Giriş
İlköğretimden üniversiteye kadar yıllardır bitmeyen, bitirilmeyen hastalıklı bir ders işleme yöntemimiz var: Öğretmenlerimizin bir kısmı derste öğrencilerine not tutturuyorlar. Bir dikte çalışması yapar gibi. Öğretmen kendi notlarından ya da bir kitaptan öğrencilerin yazacakları hızda okuyor ve öğrenciler de bunu defterlerine yazıyorlar. Bu bir ders işleme yöntemi ama doğrusu değil.
Öğrenimim boyunca bu biçimde ders işleyen öğretmenlerim oldu. İlkokuldayken yeterince sorgulayamıyordum ancak lise ve üniversitede bunu aptalca buluyordum. Lisede arkadaşlarım bundan memnundu. Üniversitede hepimiz şikâyetçiydik. Öğretmenlerimizden yazdırma işine son verip dersi ders gibi işlemesini rica ettik ama sonuç değişmedi. Ders çok sıkıcı geçiyordu. Konuyu konuşamıyor, tartışamıyor ve etraflıca öğrenemiyorduk. Anlamsızdı. Kitapta yazılan bilgiler aynen tekrarlanıyor, bir örnek, ek bir açıklama yapmıyorlardı. Üstelik sınavda da verilen cevabın metindeki gibi noktası virgülüne kadar yazılmasını istiyordu. Gereken yerde nokta veya virgül kullanmadığı, bir kelime atladığı için sınavda puanı kısılan arkadaşlarım olmuştu.
Anladım ki bazı öğretmenlerimiz işin kolayını bulmuşlardı. Öğretmenlik yapmıyor veya yapamıyorlardı. Ya yetersizdiler ya da yöntem bilmiyorlardı. İnkılâp Tarihi öğretmenimiz adını ve yazarını söylemek istemediği bir kitabı bize satır satır yazdırıyordu. Kitabı bitirmek gibi bir amacı vardı ve yazdırma hızı el ve parmaklarımızın kapasitesinin üstündeydi. Öğretmen kitabı ciltlemişti ve hangi kitap olduğunu anlayamıyorduk. Bilsek o kitabı alacaktık. Sonunda kitabı tespit ettik. Hamza Eroğlu’nun kitabıydı. Kitabı temin ettik ve derste yazmamaya başladık. Kitaptan çalışmayı yeğledik ama öğretmen “dersi ben neyle dolduracağım” diye panikledi ve yazmayanları dersten atmakla, dönem sonunda defterleri kontrol ettiğinde eksik yerler olması halinde düşük not vermekle, dersten tekrara bırakmakla tehdit etti. Lanetleyerek yazmaya devam ettiğimizi hatırlıyorum. Demek ki öğretmenimiz dersi nasıl dolduracağını bilmiyordu ve biz onun işinin uzmanı olmamasının kurbanlarıydık. Dönem bittiğinde kitabın çoğunu yazmayı yetiştirememiştik ve öğretmen bizi hızlı yazamamakla suçlamıştı.
Güzel bir el yazısına sahip olan benim bile yazım giderek çirkinleşti. Öğretmen gözümden düştü, saygımı yitirdim. Onu iş ahlâkına sahip olmayan, yetersiz ve basit bir kişi olarak algıladım. Sözde işlediği konuları yeterince öğrenebildiğimi de söyleyemem. Sınava kadar bazı yerleri ezberledik sadece! Sanırım diğer arkadaşlarım da benzer kanaatleri paylaşıyordu. Bu türden epey öğretmenim ve sonradan not tutturan meslektaşım oldu. Eğitim Fakültelerinde bazı eğitimcilerin bile bu yola başvurması işin garabetidir.
Dersi böyle işlemenin hiç mi faydası olmaz? Güzel yazı dersi için dikte çalışması yapılıyorsa, öğrencilerin daha güzel ve işlek bir el yazısına sahip olması isteniyorsa, olabilir. İlköğretimde bazı derslerde bu amaçla çalışma yaptırılabilir. Üniversitede buna ihtiyaç var mıdır? Olmaması gerekir veya bu Tarihçinin işi değildir.
Bunun kime faydası var?
Öğretmen ve öğrenci bir psikolojik sözleşme imzalıyor âdeta. “Alan da, veren de memnun” durumu! Öğretmen derse hazırlıksız giriyor, sınıfı yönetme zahmetinden kaçıyor ve dersin süresini doldurarak oyalanmış oluyor. Konu etraflıca işlenemediğinden öğretmen zahmetsiz bir ders işliyor, aslında işlemiyor, zamanını doldurup gidiyor. Soru alınmıyor ve öğretmenin kendini geliştirmesine de gerek kalmıyor. Bunun karşılığında öğrencinin kârı da sınavda sadece tutulan notlardan sorumlu olmak. Sınavda bir kitaba göre az bir yerden sorumlu olunuyor. Ders kitabı edinmek kaygısı da olmuyor. Öğrencinin öğretmeni, öğretmenin de öğrenciyi kayırdığı bu danışıklı oyalanma, öğretmenlik ve öğrencilik ahlâkını da incitmiyor!
Öğrencilerin bazılarına göre not yazdırma uygulaması kendi teklifleri üzerine oluyor ve öğretmenin kendilerini dikkate almasından memnun görünüyorlar. İnandırıcı olmamakla beraber bazı ders veya konularla ilgili kaynak kitap olmadığı da dile getiriliyor. Kaynak kitap yoksa öğretmen gerekirse başka dillerden çeviri yaparak ya da kitabın “baskısı yok ise” fotokopi yoluyla çoğaltarak da yazdırma hastalığına son verebilirler. Üstelik, kaynak kitap ya da makalelerin olmadığı iddiası da inandırıcı değildir.
Kime zararı var?
Herkese. Derste not tutturmak ile dersin boş geçmesi arasında bir fark yoktur. Öğrencinin zamanı çalınmaktadır. Bu tarz, öğrenciye aptalmış gibi davranmak veya onu aptallaştırmaktır. Öğrenci ezberlemeye itilmektedir. Öğrenciler yazdıklarının mutlak gerçekler olduğuna inanmakta ve totaliter eğilimli insanlar ortaya çıkmaktadır. Ders sıkıntı kaynağı haline gelmektedir. Öğrenilmesi gerekenlerin tamamı öğrenilememektedir.
Derslerini böyle işleyen öğretmenler öğrencilerin gözünde dönem boyunca olmasa bile sonradan kalitesiz ve basit bir öğretmen olarak hatırlanmaktadırlar. Böyle öğretmenler yaptıkları işten doyum da sağlayamamaktadır. Kendilerini yetersiz olarak algıladıkları için mi o haldedirler, o halde oldukları için mi öyledirler, tartışmalıdır. Ancak bunun eğitim sisteminin seviyesini düşürdüğü bir gerçektir.
Sonuç
Eğitim sistemimizin her kademesinde öğretmenlerimizin bir kısmı eğitimin amaç, süreç ve sonuçlarıyla çelişen uygulamalar içindedirler. Not almayı / tutmayı öğrenciye bırakması gerekirken kendisi yazdıran öğretmen öğrencilerini ezberciliğe ve totaliterliğe itmekte, dersleri sıkıcı hale getirmekte, bilimsel, demokratik ve çağdaş eğitim ilkelerini bir tarafa itmektedir. Her ders ya da konu için onlarca kaynağın, internet sitesinin bulunduğu, kolay ve ucuz çoğaltma teknolojileri gelişmişken bunları kullanmaması iyi niyetli çabalar olarak değerlendirilemez. Bilgi toplumu olma yolunda dünya ülkelerinin yarıştığı günümüzde bazılarımızın bu sorumsuz tavrı ülkenin ve gençliğin geleceği açısından vatansever ya da milliyetçi bir tavır olarak değerlendirilemeyeceği gibi öğrencilerin öğrenme haklarını engelleyerek temel insan hak ve özgürlüklerine de zarar vermektedir.
Derste not tutturma değil, öğrencinin işlenen konunun ana hatlarını not alması, öğretmenin "yaz" demeden öğrencinin kendiliğinden belleğinde özellikle kalmasını istedi, unutabileceği veya sonradan okuyunca hatırlayacağı noktaları yazması, ayrıca merakını çekerek araştırması gereken hususları kayda geçirmesi öğrenci ciddiyeti ve sorumluluğudur. Öte yandan, bir kitabı öğrencilere yazdırarak dersi işlemek için öğretmen unvanı taşımaya gerek yoktur. Bunu sokaktaki herhangi birisi de yapabilir! Öğretmenliğin saygınlığı yüksek olmalıdır ve bunu sağlamada öğretmenin sorumluluğu da yüksektir. Saygı görmek için saygıdeğer olmak gerekir.
Her kurum gibi eğitim kurum ve kuruluşları da hizmet içi eğitim çalışmaları yaparak öğretim elemanlarını geliştirmeli ve güncellemelidir. İyi niyetli olduklarını düşünmeliyiz. Olsa olsa, nasıl daha iyi yapacaklarını bilmediklerindendir. Yine de bu tür konularda meslek ahlakı ölçünleri (standartları) geliştirilerek meslektaşların birbirini kontrolü de sağlanmalıdır. Öğretmenliğin saygınlığı yüksek olmalıdır ve bunu sağlamak büyük ölçüde öğretmenlerin sorumluluğundadır. Saygı görmek için saygıdeğer olmak gerekir.
Bu sorunu ortadan kaldırmak için yapılacak bir çalışma da üniversitelerde akreditasyon ve öğrencilerin öğretim elemanlarını değerlendirme faaliyetleridir. Akreditasyon başka üniversite öğretim üyelerinin bir üniversite ya da fakülteyi denetleyip değerlendirmeleridir. Bu olmazsa bile öğrenciler kendi öğretim elemanlarını değerlendirmeleri halinde de öğretim elemanları kendilerine çeki düzen vereceklerdir.