yapmaktayım. Seçilerek okula alındım ve iyi eğitim gördüm. Ancak sivil eşitlerimden statü ve ekonomik bakımdan daha gerideyim. İyi elbise giyiniyorsam mesleğimin şerefini yüksek tutmak içindir. Yüksek ücret aldığım için değil... Yakın zamana kadar şehit olan arkadaşlarımın çocukları ortada kalıyordu. Şimdi durum daha iyi. Gözüm arkada kalmadan yurdum için ölebilirim... Bütün kurumlar dejenere olmuş. Siyasetçiler, yargı, eğitim üzerine düşeni yapmıyor, hatta bozuyorlar, sonra pisliği temizlemeyi bize bırakıyorlar... Yurttaşlarımın bazen bana iyi gözlerle bakmadığını hissediyorum. Menderes'in idamını, 12 Mart'ın, 12 Eylül'ün, komünistlere yapılan işkencenin ve türban yasağının müsebbibi olarak beni görüyorlar... Kendisini terörden kurtarmaya çalıştığım Kürt, ona baskı yaptığımı düşünüyor... Arkadaşım günlerce Elazığ, Mardin dağlarında terörist kovalarken, eşinin tayinin gidilip gelinecek bir yere yapmıyorlar. TSK personeli üstün bir fedakârlıkla çalışmakta üzerindeki ağır yükü taşımaktadır. Ağır stres altında çalışıyoruz... Bütün bunlara rağmen iyi ki toplumun desteği var ve onları hep yanımızda hissediyoruz...”
Türk Ordusu
Türk ordusunu diğer ordulardan ayıran birçok özellik vardır: Bunlardan ilki çok eski bir kurum olmasıdır. Ordumuz, -209 yılında Hun İmparatoru Mete tarafından kurulmuştur. Yani 2215 yaşında bir orduya sahibiz. Bu kadar uzun bir ömür, bırakın devletleri ancak birkaç millet için söylenebilir. Türk ordusu milletini hiç devletsiz bırakmamıştır. Tarihte şimdiye kadar hiç esaret altında yaşamayan ve dağılmayan tek devlet vardır: Türkiye! Devletin adı değişmiştir, kendi değil. Birçok devlet kurmuş ve yıkmışız. Ama yıkılmakta olan devletin içinden yenisi kurularak varlığını sürdürmüştür. Bunu ordumuza ve onun binyılların verdiği deneyim, kurumlaşma, disiplin ve bilgeliğine borçluyuz. Ordumuz milleti devletsiz bırakmamıştır ama o orduyu kuran, ayakta tutan da milletin kendisidir. Millet yoksulluk çekse de ordusunu yokluk içinde bırakmamak için elinden geleni yapmıştır.
Toplumumuzun çeşitli dönemlerde eğitim düzeyi ve durumu tartışılabilir ama kesinlikle emin olmamız gereken şey şudur ki, subaylarımızı çok iyi eğitiyoruz. Askeri okullarımız dünya standartlarının çok üzerindedir. Bu sadece şimdi için geçerli değildir. Kısa süreli bazı dönemler dışında tarihte de hep böyle olmuştur. Türk milleti ordusunu çok iyi eğitmiş, ondan hiçbir şeyi esirgememiştir.
Ordu personelinin özellikle üst subayların, halkın içinden çıkması da diğer pek çok orduda olmayan bir özelliktir. Özellikle Batı ordularında üst subaylar genellikle aristokrasiden gelir. Dolayısıyla ordu halkın değil, aristokrasinin ordusu olur. Sosyal sorunlarda Batı orduları komutanlarının sınıflarından yanadır. Ordumuz her anlamda milletin ordusudur.
Bizde askerlik yapmak vatana karşı borç olarak algılanır. Özellikle Batıda bu bir iş ya da angaryadır veya para karşılığında yapılan bir iştir. Bizde askerlik yapmayan, yapamayanlara iyi gözle bakılmaz. Millet orduyu kendi malı bilir, peygamber ocağı sayar ve bağrına basar. Gerçi son zamanlardaki bedelli askerlik uygulamalarının kamu vicdanını rahatsız ettiği de burada vurgulanmalıdır. Öte yandan AB‘nin bazı dayatmalarının ve Batıcı eğitim ve kültür anlayışının mankurtlaştırdığı kendilerine “vicdani redci” gibi adlar bulan bazılarının ordubozanlık görevi üstlendiği de görülmektedir. Toplumun bu tür geçici sorunlarını çözeceğini göreceğiz.
Dillere destan disiplin anlayışı, tarihteki parlak zaferleri, etkililiği ve üstün vurucu gücü, ordumuzu, günümüz dünyasında sayılı birkaç ordudan biri haline getirmiştir. Bundan elbette her yurttaş gurur duymaktadır. Son zamanlarda dışa bağımlılığı azaltarak kendi üretimi silah sistemlerini geliştirip kullanması hatta bazılarını ihraç etmesi orduya güvenimizi artırmaktadır.
Ulusumuz ordusunu hep güvenilir bulmuştur. Kamuoyu yoklamalarında hep en üstte yer alır. Ancak son yıllarda Türkiye’yi çökertme planlarının açıkça dile getirildiği ve bu konuda içeride ve dışarıda çok yol alındığı görülmektedir. Millî güç unsurlarından birçoğu yozlaştırılmış ya da etkisizleştirilmiştir. Bu arada ordu üst yönetimi de Batı ile “müttefiklik oyunu”nu abartmışa benzemektedir. Son aylarda kökü dışarıda medyada orduyu halkın gözünden düşürmeye, etkisizleştirmeye yönelik komplolar yer almaya başlamıştır. Bu bir psikolojik savaştır. Ne yazık ki, bunu bertaraf edecek karşı psikolojik saldırılar yeterince görülememektedir. Ordu sanki psikolojik saldırı karşısında diğer kurumları yanında görememektedir. Bir ordunun kendi ülkesinde psikolojik savunma yapmak durumunda kalması kabul edilecek bir durum değildir. Bu durum şöyle de yorumlanabilir; ya Türkiye’nin bir derin bir savunma stratejisi yoktur ya da varsa bile bunun ulusal refleksi zayıflamıştır. Her iki halde de durum vahimdir.
Ülkemizde son zamanlarda orduya yönelik yapılan faaliyetleri Türkiye’nin bağımsız politikalar üretmesini engellemeye yönelik saldırıda öncü ya da keşif kollarının vuruşmasına benzetebiliriz.
Ordu bizimdir. Yanındayız.