Uygarlık mücadelesinin sonucunda insanlar yarı-tanrı rolündeki yöneticilerden bazı haklarını almayı başardı: Artık egemenlik yöneticide değil, millette. Kuramsal olarak böyle, uygulamada ise eski sistem yaklaşık olarak devam ediyor. Devleti yöneten sınıf ve kişilerin ciddi bir sorunu vardır. Halka bunu nasıl açıklayacaklardır? Kitleleri kendilerini yönettiklerine nasıl inandıracaklardır? Kavrayışı iyi olmayanlara kolayca anlatmak için şu tanım üretilmiştir: Demokrasiyle yönetiliyoruz ve demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir! Böylece kitleler kendi kendilerini yönettiklerini sanarak demokrasi oyununa katılırlar. Bu tanım ile kendimizi iyi hissediyoruz! Diktatörler bile "bizde demokrasi var" dediklerinde "tamam o zaman" diyoruz.

Mantık şöyle işliyor: Demokrasi iyidir. Neden? Çünkü seni dediğim dedikçi bir imparator, kral ya da manyak bir diktatör değil, kendin yönetiyorsun. Ne güzel, peki, ben kendimi nasıl yönetiyorum? Cevap; seninle ilgili kararları alacak bir temsilci seçiyorsun yani milletvekili. O da seni temsilen kural koyuyor, karar alıyor, yasa çıkarıyor, sen ve senin gibilerin uyacağı düzeni oluşturuyor. Böylece kendini yönetmiş oluyorsun!

Peki, beni temsile edecekleri ne kadar ben belirliyorum? Düzen öyle kurulmuş ki, beni temsil edeceğine inandığım kişiler temsilciliğe soyunamıyor, zira seçimler paralı ve pahalı! Benim vekalet verebileceğim namuslu bildiklerimde ise seçime girmeye ayıracakları para yok. Mantığımın biraz daha ikna edici bulduğu siyasi partinin başkanı beni temsil edebilecek olanları sıralayıp önüme koyuyor ve ben mecburen hiç tanımadığım birisini “vekilim” yapmış oluyorum. Ben vekilimi böyle seçiyor ve kendimi böyle yönetiyorsam, birileri beni kandırıyor demektir!

Bir de şu var ki, biz bu ülkenin yurttaşları olarak kader birliği yaptık. Kederde, kıvançta, tasada bir olmamız gerekiyor. Birlikte çalışıp birlikte üretiyoruz. Herkes bir şekilde üretime katılıyor ve ülke olarak gelir elde ediyoruz. Bu geliri paylaşıyoruz da. Ancak gelir dağılımına baktığımda şaşırıyorum. Eğer gelir dağılımını yöneten olarak biz yapıyorsak bu işte bir tuhaflık var. Nüfusun büyük bir kısmı açlık ve yoksulluk sınırında yaşıyor ve bir kısmımız korkunç paralar kazanıp refah içinde yaşıyorsa ve bunu biz yapıyorsak ya bizde bir enayilik var ya da birileri bize evcilik oynatır gibi  “demokrasicilik oyunu” ile kandırıyor demektir. Keder ve tasada birlik oluyorsak, nimetleri paylaşmada neden olmuyoruz? Bunu kendini yöneten olarak ben yapıyormuşum, öyle mi? Ben de bir alemmişim!

Eski tarihli bir çalışmaya göre gelirimizi demokrat demokrat şöyle paylaşıyormuşuz:[1]

“Türkiye genelinde 1973 yılında yoksul kesimin milli gelirden aldığı pay yüzde 3.5, en zengin kesimin payı ise yüzde 56.5 olarak hesaplanmıştır. 1987 yılında yoksul kesimin milli gelirden aldığı pay yüzde 5.24’e yükselmiş, 1994 yılında ise yüzde 4.86’ya düşmüştür. Gelir dağılımındaki bu iyileşme ve daha sonra kötüleşme olgusu gini katsayısından da anlaşılmaktadır. 1973 yılında 0.5 olan gini katsayısı, 1987 yılında 0.43’e inmiş (yani kişisel gelir dağılımında bir iyileşme olmuş), 1994 yılında ise 0.49’a yükselmiştir (yani, kişisel gelir dağılımında tekrar bir kötüleşme olmuştur.)” “Kentsel alanlarda 1987 yılında en yoksul yüzde 20’lik kesimin milli gelirden aldığı pay yüzde 5.43 iken, bu oran 1994 yılında yüzde 4.83 inmiştir. Beşinci yüzde 20’lik kesimi temsil eden en zenginlerin payında ise bir artış olmuştur. 1987 yılında en zenginlerin milli gelirden aldığı pay yüzde 50.93 iken, bu oran 1994 yılında yüzde 57.22’ye yükselmiştir.”

Zengin % 20'lik kesim gelirin % 57,22'sini alırken, yoksul % 20 % 4.83 almış!.. İnsaf... TUİK, daha taze veriler aktarıyor: [2]

Üstelik bu oranlar bölgelere göre de değişiyor. Demek ki ben ve benim gibi demokrasi severler demokratik gelir dağılımını böyle yapıyoruz. 2007’de nüfusun yoksul % 20’sine gelirimizin % 5.8’ini, en zengin % 20’sine ise % 46.9’unu vermişiz!

Helal-i hoş olur ya da olmaz gösterip geçiyorum. Peki zenginlerimiz bu kazancın vergisini veriyorlar mı acaba? Devletin verginin çoğunu toplumun hangi kesimlerinden aldığını biliyoruz: Çalışanlardan, yani bizden, yani toplumun gelir dağılımından en az pay alan kesiminden!

Vergi, devletin bize hizmet sunmak için biz yurttaşlardan değişik adlar altında para toplamasıdır. Tükettiğimiz hizmetin parasını vermeliyiz. Yaşadığı lüks hayatı gıptayla izlediğim bir kısım insanların vergi levhaları ya da yılda ödedikleri vergilere baktığımda kendimi enayi gibi hissediyorum. Bir işçi ya da memurdan defalarca kat fazla kazandıkları halde bir işçi ya da memurdan daha az vergi veriyorlar. Dahası işsiz güçsüz, aşsız, evsiz insanlardan bile satın aldığı her mal ya da hizmetten gizli, açık birçok vergi alınıyor. Bu durumda devlet yoksullardan aldığı para ile zenginlere hizmet etmiş olmuyor mu? Bir de "sosyal devlet" olduğunuzu iddia ediyorsunuz, dalga mı geçiyorsunuz benimle.. Neyse, demokrasi olduğu ve bu süreci ben yönettiğim için bunun böyle olmasını ben istemiş olmalıyım; şikayet etmemeliyim!

Tuhaftır, bu süreç yurttaş olarak benim sorunum olmuyor. Bunu bir haksızlık olarak düşünmüyorum. Yıllardır gündemime bakılırsa benim sadece başörtüsü sorunum var! O yüzden bazılarımız başörtüsüne sıcak bakanlara sıcak bakıyor ya da soğuk bakanlara sıcak bakıyoruz. Neyse, bu bahsi geçelim, içinden çıkılmıyor. Galiba birileri bazı şeyleri konuşturarak bazı şeyleri konuşturmuyor, konuyu değiştiriyor. Galiba demokrasi daha çok onlar için var! Böylesi bir demokratlıktan istifa edebilir miyim?

Ara sıra da olsa konuşmamız gereken konulardan söz açanlar olmuyor değil. Ama onlara da kızıyoruz: “Siyaset yapmak istiyorsan cübbeni çıkar öyle yap.” Siyaset yapmak yönetime katılmaktır. Sen bilginsin, rektörsün, siyaset yapamazsın. Sen hukukçusun, siyaset yapamazsın. Sen din görevlisisin, siyaset yapamazsın. Sen… sen siyaset yapamazsın! İyi de ben bilgin, hukukçu, din görevlisi iken aynı zamanda yurttaşım. “Yurttaş” derken yurdu herkesle birlikte paylaşan ortaklardan biri olduğumu söylüyorum! Üstelik en iyi bildiğim konularda nasıl konuşmam… Milletin nasıl yönetildiğini görüyor ve yanlışlar konusunda rahatsızlığımı belirtmek istiyorum. (Yaptığınız doğruları söylememe gerek yok, zira doğru yapmak için oradasınız.) Ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda fikirlerim var ve onu da yurttaşlarımla konuşmak istiyorum. İsteyemez miyim? Peki yönetime nasıl katılacağım? (Bu arada bazen tüylerimi diken diken edecek kadar saçmalayanlar da oluyor. Ağzı olan herkesin konuşması için önce bir fırın ekmek yedirmek yerine en azından bir kitaplık dolusu kitap okumaya ve adap dersi almaya mecbur mu etsek?)

Seçimden seçime oy mu veriyorum? Yıllardır milyonlarca oyu baraj altında kalan partilere verildiği için çöpe atan siz değil misiniz? Bırakın iktidara gelmesini, meclise girmesine bile izin vermiyorsunuz! Oyumu sizin belirlediğiniz kişilerden birine verdiğimi yukarıda da söyledim. Öyle demokrasi anlayışı çok geride kaldı. Sizin demokrasi sandığınız şey 18. yüzyılın ilkel demokrasisiydi. Diyorsunuz ki “dört yılda bir oyunu ver ve kes sesini! Artık kaderin benim elimde ve ben ne dersem o olur!” Durun bakalım; şimdilerde buna demokrasi demiyoruz! Dört yılda bir oy versem bile derneklerle, sendikalarla, demokratik kitle örgütleriyle hatta pek sevimli bulduğunuz sivil toplum kuruluşlarıyla sizin hükmetmenizi paylaşacağım. (İktidarı zaten yasama ve yargıyla paylaşıyorsunuz, değil mi!) Kitle örgütlerini dinleyeceksiniz! İsteklerini karşılayacaksınız. Dengeyi sağlayacaksınız. Örgütlenmeyi destekleyip teşvik edeceksiniz. Örgütsüz olanları da dinleyeceksiniz. Kanun devleti değil hukuk devleti olacaksınız. Orada görev almaya talip olduysanız herkese hizmet edeceksiniz. Hamama giren terler.

Egemenlik bende!

Ben milletim. Ben emredeceğim, siz bana hizmet edeceksiniz!

İlk emrim: Demokrasiyi çağın değerlerine uygun olarak yeniden tanımlayın. Zahmet etmeyesiniz diye ben bir tanım önereyim. Üstelik öyle etnik, dinsel, cinsel ayrımlara da dayalı değil! Ülke kaynaklarının ve üretilen gelirin adil olarak paylaşılmasında halkın, tüm toplum kesimlerinin bu paylaşımı yönetmede söz sahibi olması. Demokrasi bu ise ben demokratım. Kimse bana oligarşiyi demokrasi olarak yutturmaya kalkışmasın.

Belli ki söz sahibi değilim. Biri bana yönetime katılmak için nasıl söz sahibi olacağımı söylesin.

Demokrasi var demekle demokratik olunmuyor. Hakkınıza sahip çıktıkça hakkınızı hak edersiniz. Herkesin hakkını hak ettiği ve hakkıyla sorumluca yaşadığı yerde demokrasi vardır.

Demokrasiye ihtiyacımız var, geliştirelim...


[1] C. Can Aktan. http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/ucuncu-bol/turkiyede-yoksulluk.pdf Erişim: 7.4.2010.

[2] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=8369 Erişim: 7.4.2010.

You have no rights to post comments