Günümüzün en temel ve geçer akçesinin zaman olduğu gerçeği, gelişen olay ve olgular düzeyinde anlaşılmaya başlanmıştır. Hakikaten varlık alemine düşen eşya, olay ve tüm olguların yöneticisi ve yönlendiricisi;  tartışmasız zaman mefhumudur. Esasında eşya, olay ve olguların algıları meşgul edecek düzeyde var olmaları zaman süreciyle doğru orantılıdır. Çünkü varlığın bir zaman dilimi ve boyutu vardır. Süreç olarak zamana inat varlıktan bahsetmek pek mümkün gözükmemektedir. Her ne kadar zamana yolculuk adıyla kompleks niyet beyanları olsa da, insanlığın yaşanan zaman dilimi boyutuyla sahip olduğu imkân ve fırsatlar içerisinde henüz böyle bir fırsat bulunmamaktadır. Her insani eylemin söze ve algıya konu olması zamanla sınırlıdır. Çünkü zaman, varlığın sınırlarını da belirlemektedir. İnsanlığı doğrudan etkileyen değişim ve arzu edilen tekamül adına gelişim, kendi dirik mecrası içerisinde devam etmektedir. Ancak değişenin zaman mı, yoksa sabit zamanda değişen obje, olay ve olgular mı olduğu pek fark edilmemektedir. Gerçekten eskiyen ve yaşlanan zaman değil, zamanda yer ve boyut değişen objelerdir.

Zamanda değişen obje, olay ve olgulara bağlı olarak, zamanın da yavaş yavaş ruhu değişmeye başladı. Ruhunu kaybeden zaman, varlık mekânının da hakimi olmaktan uzaklaştı. Ayrı ayrı nesnelerin şekil verdiği ve durağan bir yapı oluşturmaya başladı. Çünkü öyle ya; zamanın ruhu değişti. İhsan Eliaçık beyefendinin dediği gibi; 1988 de İran’ da Ayetullah Munteziri; hapishanede olup bitenler için, Ayetullah Humeyni’ ye; “senin adamlarının zulmü Şahın adamlarının zulmünü geçti. Hani Ali’ nin adalet devletini kuracaktık” dediğinden bu yana,  1987 Tahran Üniversitesi önünde; 7 kişinin öldüğü öğrenci gösterisinde; “ya adalet devleti ya yeniden devrim” sloganları atıldığından beri, 1944’ ten bu yana Türkiye’ yi önce yerel ve sonra merkezi iktidarda olmak üzere 15 yıldır bir zamanlar “İslâm gelecek vahşet bitecek” sloganları atanların yönetiyor olmasından beri, 2002 yılından sonra yükselen İslâmcı partilerin son yıllarda; Kuveyt, Fas, Cezayir, Ürdün, Endonezya, Pakistan ve Yemen’ de oy kaybetmesinden bu yana, ilerleyen yıllarda kesilen kurban derilerini bindiği mercedes araç ve jiplerle tolamaya çalışan çok varları olan varlıların; lüks araçlarının derisini, toplamaya çalıştığı kurban derisi gibi, hayra verememelerinden bu yana; İslâm dünyasında zamanın ruhu değişti.

Üstelik bunların her birisi diğerinden sinerji alarak, katlanarak, yayılarak, artarak İkbal’in tabiriyle, “göç katarları toplandı”, İbn Haldun’ un tabiriyle, “ümran rüzgârı döndü” dediklerinden bu yana, zamanın ruhu değişti. Çünkü mazlumlar zalimleşmeye, ezilenler ezmeye başladı. Muhalefet; ilerlemenin ve devlet; statükonun mantığına teslim oldu. İran’ da Bahşeti’nin düşündüğü toprak reformları gerçekleşemedi. En büyük tepki toprak ağalarının desteklediği Mollalardan geldi. Muhalefette; Ali Ebuzer, Hüseyin söylemi, iktidarda; Muaviye, Yezid fıkhı. Artık isyan, fetih, ele geçirme, devrim yapma dönemi bitti. Ele geçen geçti, kalanlar fethedildi, devrilen devrildi. Şimdi abdestli tağutlar, tesbihli monşerler var. Zamanın ruhu değişti. Çünkü rahmetli İzzet Begoviç’ in dediği gibi; “acılar ve ızdıraplar içerisinde doğan dinler ve devrimler rahat ve konfora gömülünce biter. Sahte din statüko için yalan söylemeye, devlet de zalimleşmeye başlayınca; yolun sonuna varılmıştır. Geriye kalan onları gerçekleştirme çabasından başka bir şey değildir. Onların gerçekleşmesi ise aynı zamanda ölümleri demektir”. Zamanın ruhu değişti. İslâm inanç sisteminin bazı aksiyoner dinamiklerini fazla sayıp, sistemin dışına alma çabaları; onu rahata kavuşturup diyalog adına melezleştirerek, kendi içerisindeki ilahi dengeleri bozma ve el atılan yerlerinden kendi içerisinde çözülmesini sağlamaya dönüktür. Çürütülecek olan birkaç yerine virüslü naylon yamalar yapılma hazırlıkları yavaş yavaş ortama sürülmeye ve özellikle gençlerin algılarına yerleştirilmeye başlanmıştır. Kelime-i tevhid’in bir bölümünün kaldırılarak dillendirilmemesi, şehitlik olgusunun yanından yöresinden yeni kategorizeler yapılıp yıpratılarak dinin Cihad anlayışını zayıflatmak ve Ayet-i Kerime ile sabit ve Cuma hutbelerinde ifade edilen: “ALLAH indinde tek hakiki din İslâm’dır” gerçeğinin yine dillendirilmesinden vazgeçilmesi; inananlar tarafından şüphesiz kabul edilen en son hak din anlayışını zayıflatarak beyinlere şüphe yayacaktır. Evet dostlar, İslâm inanç açık sisteminin iç ve dış tutarlılığını koruyan dengeleri alabildiğine sistem dışına itilmeye çalışılmaktadır. Çünkü; zamanın ruhu değiştiriliyor. Artık Türkiye’nin geleceğinde; “dine karşı din” var. Sadece Türkiye’nin değil, İslâm dünyasının geleceğinde de; “dine karşı din” var. Kehanet formunda olmasa da, öngörüyorum ki: 1- Mülkle ilişkileri bozulup kariyerizmi ve konforizmi din haline getiren geçmişin “yeni sınıfı” ve şimdinin “eskimiş sınıfı” ile, geçmişin mazlumu ve ezilen “yalın ayakları” ve şimdinin ortopedik ve pahalı ayakkabılarıyla yere sağlam basan; “gaspedilmiş haklarını hak sahiplerine teslim etmek isteyenler” bu kez dini argümanlarla karşı karşıya gelecekler. Bütün bu alavere ve dalavere işleri tamamlandıktan sonra, demokratik yöntemler kullanılarak iktidar erkini ele geçiren zengin dindarlar; küresel sermaye ve güçler eliyle melezleştirilen ve kendi değerler sistemine yakınlaştırılarak adeta onların da gerçekliklerini onaylama işgörü alanı oluşturulan, fıkıh ve muamelat boyutu daha esnekleştirilmiş bir din anlayışıyla statükoyu; dini, milli, kültürel ve geleneksel düzeyde tüm değerlerini ödün vermeksizin korumaya ve kollamaya devam eden ve giderek yoksullaştırılan dindarlar ise alternatifleri olan muhalefeti temsil edeceklerdir. İktidarlar; dinin afyon yüzünü savunurken, aynı iktidara; dinin vicdan yüzüyle karşı çıkılacaktır. 2- Mucize anlatılarıyla dolu bir din anlayışı Türkiye’nin geleceğine hükmedecek. Mucize, keramet, uçtu – kaçtı anlatılarıyla örülü bir din yayılacak. Buna karşı İran’da örneği görüldüğü gibi; “yeşil rasyonalizm” türünden din akımları tepki olarak ortaya çıkacak. Bahailik ve bir takım uzak doğu mistik anlayışları örnek verilebilir. Burada önemli nedenlerden birisi de; İslâm tasavvuf anlayışının dejenere edilerek zayıflatılmasıdır. 3- Mevzu (uydurma) rivayetlerle örülü hurafe bir din anlayışı her yanı sararak ortalık mehdi, mesih, cifr, deccal rivayetlerinden geçilmez olacak. Öyle enteresan gelişmelerle karşı karşıyayız ki; bir bakmışsınız birilerini deccal ilan edenler, aynı şekilde karşı taraf tarafından deccallık makamının varisleri olarak ilan edilmişler!..  Gerçekten yıllarca etki alan edilgenler, artık yığılan öfke ve tepkilerini ustaca ortama sunmaya başlamışlardır. Evet, vahim olan sonucu kestirebiliyorum. İstihare, rabıta ve rüyalarla devlet yönetilmeye kalkılacak. Sorgulanmamış eski“İslâm kültürü” üzerinden tozu kalkmamış bir halde “Risale-i Nur” veya “İhya-u Ulumud-din” v.b. eserler yoluyla yeniden dirilecek.

Laiklik-din, asker-sivil, sağcı-solcu çelişkileri kaybolacak, “dine karşı din” sahne alacak. Ben bu sahnede şimdiden safımı belirliyorum; “yeni sınıf”a karşı “yalın ayaklar”dan, “uçtu, kaçtı dinine” karşı, yüzyıllara damgasını vuran, insanlığa medeniyet değerleri üreten, kaynağı; Kur’an, Peygamber ve Hadis olan, Sahabe yaşayışıyla bütün insanlığa insan –ı  kâmil olma kodlarını hediye eden, melezleştirilmemiş din anlayışından, dinin afyon yüzüne karşı vicdan yüzünden yana tarafım. Bütün bu saflaşmalarda her şey birbirine karışıyor, yeniden şekilleniyor. Dünün muhalifleri; bu günün statükocuları, dünün mazlumları ve kurbanları; bu günün zalimleri ve zorbaları, dünün yoksulları; bu günün zenginleri, dünün muktedirleri; bu günün hükmedilenleri haline geliyor. Dünün merkezi; bu günün çevresi, dünün yalın ayakları; bu günün “Tesbihli Monşerleri” oluyor. Zamanın ruhu değişti. İstiyorsunuz ki hep zengin kalasınız. İstiyorsunuz ki insanlar sizden istesin, hep istenir durumda olasınız. Hep kum tepelerinde yaşayalım diyorsunuz. Etrafınızda yoksulların utana sıkıla sizden istemesi, güç arayan kadınların baygın bakışları hoşunuza gidiyor. Onlarla eşit hale gelmek istemiyorsunuz. Hep sizden istesinler, beklesinler istiyorsunuz. Onun için giyim kuşamda; “zengin olduğum anlaşılsın ki gelip benden istesinler” diyorsunuz. Eski sûfiler,  kuldan bir şey istemeyi “şirk” sayarlardı. “Melameti Öğretisi”nde mülkiyet talebi de şirk sayılırdı. Çünkü mülk ALLAH’ındır. “Kendisi mülk olanın mülkiyeti de olmaz” diye düşünülürdü. Mülkü bütüne (ALLAH’a) ait görürler, benim demekten utanırlardı. Tabi siz bunları bilemezsiniz. Hiç duymamışsınızdır bile!..

Bu bakış açısıyla, Fatiha suresinde “kendilerine nimet verdiklerinin yoluna bizi ilet” hükmüne uymuş olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Diyorsunuz ki; “ALLAH nimetlerini kullarının üzerinde görmek istiyor”. Hâlbuki Kuran’a göre; ALLAH’ın nimeti; doğruluk (Sıddık), iyilik, güzellik (Salih), şehitlik ve nübüvvettir. “Bir lokma bir hırka” anlayışı ve felsefesi; İslâm tarihinde tasavvuf hareketinin Müslüman alemine öğrettiği en esaslı protestodur (düsturdur). Sizin gibiler ortaya çıkınca; kimi sûfiler yün giyip yalın ayak dolaşarak mala mülke tapınmayı işte böyle protesto ettiler. Belki zamanla Sûfilerde aynı yola kayınca; “Melametilik” (kaçınma) diye bir akım ortaya çıktı. Eğer maddi zenginlik ALLAH’ın kulları üzerinde görmek istediği nimet ise; bunu en çok kimin üzerinde görmek isterdi!? Alemlere rahmet olarak gönderilenin üzerinde değimli!?

Bir din bu kadar mı tahrif edilmeye çalışılır, bir Peygamberin getirdikleri bu kadar mı ters yüz edilmeye çalışılır. Yahudilik tahrif edildi ve oldu, Hıristiyanlık tahrif oldu, senin ki dim dik ayakta duruyor öylemi!? İslâm da her din gibi tahrif edilmek istenmektedir. Tahrif nedir? Kuran’ın harflerinin, cümlelerinin değişmesi mi? Kuran orada öylece duruyor. Mehcur vaziyette… Kafa değişmiş, bakış açısı değişmiş, zihniyet ve algı değişmiş. Hiç değişmese, İslâm alemi bu halde olur muydu?  Müslümanlar kurtulmuşluk vehminden çıkmalı. “Bizim dinimize bir şey olmadı, öbürleri değişti” kafa konforunda kurtulmalı. Çünkü öbürlerinin tahrifi de aşağı yukarı böyleydi. Bir lütuf varsa, o da belki ilerde dönerler diye Kuran’ın düz metin olarak elimizde olmasıdır. Ama şu da kesin; Tevrat ve İncil’in metni ile Yahudiler ve Hıristiyanların zihniyeti ve yaşayışları arasında pek fark yok. Ama Kuran’ın metni ile Müslümanların zihniyeti ve yaşantısı arasında uçurumlar var!..Zamanın ruhu değişti”.

Evet sevgili dostlar; ruhu değişen zamandan, sınırları kaybolan mekândan, veresiyesi bol peşini az ticaretten, tüm değerlerini kaybedip özünü gerçekleştiremeyen insandan medet olmaz. Olsa olsa zarar ve ziyan olur. Yine de zararın neresinden dönersen kâr hesabı lafı döndürüp Teyo Pehlivan’a da bir soralım ve onun tüyolarını da artık alalım.

Yönsüz Gidişat

Teyo ne yapsın o da şaşırıp kaldı bu gidişe

Benzemiyor oyunlar ne eski hayale ne düşe

Bunun adıda rollerin ve yerlerin değişimi

Ayağa kalk ey zaman sürünme geç dirilişe

Değişti dedim ya bak soluyor zamanın ruhu

El vermiyor artık bıraktı ya ardındaki güruhu

Kimin eli kimin cebinde belli değil sır içinde sır

Zor bulur insanlık değişmeden bu gidişle ferahı

Ey insanlık düştüğün yerden kalkmalısın ayağa

Yok ihtiyacın dirilmek için ne desteğe ne dayağa

Dön kalbine ve gönlüne sarıl aklının ipine sıkıca

Başarmalısın bu son çırpınıştır bakma vara yoğa

Rehberin olsun Kuran’la Peygamber ve sünnet

Bunların karşılığıdır bilmelisin ki ebedi Cennet

Ya bunlarla dirilirsin bir bakarsın başın göklerde

Ya da çekilirsin yarıştan diyerek canıma minnet

A.O.E. –“Teyo Emi, selamun aleykum. Neyedirsen gardaş? Görirmısen halımızi? Hele bu Milletın düşürdüldüği ve düşdüği hala bax.. Elınde neyi var neyi yox çekıp almaya devam ediller. Emi, alışdılar ya; hep tıpgısının aynısı oyunnarı oynillar ve Milletın altıni, üsdüni, yanıni, yöresıni oylum oylum oyillar. Camiden cemaati, cemaatten Kuran’ı, Kuran’dan değişmeyen hakikatları, gönüllerden ve hafızalardan şanlı Peygamberimizi çığartmağh isdiller. Bütün bunnari ruhunu değişdirdikleri zamana yayarağh yapmağh sevdasındalar. Bizleri zaptedilen zamanda zaptiyeler olarağh çalışdırmax ve sadece öngördüxleri sorgulamamızı, yargılamamızı ve her hangi bir çıxarımda bulunmamamızı istiyorlar. Emi bu ne biçim işdir? ALLAH aşgına sen ne dersen bu gidişatımıza? Hayra mı, şerre mi alamettir? Hele versene tüyolarını!..

T.P. –“Gardaş gine beni fena yoracaxsan. Bunnar çox derın mevzular. Bax sizın oradan burayınan ilgili gonuşursaz; bülennere sorun onnar annadırlar. Axlızi garışdırıp, arxazdan üsdüze gülecağhlara sormayın. Ola xoca hem niye ona buna mahana atirsız? Benım büldüğüm; elım (ilim) Cinde de olsa, gidip oni oradan alacağhsız. Çünki o senın itigindir. Siz dini, beşeri ve başga ehdiyacız olan bilgileri sağlam gaynağından araşdırıp öğrenmezsez, başgalarının size  diyecaxlarına yalan yanlış inanmax zorunda galacağızi bülmirmısız? Ondan sora da oni buni suşlirsız (suçluyorsunuz). Bülirmısen ben bunnarın hepısıni burada öğrendım. Baxın artıx Mürşit Türkleşmış ve Türkçeleşmışdır. Esgısi kimin sarıx kimin başındaysa keramet ondadır annayışı galmamışdır. Artıx bilgi gaynaxlari adına; herkes, her şeyi, her zeman ve her yerde bulabülür ve öğrenebülür. Bu durumların üsdesınden gelmax üçün noxsannarızi temamlamaz lazımdır. Unutmayın her sıxıntı ancax aslını ve özünü bilme şuuru ile aşılabilir. Bunnari bize buranın hakimleri, hekimleri ve öğretmenneri örgediller! Yoxsa ben bunnari nasıl bülim!.. Xoca bax o düzen bozan düzenbazlar var ya; işde onnar bu dünyanın şeytannarıdır. Aslında çoğalddııxlari yannışlarınan sizin inandığız doğruların arasına sızarax, inandıxlarızi ne geder bülüp, ne geder samimi olduğuzi ortaya çığardillar. Ben de tam o dünyadan bu dünyaya geçerken burayınan ora arasında çalışan layın şeytan geldi. Ola gardaş nasıl zırsaggız olmuş yağhama yapışmış. Axlında beni düşerdecax ve sapdıracax. Hemde benden daha öyde (önce) dünyasıni deyışen rehmetli mübarek anamın gıbalında gelmış. Ama bir xeta yapmış; pantol (pantolon) geymış. Halbuki ey bülirem benım anam gıyamet gopsaydi pantol geymezdi. Zaten rehmetli babam da ele o anda kimseyi saymaz pantoluni mantoluni çığardırdi!.. Ben hama annadım. Hem de ne diyir bax; “illah bene bağh oğlum; ben senden öyde öldüm. Çox zorladılar, dinimi gine  de deyışdırmedım diye çoğh cezalar gördüm. En sonunda onnarın dedıği kimin oldum da ele gurtardım. Bülirsen ben seni çox sevirem. Ona sebep seni de ben gurtarmax isdirem”. Ben işi annamışam ya, hama oni oradan defettım. İşde ele gurtardım. Ama xoca ALLAH yardım etsın epey de zorda galdım. O anda ele axıl maxıl da kâr etmir. Tek kâr eden vallaha guvvetli bir imandır. Burada essah samimiyet ve teslımiyet gendıni gösderir. Bedelsız heç bir şey yox. Tebi buranın şeytani buraya göre, oranın şeytani da oraya göre. Xoca bağh bu iş ele İsbirli misbirli işine de benzemir ha!.. ALLAH şeytannardan hepımızi hifzeylesın”.

A.O.E. –“Pehlüvan Emi, seni dinlemax emin ol ki bir nimet. Ele zannedirem ki gençler yavaş yavaş uyxu ve misginlıhden uyanarax yeniden diriliyorlar ha gayret. Elbette ki işimiz golay değil ama güzel günner yaxında gardaş sabret. Sen iyi bilirsin. Sabrın sonunda ferahlıx vardır. Biz yoxluğa ve darlığa alışığız, torla topla hepsi bir ahlıxdır. Bizim derdimiz başga. Zamana mührünü vurup yürümax için ileriye. Milleti getırmax içindir eşga ve ebediye. Bu eşgın olduği yerde asla galınmaz darda. Yahu Teyo Emi, dünya malına fazla harıs olup, öbür ebedi hayat için avare ve mudara galmax; ele yeriyınen yaradana garşi geşmer olmağhdır. Bizler yaradanın mülkiyetınde gullar isek, mülkiyetın mülkiyeti ve kulun kulu olmiyacağına göre, dünya malına haddinden fazla temahkârlıx göstermamax gerekir. Ele değil mi Emi?

T.P. –“Ola xoca dünya malına temahkârlıx dedın de bizim rehmetli böyük Osman Emi axlıma geldi. Bir gün duydum ki; Böyük Osman, sizin o terafdaki evünün baxcasında tam gendının boyuna göre bir mezer eşmış ve geceleri oraya girip, üsdüne de ot örtüp yatirmış. Rehmetli itden, gurtdan gorxmazdi. Ama birez bizden yegılerden çekınırdi. Bende dedım bir gece gidim rehmetliyi birez gorxdim. Bir gece gizli gizli geddım. Yattıği mezere yaxlaşdım ve “ey Osman guli, Rebbın kim? Nebın kim? Kimin gulusan? Kimin ümmetısen? Kimin milletındensen? Kimin sorular sorup telğın verdırmağh isdedım. Dedım hele öldüğüni zanarsa baxim ne cevap verecağh. O ara baxdım otlar xışılamiya başladi ve, “ola Münkir ve Nekir melek gardaşlarım, ben daha ölmedım. Ama isdersez sizin sorularızi cevaplaram”. Dedi ve tam cevaplarıni verdi. O ara ben başga başga sorular sorunca şüphelendi ve hama tikeldi. Avuçlarındaki torpaği garannıxda sufatıma doğri sepdi. Gaşdım getdım ama bene de olan oldi. Bir hafda gözlerımi açamadım. Ben baxcadan gaçarken, “vay şeytan itoğlit hem de o delının gıbalında gelmış. Şimdi bağhim o kor gözlerınnen kimin mezerıne dikilecaxsan” diye bağırirdi. Rehmetli işde dünyaya o mezer geder değer verdığıni annatmaya çalışirdi. Bax bizim Hasangala’da neçe malı mülkü olannar geldi getti. Heç birisinin esemesi galdi mi? Tebi galmadi. Ama rehmetli Böyük Osman Emının adi da yaşir, belki ruhi bile biryerlerde dolaşirdır. Birkere hergün Alvarli Efemın türbesıne uğrirdır. Dedım ya xoca varlıx bu varlıxmış. Ele gördüm”.

A.O.E. –“Pehlivan Emi, ALLAH senden razı olsun. Yine verdın tüyolarını. Hep özleyeceğiz xayallerini ve rüyalarını.

T.P. –“Eyvallah xoca, ALLAH senden de razı olsun ki beni insannara faydali olim diye gonuşdurirsan. ALLAH ne mıradın varsa versın. Senın şaxsında tüm Hasangalali hemşerılerıme sevgi ve selamlarımi yolliram. Sağolun, varolun ve çox duyarli olun.

Değerli dostlar, bende hepinizi en derin kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum. Hoşça kalın.

Günün Sözü: Giden zamanı geri döndüremezsin. Öyleyse; zamanda yol almaya bak.

You have no rights to post comments