Kurban bayramı vesilesiyle Azerbaycan seyahati fırsatı buldum. Yediğim içtiğim bende kalmak üzere bazı gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Yazmak gözlemlerinden bir iz bırakmaktır.
Posof üzerinden Tiflis’e kadar otobüs bileti almıştım. Otobüs firması biz yolcularını Ahıska’da Gürcü şoförlü bir minibüse devrederek ortada bıraktı! Gürcistan’da ciddi bir dil problemi yaşadım. Ahıska'yı saymazsak, etrafta Türkçe ve İngilizce bilene rastlayamadım. Gürcistan’ın alfabesi farklı ve tabela yazıları okuyup uluslararasılaşmış kelimeleri tanıyarak bir anlam çıkarma şansım da olmadı. İşaretlerle anlaştık. Xaçapur ve piraçki yedim. Xaçapur, Farsça bir sözcük; peynirli pide, ama kapalısından. Piraçki ise pişinin içi peynirli olanı. Piraçki Azerbaycan’da da çokça bulunan, bizdeki simit gibi ayaküstü yenilen bir hamur kızarması.
Gürcistan’ın yolları bir hayli bozuktu ve nihayet Tiflis’e vardık. Şoför bizi otobüs terminaline götürmek yerine Tiflis’in orta yerinde bıraktı.
Daha önceden Tiflis’teki Ortacala mahallesinin Türk asıllı olduğu ve Türkçe konuştuklarını biliyordum. Bir taksi tutarak Ortacala mahallesine ulaştık. Otobüs terminali de oradaymış. Azerbaycan’ın Gence şehrine gitmeye niyetim var.
Ortacala’da Rizeli İdris’in lokantasındaki yemek ve çaydan sonra orada bulunanlarla sohbet ettik. Eskiden Rusça, şimdi Gürcüce öğrenmek durumunda kaldıklarını söylediler. Gürcüce bilmeden ticarette, zanaatta ya da başka bir işte iyi bir gelir elde edemediklerini söylediler. Çocuklarına Gürcüceyi iyi biçimde öğretmeye çalıştıklarını söylediler. Mevsimlik işçi olarak bazıları Türkiye'ye geliyorlarmış. Eskiden Gürcistan'da Kürtler de yaşıyormuş Batum'daki Kürtleri Kırgızistan'a sürmüşler. Başka yerlerde kalanlar da Sovyetler Birliği dağılınca İsrail'e göçmüş. Konuştuğum kişiler Azerbaycanlıları kültürel değerler bakımından yozlaşmış buluyordu, sitemkârdılar.
Bir taksiye binerek Kırmızı Köprü’ye (Azerbaycan sınırı) gittik. Yolun ötesi için de bir taksiyle anlaşarak Gence’ye ulaştık. Gence Azerbaycan’ın ikinci büyük kenti. Gence, genişçe yer anlamına geliyor. 2504. kuruluş yılını yaşıyor. Hoş bir şehir, mimarisi güzel, temiz ve bakımlı; sokakları kadınlar süpürüyorlardı, ondan mıdır bilemem.
Gence’den sonra Bakü’ye gittim. Mimarisi beni çok etkiledi. Bir kişiliği ve karakteri var. Burası Azerbaycan dedirtiyor. Azerbaycan motifleri her binaya, her yere sinmiş. Neredeyse hiç sıvalı bina görmedim. Binalar dekoratif, işlenmiş mermer ya da kesme taşlarla kaplanmış.
Şehrin bazı yerleri açık hava müzesi gibi. Azerbaycan kültür ve tarihinde yer almış önemli insanların ve Azerbaycan kültürünün özelliklerini anlatan heykellerle birçok yerde karşılaşmak mümkün. Mimari Türk motifleriyle süslenmiş, en çok sekiz köşeli yıldız dikkatimi çekiyor. Selçukî eserlerinde de çok kullanılan bir motiftir. Ayrıca bu yıldız Azerbaycan devlet remzi olarak da kullanılıyor. Buta desenleri de her tarafta göze çarpıyor. Ne güzel bir kadirbilirlik ve gençler için ne güzel bir öğrenme fırsatı! Şehir mimarisi ve sanatı Türkiye’de yetersizlik ve yeteneksizliğin zirvede olduğu alanlardandır.
Belediye otobüsleri anladığım kadarıyla iyi işliyor. Bilet 20 kapik (kuruş) ancak adres sorma sıkıntısından kurtulmak için taksiyi tercih ettim. Taksi şoförümle konuşuyoruz. “Televizyonda haberlerinizi izliyorum. Muhalefet partilerinin her gün eleştirileri var, her şeye karışıyorlar, hiçbir şeyi beğenmiyorlar. Seçime girmiş kaybetmişsin. Kes sesini, ortalığı karıştırma, bırak hükümet işini yapsın!” diyor. Azerbaycan’da öyle. İlham Aliyev hatta eşi ve kızının faaliyetleri haber oluyor ama muhalefet partilerinin faaliyet ve açıklamalarından hiç söz edilmiyor. Seçimlerde bile muhalefete yeterince yer verilmedi. Aliyev’in partisi % 70’e yakın bir oranla seçimi kazandı.
Demokrasi seçimin olması kadar yönetime katılmayı da kapsar. Muhalefetin oy oranı az ya da çok, halkın bir kısmı adına konuşur ve onların düşüncelerini ifade eder. Demokraside çoğunluk yönetir ama azınlık olanların da hakkı korunur, sözü, talebi dikkate alınır.
Siyasal sistem üzerine konuştuğum kişilerden biri kapitalist ve sosyalist sistemleri karşılaştırdı. “Sosyalizmi yaşayan insanların % 95’i onu mumla arıyor, geriye kalanları ise kapitalist sistemde çalıp çırpıp yolunu buldular ve hallerinden memnun. Gençler zaten gözlerini bu düzende açtılar ve bir gün zengin olabilecekleri umuduyla yaşıyorlar.” dedi. Yönetim kavramına da ilginç bir yaklaşım sergiledi. Hangi düzende olursa olsun yöneticiler “Müteşekkil cinayet şebekesi”dir, diyor. Onu da şöyle açıklıyor: Profesyonel yöneticiler işin inceliklerini öğrenmiş, kitleler nasıl ikna edilir, onlar neyi duymak istiyor sorusunun cevabını iyi bilirler. Kitlelerin gönlünü edecek sözler söyleyip her düzende iyi yaşarlar. Epey açıklayıcı bir yaklaşım.
1930’larda Türkiye’de konuşulan Türkçeyi iyi bilenler Azerbaycan Türkçesini anlamakta güçlük çekmezler. Kaldı ki, siz onları anlamazsanız bile onların sizi anlayacağından kuşku duymamalısınız. Zira Azerbaycan’da Türk televizyonları çok seyrediliyor. Türk tv dizileri bağımlılık yaratmış durumda. Birçok kişi işlerini dizi saatlerine göre ayarlıyormuş. Bunun olumlu ve olumsuz etkileri olmalı. İki ülkeyi birbirine yaklaştırması bakımından çok olumlu. Ayrıca kitlelerde bir Türkiye sempatisi yaratmış. Gençler Türkiye’ye gelmeyi, görmeyi hatta burada yaşamayı çok istiyorlar gibi bir izlenim edindim. Sanırım Türkiye’yi dizilerde gördükleri cennete benzetiyorlar. Bu güzel bir şey ama yine de Azerbaycanlıların kendi değerleriyle yaşamalarını isterim.
Türk televizyonları aracılığıyla değerler sisteminde de değişme dahası olumsuzlukların olduğu yetişkinler tarafından ileri sürülüyor. Bir sohbet arkadaşım “Sosyalizm bizim inançlarımızı görmezden geldi ama ahlâkımızı bozmadı. Hem kapitalizm hem de sizin televizyonlar bizim gençleri yoldan çıkarıyor.” dedi. Şaşırmadım.
Ahlâk konusunu biz Din Kültürü dersi içine yerleştirdik ve ahlâkı din ile ilişkilendirdik. Oysa Felsefe dersinin içine yerleştirmek gerekirdi. Daha uygun olanı ise hem ahlâk hem karakter eğitimini bütün derslerin içine açık ya da örtük müfredat olarak yerleştirmektir. Öğretmenler kendi branşlarının ders içeriklerini öğrenciye kazandırmanın yanı sıra öğrencilere ahlâk ve karakter eğitimi de vererek “insan” yetiştirmeyi hedeflemelidirler. Bu konuda başarılı olduğumuz söylenemez. Azerbaycan’ın da bu konuda bazı sıkıntıları olsa bile bu konuda bizden daha iyi durumda olduğunu söylemek mümkün. Genel insan özellikleri bakımından Türkiye’den daha gelişkin olduğunu söylemem gerek.
Azerbaycan’da din kurumunun sosyal hayatta görünürlüğü çok az. Cami sayısı Türkiye’den kat kat az. Dinin sosyal hayattaki yeri ve insanların İslam kültürüne hakimiyeti en azından Türkiye’nin gerisinde. Bir gözlemi paylaşmam açıklayıcı olabilir: Kurban bayramının birinci günü bir tv kanalındaki haber ilginçti. Bazı kasaplar vitrinlerine “kurban eti satılır” duyurusu asmışlar. Muhabir hem kasapla hem de özellikle kurban eti satın alanlarla konuşuyor. Kasap bunun Müslümanlar için iyi bir hizmet olduğunu iddia ediyor! Kurban etinin satılmaması, ihtiyaç sahiplerine dağıtılması gerekirken, müşteriler “Kurban kesemedik bari bu niyetle kesilmiş olanını alalım, okunmuş, mübarek et.” diyorlar. Burada ciddi bir samimiyet, masumiyet ve bilgisizlik var. Dinin sosyal hayattaki görünmezliğine rağmen ahlaken birçok bakımdan bizimkinden daha gelişmiş olması din ile ahlâk konusunun sanıldığı kadar birbirinin içinde olmadığını gösteriyor.
Lokantalarda yerel yemekleri tercih ederim. Yine öyle yaptım. Menüden lüle kebabını sipariş ettim. Gele gele bizim adana kebabı geldi. “Bu bizim kebap” dedim. Garson “hayır, bizim kebap” dedi. “Siz mi bizden yoksa biz mi sizden öğrenmişiz” diye sordum. “Siz bizden öğrenmişsinizdir” dedi. Hem “Bir millet iki devlet” de, hem de kim kimden öğrenmiş diye sor, olacak iş mi yani!
Neredeyse bütün yemeklere kişniş otu dedikleri, maydanoza benzer bir ot katıyorlar. O otun tadını hiç beğenmedim. Baskın bir tadı var ve yemeğe damgasını vuruyor.
Azerbaycan'da alkollü içkiler ne kadar tüketiliyor bilmiyorum ama fiyatların Türkiye'ye göre çok ucuz olduğu bir gerçek. Hatta herşey Türkiye'dekine yakın fiyatta ama içki hariç. Ayrıca içki her yerde bulunabiliyor. Bir parkta, çay ocağında, kahvehanede... Bizdeki maden suyu gibi. İçki tüketmek kadar önemli olan bir husus da "Adam gibi içmesini bilmektir". İçki içmenin de adabı vardır. Basit insanlar iki kadeh içince bütün maskelerini indirir ve sadece dangalaklıkları kalır. Bizde eskiden içmeye "demlenmek" denirdi. Yine de deniyor. Demlenmek, "kıvamına gelmek" anlamındadır. Yeterini bularak o kıvamda kalmaktır. Kendini ve haddini bilen insan serhoş olmaz. Azerbaycan'da dem kültürü yerleşmiş sanırım. İçki her yerde ve ucuz ama kimsenin içkiye saldırdığını, sürekli içtiğini ve ortalıkta sarhoşluk sergildiğini gözlemlemedim.
Azerbaycan’ın hızla kalkınmasını sağlayacak birçok özelliği bulunuyor. İlki iyi eğitimli insan gücü, ikincisi de petrolü. Elbette zengin bir tarihsel deneyime de sahip bir ülke. Gözlemlerim halkın gelişmiş bir estetik ve felsefi birikime sahip olduğu yönündedir. Ancak yine gözlemlerim Azerbaycan Türklerinin kitap okumaktan vazgeçirildiğine işaret ediyor. Emekli maaşı 85-100 manat civarında. Kitaplar ortalama 10 manat. Sorun parayla ilgili de değil. Çok okumak, derin bir bilgi birikimine sahip olmak "değerli" olmaktan çıkarılmış. Kapitalizmde para merkezdedir. Bilgi ve hikmet birikiminiz değil, ne kadar paranızın olduğu genelgeçer değer yapılır. Düzenin kimin hesabına çalıştığı, egemen ve muktedir olanların sorgulanması istenmez. O yüzden okuma ve eleştirme alışkanlığı gibi sorunları rejim bir şekilde ortadan kaldırır. Çarşı pazarda kitapçı yok denecek kadar az ve olanların da rafları dolu değil. Satışta olan kitapların büyük kısmı Rusça ya da kiril harfleriyle yazılmış. Umarım çocuklara kiril abecesiyle okuma yazma da öğretiliyordur!
Keşke bizde de harf değişikliğinden sonra eski alfabe öğretilseydi. Şimdiden başlayabiliriz. İlköğretimin ikinci kademesi bunun için uygundur. Türkçe dersinin haftada bir saat artırılarak ya da lisede Edebiyat dersi içinde öğretilmesi geç kalınmış olmasına rağmen hiç olmamasından daha iyidir. Seçmeli derslerden bir ders de olabilir.
Azerbaycan’ın okuma kültürünü yeniden kazanması, okullarda bilgisayar ve internete (bilişime) dayalı eğitimi artırması ve Türk televizyonlarının veya yerli ama bizimkilerin en adi olanlarının taklidi olan televizyon programlarından vazgeçmelerini ehemmiyetle öneriyorum.
Dönüş yolunda uçsuz bucaksız tarım toprakları gördüm ve anladığım kadarıyla çoğu tarıma kapalı durumda. Bana söylenene göre topraklar tuzlandığı için ekim yapılamıyormuş. Aşırı sulama ve gübrelemeden ötürü toprak iflas etmiş!
Azerbaycan’ı uzaktan severdim. Yakından da sevdim ve tekrar gitmek için zaman kollayacağım.
Fotoğraf (yukarıdan aşağıya) Bakü'de 1918 Türk Şehitliği, Bakü mimarisinden bir örnek, Zerdabî'nin bir sokaktaki heykeli, Şair Mirza Alekber Sabir'in heykeli, Kız Kalesi ve Genceli Nizami Müzesi.
Kız Kalesinin adının nereden geldiğiyle ilgili bana anlatılan hikaye ilginçti. Bazı yerlerde kaleler ya yer adıyla ya da ülke açısından yiğitliğiyle tanınan kişilerin adı verilir. Kız kalesi adının verilmesi, "kız gibi sağlam, dokunulmamış, dokunulamaz olsun" diyeymiş. Fethedilememiş!