ATATÜRKÇÜ ÖĞRETMEN
Atatürkçülük, Sanayi Devriminin sonuçlarına uygun olarak toplumsal yapıyı güncelleyerek tarım toplumunun gelenekselliğinden sanayi toplumunun modernleşmesine geçmek amacıyla, 19. yüzyılda başlayan ıslahatların 20. yüzyılın başında tamamlanmış halidir. Atatürkçülük, sanayi devriminin sonuçlarının Türkiye'de uygulanmasıdır. Bu bağlamda Atatürkçülüğe karşı çıkış Sanayi Devrimine ve modernleşmeye karşı çıkıştır. Bunun anlamı fabrikaları kapatmak, şehirden köye göçmek ve modern bilimin ürettiği teknolojiyi reddetmektir. Böyle bir tercih olabilir ancak bu akıldışı tercihi bir toplum geleceğini kurmakla görevlendirdiği öğretmenin paylaşması kabul edilemez. O halde Atatürkçü (yani modernist) öğretmeni açıklamak gerekir.
Atatürkçü öğretmen; devletin demokratik, laik, sosyal ve hukuksallık niteliklerini özümsemiş, tam bağımsız Türkiye hedefini daima göz önünde tutan, ulusal kültür ve çağın değerleri arasında sentez yapabilen, bilimi yol gösterici kabul eden, Atatürk devrimlerini gerekçeleriyle bilen, ilkelerini ilke edinmiş ve bu doğrultuda öğrencilerini eğiten ve toplumu etkileyen öğretmendir.
Neden Atatürkçü Öğretmen?
Toplumlar, yapıştırıcı işlevi gören bazı değerler tarafından bir arada tutulur. Bunlar, gelenekler, dil, din ve tarihsel anılar olabileceği gibi, tarihsel akış içinde uluslarının genel gidişine yön vermiş olan ulusal kahramanlar da olabilir. Atatürk ve onun kişiliğinde somutlaşan değerler de ulusumuzu birbirine bağlayan böyle bir yapıştırıcı işlevi görmektedir.
Atatürk, kişi olmanın ötesinde kurumlaşmıştır. Ancak bilerek ya da bilmeyerek yıllardır Atatürkçülüğün içi boşaltılmaktadır. Okullarda Atatürkçülük değil, savaş kahramanı olan “Kemal Paşa” öğretilmektedir. “Dostlar alışverişte görsün” misali, içeriği boşaltılmış ilkeler yıllarca, tekrar tekrar ezberlettirilerek yurttaşlar Atatürk’ten soğutulmaktadır.
İyi anlaşılmamış Atatürkçülük kimilerince de istismar edilmektedir. Yapılan devrimlerin hangi gerekçelerden kaynaklandığı, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak için ortaya konan ilkelerin günümüzde hangi anlamı taşıdığı öğretilmemekte, kavratılmamaktadır. Atatürkçülük bir bütün olarak ele alınmayıp, fikirlerini parçalara ayırarak işine gelenleri kabul edip, diğerlerini yok sayarak, Atatürk ilke ve devrimleri kendi çıkarlarına göre yorumlanırsa, Atatürk bile birlik değil, bölücülük kaynağı haline gelebilir. Örneğin, kimileri sadece laikliği, kimileri ulusçuluğu tekellerine almakta, diğer ilkelerini ya önemsememekte ya da yok saymaktadır.
Atatürkçü düşünce sistemi eğitimde; “yaşamda en gerçek yol göstericinin bilim olduğu”nu esas alır. Paradigma piramitlerinin üst üste bindiği ve bilişim toplumu yolunda ilerleyen bir dünyada, bundan daha azı kabul edilemez. Bunu kavraması ve öğrencilerine kavratması gereken öğretmendir.
Her ülke eğitim sisteminin, ulusal birliği sağlamak, ortak bir geleceğe yönelmek için özeğe (merkeze) aldığı temel değerleri vardır. Bizim eğitimde, özekteki değerimiz ise Atatürkçülüktür. Eğitim öğretim çalışmaları bu doğrultuda yapılır. Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda eğitim; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve ulusunu yaşatmak için, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma amacına dönük, gerçekleştirdiği yapıya sahip, öngördüğü görevleri yerine getiren yurttaşları yetiştiren eğitimdir. Başka bir deyişle, Atatürk ilkelerini benimsemiş, devrimleri gerekçeleriyle bilen ve koruyan yurttaşları yetiştiren eğitimdir.
Birçok eğitim sisteminde siyasal, kişisel ve toplumsal değerler gizli müfredat aracılığıyla verilir.
Gizli Müfredat
Gizli müfredat (örtük program), okuldaki öğretmen ve yöneticilerin davranışları, yaklaşımları, inançları, değer yargıları, okul atmosferinin niteliği, okul içi ortamın öğrencilere sağladığı etkileşim örüntüsü, okul içi yazılı olmayan kuralları, rutinleri, disiplini, otoriteye itaat etme gibi tutum ve daha birçok etkenle yürürlüktedir. Gizli müfredat, açık (yazılı) müfredatın aktarılmasıyla da kendini gösterir ve açık müfredattan daha etkilidir.
Bizde gizli müfredat (ki artık açık olmuştur) ilk ve ortaöğretim kurumlarında 2504 sayılı Tebliğler Dergisinde belirtilen ve ilköğretim programında yer alan “Atatürkçülükle İlgili Konuların” işlenmesinde kendini gösterir. Buradaki konuların büyük kısmının Atatürk’le “doğrudan” ilişkisinin olmadığı görülür. Örneğin, Türkiye’nin jeopolitik önemi, iyi ahlâk sahibi olmak, ülkemize yönelen tehditler, kadın hakları gibi... Bu durum bir yandan Atatürkçülüğün Atatürk ötesinde bir kurum olarak algılandığını gösterirken, bir yandan da “gizli müfredat” kapsamında kavratılması gereken konuların, Atatürkçülük kapsamda değerlendirildiğini gösterir. Bu anlamıyla örtük programda (ya da Atatürkçülükle ilgili konularda) başarısız olan bir eğitim süreci, ulusal hedefler peşinde koşan yurttaşlar yetiştiremez.
Öğretmenler, “Atatürkçülükle ilgili konuları”, Atatürk ilke ve devrimlerini, gerekçeleriyle birlikte iyi bilmeli; bu esaslara uyarak Atatürk’ün izinde yürüdüğünü göstermelidir. Atatürkçülüğü bilmeyen hatta Atatürk karşıtı olduğu halde programda yer aldığı için Atatürkçülüğü öğretmeye çalışan öğretmenlerin bu konuda başarısızlığı kaçınılmazdır. Çünkü, hiç kimse inanmadığı bir şeyi ikna edici biçimde öğretemez. Ne kadar rol yapılırsa yapılsın, öğrenciler jest ve mimiklerden öğretmenin ciddiyetini ve konuya verdiği önemi anlar ve onun verdiğinden fazla önem vermez.
Okullarımızda gizli müfredatın niteliği bir yana açık müfredatın da yeterince üzerinde durulmadığı gözlenmektedir. İlköğretimde her gün ant içen ve “açtığın yolda, gösterdiğin hedefe hiç durmadan yürüyeceğim” diye Atatürk’e söz veren öğrenci, eğer “açılan yol” ve “gösterilen hedef”in ne olduğunu bilmiyorsa, bu ant içme anlamsızdır. Elbette bunun sorumlusu da öğretmenleridir.
Gerek millî eğitimin genel amaçlarının yazılı olduğu 1739 sayılı yasada, gerekse eğitim programlarının içeriklerinde Atatürk ve Atatürkçülükle ilgili konuların önemli ölçüde yer aldığı, bunlara vurgu yapıldığı görülür. Ancak, öğretmenlerin bir çoğunun bu konularda yeterli bilgi edinmedikleri ya da edindikleri bilgiyi bilince dönüştüremedikleri gözlenmektedir. Bu bilinç ortaya çıkmayınca ulusal eğitim de amacına ulaşamamaktadır.
Ulusal / Millî Eğitim
Her bağımsız ülkede olduğu gibi, Türkiye'nin eğitim sistemi de ulusal eğitimi temele alır. Ulusal (millî) eğitim; eğitimin, ulusun bağımsızlığını sürdürebilmesi ve ulusal ihtiyaçları karşılaması için kendi tarihsel, kültürel, toplumsal, ekonomik ve siyasal yapısına ve çağın gereklerine göresistemleşmiş biçimidir.
Ulusal eğitim toplumsal kalkınmayı temele alır. Öğretmen, eğitim ve yaşamın bütününü kavramak ve ne için insan yetiştirdiğini bilmek durumundadır. Eğitim kurumu, dolayısıyla öğretmen, bütün toplumsal kurumların (ekonomi, politika, sanat, bilim, felsefe, din, hukuk...) insan girdisini sağlar. Bu kurumların güçlü olması ülkenin gücünü artıracak bu da öğretmenin başarısı olacaktır.
Toplumsal kalkınma ve bağımsızlığın korunmasında ulusal güç unsurları olan siyasi, ekonomik, askerî ve sosyo-kültürel güçlerin önemi çok büyüktür. Bir devletin ulusal çıkarları ve sınırlarını koruması, iç ve dış tehditlere karşı durması ancak kurumların güçlü olmasıyla olanaklıdır. Sömürgen devletler güçlü olan bir devleti işgal etmeye cesaret edemez. Sadece güçlü bir askeri varlık tek başına yeterli değildir. Halkın gönüllü ve tam desteği olmadan, dış güçlerin ülke içine müdahale etmesini ordu önleyemez. Psikolojik savaş ve terörle, halkın moralini, maneviyatını ve ahlâkını bozan etkileme ve yönlendirmelerle toplumun güven duygusu tahrip edilebilir, gelecek belirsizleştirilebilir, birlik ve dirlik bozulabilir. Öyleyse asıl güvence yurttaşları ulusal bilinçle donatmaktır. Bunu yapacak olan eğitim kurumu ve bu kurumun en önemli görevlileri olan öğretmenlerdir.
Ekonomik ve kültürel kalkınmayı gerçekleştiremeyen uluslar başka ulusların tehdidi altındadır. Türkiye gibi yer altı ve yer üstü kaynakları, tarihsel, turistik zenginlikleri olan ve üstün bir stratejik konumda bulunan bir ülke başka ülkelerin daima ilgi ve hedeflerinin odağındadır. Ekonomik olarak kendi ayakları üstünde duramayan ülkelerin siyasal bağımsızlıkları olamaz. Ekonomik gelişme için her türlü olanağın bulunduğu ülkemizin neden bir türlü istenen noktada olmadığı iyi çözümlenmelidir. Öğretmenin bunları iyi kavrayıp yurttaşlara anlatmak gibi bir görevi vardır.
Bir ulusun kalkınması için gerekli olan yetişmiş insan gücümüz vardır. Mükemmel bir coğrafyaya sahibiz. Bilimsel ve teknolojik olarak hiç de fena durumda değiliz. Bunların topluma anlatılarak psiko-sosyal güç harekete geçirilmelidir. Bunu yapması gereken toplumun hücrelerinde çalışan her kesimle iç içe olan Atatürkçü öğretmendir. Köy Enstitülü öğretmen bu bilinci taşıyan öğretmendi. Bu yüzden hâlâ “nerde o eski öğretmenler” diye anılırlar. Bu yüzden onlar, emperyalist ülkelerin ve yerli işbirlikçilerinin hedefi oldular ve ezildiler. Geri kalanların önemli kısmı da 80’li yıllarda horlanıp aşağılandılar. Küresel güçlerin hedef tahtasına koyduğu Türkiye’nin ulusal duyarlıkları güçlü öğretmenlere gereksinimi vardır.
Biliyoruz ki, Atatürk ilke ve devrimlerini gereğince kavramamış olsalar da eğitim ordusunun ezici çoğunluğunun ruhunda bu öz vardır. Közleşen bu “öz” canlandırılmalıdır.