Sunuş
Aşağıda, Sınıf Yönetimi dersi kapsamında yapılan "ilk ve orta öğretimden unutamadığınız bir eğitim hatırası" sormacasına verilen karşılıklar bulunmaktadır. Öğretmen adayı ve öğretmenlerin bu anlatıları örnek olaylar olarak ele almaları ve üzerinde düşünmeleri beklenir. Bir öğretmenin bazen sıradan, iyice düşünülmemiş bir hareketinin öğrencilerde nasıl bir savrulmaya yol açtığı üzerinde düşünülmelidir. Öğretmen de bir insandır ve o da hatalar yapacaktır ancak öğretmenin "öylesine" davranma hakkı yoktur. Öğretmen, bir durum karşısında değişik biçim ve derecelerde etkilenmekte olan çok hassas varlıkların karşısında bulunduğunu aklından çıkarmamalıdır. [Dr. İkram Çınar]
Abdülkadir Bayır (Kimya TSYL)
İlkokul 3. sınıfta iken biz köyden merkeze göç ettik. Babam o zaman un fabrikasında çalışıyordu. Tabii araya biraz zaman girdi. Bir gün babam gece yarısına kadar eve gelmedi. Merak ettik bir şey mi oldu diye .Daha sonra işin sahibi bizim eve geldi. Meğer babam fabrikanın 3. katında çalışırken ayağı makinenin arasına girmiş. Bağırmasıyla arkadaşları yanına geldiğinde durumu hemen fark edip makineyi durdurmuşlar. Hemen hastaneye götürmüşler. Ayağı kırılmış ve doktorda en az 45 gün hastane de kalması gerektiğini söylemiş. Ben de bu arada okula gidip gelmeye çalışıyorum. Bir gün öğretmenimiz veliler toplantısının yapılacağı haberini bize verdi. Ben de babamın gelmeyeceğini söyleyip ağlamaya başladım. Öğretmenimiz ne olduğunu sorunca bunları tek tek anlattım
Bana çalışan başka kimseniz var mı, diye sorunca bende "hayır" dedim çünkü ailenin en büyüğü bendim. Bu sefer okula gelmediğim bir gün olayı sınıf içinde anlatmış. Sınıftakilere Abdulkadir'e yardım toplayalım kararını almış. Arkadaşlar da benden habersiz her gün kendi aralarında para topluyorlarmış. Bir gün son derste öğretmenimiz benim iki dakika sınıfın dışına çıkmamı istedi. Ben de sınıf dışında beklerken öğretmenimiz toplanan paraları zarfın içine koymak için beni sınıfın dışına çıkarmış. Sonra tekrar beni sınıfa çağırdı. Sınıfa girince "Arkadaşların sana 891bin lira toplamışlar bende üstünü 1 milyona tamamladım .Güle güle harca dedi. Sonra bir de arkadaşlarına teşekkür et dedi. Ben de çok duygusal bir an yaşayarak çok çok teşekkür ettim ve bunu hiç unutmayacağımı söyledim. Halen de unutmadım ve unutmam da.....
Elif Bozkaya
Bu hatıram ilkokul 1.sınıfta yaşadığım bir olayla ilgilidir. Öğretmenimin adı Makbule idi, şimdi soyadını hatırlayamıyorum. Öğretmenimi çok severdim. Onun da bana karşı özel bir ilgisi vardı. Sınıfta bir şey mi yapılacak, ya da bir pano hazırlarken öğretmenimizin yardıma mı ihtiyacı var benden kendisine yardım etmemi isterdi. Ya da yapılacak şeyi benim yapmamı isterdi. Bu çokta hoşuma giderdi.
Bir gün; annesi de bizim okulda öğretmen olan Sinem adlı arkadaşımızla birbirimizi gıdıklama oyunu oynuyorduk. Önce o beni gıdıkladı sonra ben onu gıdıklamaya başladım. Bu oyunu sıranın üstünde oturarak oynuyorduk. Benim onu gıdıkladığım esnada arkadaşım dengesini kaybetti ve başını masaya vurdu. Hemen ağlamaya başladı. Sınıftan birileri de hemen annesini çağırdı. Annesi bizim öğretmenimizle birlikte geldi. Ne olduğunu sordular, ben de anlattım. Annesi sınıf arkadaşlarımın ve öğretmenimin gözü önünde benim kulağımı çekti. O kadar utandım ki kıpkırmızı oldum. Boğazıma birşeyler düğümlendi. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Mahcup bir şekilde kulağımın acısıyla yerime oturdum.
Aradan yıllar geçmesine rağmen ben bu olayı bir türlü unutamadım. Zaman zamanda aklıma acaba kafasını sıraya vuran arkadaşım değilde ben olsaydım annesi kızının da kulağını çekip bana yaşattığı bu mahcubiyeti kızına da yaşatır mıydı ve öğretmenim buna neden izin verdi, diye düşünüyorum.
Gülcan Ceren Yağız (Matematik TsYL)
Orta öğretim ikinci sınıftaydım. Kimya öğretmenimiz Erdinç Bey bizi ilk ders saatinde sınav yapacaktı. Gayet iyi hazırlanmış bir şekilde sınıfa doğru gidiyordum. Yolda sınıf arkadaşım olan Derya'ya rastladım. Benimle hiç çalışamadığını not durumunun pek iyi olmadığı konusunda bir sohbete başladı. Böylelikle sınıfa geldik. Derken Erdinç Bey geldi ve sınava başladık. Kâğıdımı görünce keyfim yerine gelmişti. Çünkü hepsi cevabını bildiğim sorulardı. Hepsini cevaplayıp kâğıdımı Erdinç Beyin masasına bıraktım. Derken öğretmenin masasının başında nedenini anlayamadığı bir karmaşa oldu. Öğrenciler masayı işgal etmiş gibiydiler. Birden o kargaşanın arasında arkadaşım Derya’ yı da gördüm. Ama nedense bu kargaşayı o kadar da önemsedim ve sınıftan çıktım bir sonraki derse girmek için laboratuara doğru yöneldim.
Bir hafta sonra kimya dersinde Erdinç Bey sınav kâğıtlarımızı değerlenmiş ve sonuçları bizlere açıklıyordu. Benim notum okunduğunda çok şaşırmıştım. Yüzlük değerlendirme sisteminde 35 almıştım. Şaşkınlığım cevabını emin olarak yazdığım sorulardan bu kadar düşük bir not almış olmamdı. Ders sonunda bu şaşkınlığımı kimya öğretmenimle de paylaştım. O da sınıftaki derse katılımımı ve başarı durumumu bildiğinden bu sonuca çok şaşırdığını söyledi. Sınav kağıdıma tekrar bakabilir miyiz diye rica ettim kendisine. O da beraber tekrar inceleyebileceğimizi söyledi. Böylece kağıdıma bakmak üzere öğretmenler odasına gittik beraber. Erdinç Bey sınav kâğıtlarını çantasından çıkardı ve kâğıtların arasından benim kâğıdımı aramaya başladı. Bu arada kağıtların arasında arkadaşım Derya’nın adı yazılı olan bir sınav kağıdı görmüştüm. O an o kadar şaşırmıştım ki Derya’nın adı yazılı olan kağıt bana aitti. Yazı benim yazımdı. Bu düşüncemi öğretmenimle de paylaştım. Öğretmenim kağıdı inceledi ve bana hak verdi. Çünkü adımın yazılı olduğu yer silinmiş Derya’nın adı yazılmıştım. Ben çocukluğumdan beri bastırarak yazdığım için adım Derya’nın ismi altında okunabiliyordu. Derya’nı da görünce Erdinç öğretmenim kesin kararını verdi. Derya sınav kağıtlarımızda isimlerimizi değiştirmişti.
Öğretmenimiz aynı öğle arasında Derya’yı konuşmaya çağırdı. Konu ile ilgili görüştüler.Sonra öğretmenimiz benim bu görüşmeye katılmamı istedi. Derya bunu yaptığını itiraf etti, üzgün olduğunu çalışamayınca kendini çaresiz hissettiğini söyledi ve özür diledi. Erdinç Bey bu davranışın tekrar edilmemesi, bilgi hırsızlığının bir daha gerçekleşmemesi şartıyla benim de gönül rızamla arkadaşımı affetti. Bu olay okul yönetimi ile paylaşılmadı. Ama böyle durumun yaşanması beni çok üzmüştü.
Emine Eren Yastı (Tarih TsYL)
İlköğretim 8. sınıfta okuyordum. Dersimiz tarihti, ders öğretmeni konuyu anlatırken arkamdaki arkadaşım dersi dinlemiyor ve bana soru soruyordu. Ben de arkama dönüp lütfen susar mısın? Dersi dinleyemiyorum dedim. Tam bu esnada hoca beni gördü ve geldi bana bir tokat attı. Bende ağladım. Ders bitti ve hoca dersten çıktı gitti. Ben ağlamaya devam ediyordum. Yanımdaki arkadaşım kalkıp hoca ile görüşmeye gitmiş ve hocaya varıp hocam Emine arkadaşımızın hiçbir suçu yoktu arkadaki arkadaşımız konuşuyordu. Emine arkadaşımızda rahatsız olup lütfen susar mısın dersi dinleyemiyorum dedi. Bu esnada siz gördünüz ve ona tokat attınız demiş. Aradan 15 dakika gibi bir süre geçtikten sonra hocamız gelip benden özür diledi. Ama ben özrünü kabul etmedim. O gün şöyle bir karar verdim ilerde öğretmen olursam öğrencilerim yaramazlık yaptıklarında, yaramazlık yapmalarının altında yatan nedenleri öğrenmeden onları cezalandırmayacağım diye. Şimdi öğretmen olma yolunda son çabalarımı sergiliyorum.
Gamze Yücal (TDE TSYL)
Ardahan'a bağlı Çıldır ilçesinde bulunan ve tek ortaöğretim kurumu olan Çıldır Lisesi'nde lise son öğrencisiydim. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nın yaklaşmış olması nedeniyle okulumuzda tören için hazırlanan tiyatroda görevliydim. Bu görevim nedeniyle çalışmalarda bulunduğumuz için derslere girmiyorduk. Sınıf arkadaşlarımızla sadece molalarda kısa süreli olarak görüşebiliyorduk. Bu görüşmelerimiz sırasında arkadaşlarım bana yeni bir Coğrafya Öğretmeninin geleceğini ve bizim derslerimize gireceğini söylediler. Hoca daha gelmeden namı gelmişti. Hocanın Ardahan'daki bir okuldan sürgün geldiği, mizaç itibariyle sert biri olduğu yönünde çeşitli söylentiler dolaşıyordu öğrenciler arasında. Zaten Türkiye’nin en ücra yerlerinden birinde olan okulumuza da kimse gönül rızasıyla gelmezdi. Tabiri caizse bizi Allah bile unutmuştu.
Hoca hakkında duyduğum bu söylentiler bende ister istemez hocaya karşı bir önyargı oluşturmuştu. 19 Mayıs gelmeden meşhur öğretmen okulumuza gelmişti. Ama bizim çalışmalar tamamlanmadığı için ben henüz derslere girmiyordum. Fakat hocanın derslerde terör estirdiği haberleri kulağıma geliyordu.
Sonunda çalışmalar bitti ve tören yapıldı. Bende derslere girmeye başladım. En nihayetinde Coğrafya Dersi geldi çattı. Ben hocaya olan tüm önyargılarımla derse girdim. Hoca dersin daha ilk iki üç dakikasında ceketinin düğmesini ilikmediği gerekçesiyle arkadaşlarımızdan birini feci halde dövdü. Bu duruma sessiz kalamazdım. Hocayı protesto etme adına dersi dinlemeyip, resim yapmaya başladım. Çok geçmeden hoca benim dersi dinlemediğimi fark etti ve beni uyardı. Fakat ben inatla resim yapmayı sürdürdüm ve sonuçta hoca beni dersten attı. Ama ben inatla dersten çıkmadım. Dersin bitiminde saygıdeğer hocamız beni idareye şikayet etti. Okulda başarılı ve saygılı bir öğrenci olarak tanındığım için okul idaresinden bu nedenle herhangi bir ceza almadım. Fakat bu olaydan sonra coğrafya dersinden nefret etmeye başladım ve şu an bile bu tutumum devam ediyor. Galiba bana verilecek en büyük ceza bile bu kadar kötü olamazdı. Ve yıllardır bu soruyu kendime sorarım: Bu olayda asıl suçlu kim?
Sonuç olarak şundan eminim ki gerçek öğretmen öğrenciyi dersten soğutan kişi değil, öğrenciye rağmen ona dersi sevdiren kişidir.
Hatice Tuncel (TDE TSYL)
İlkokul birinci sınıftayken ¨öğretmen¨ demek istemediğim bu kutsal mesleği ona yakıştıramadığım bir şahsi muhterem bize yazı yazma dersinde harflerin okunuş ve yazılışlarını öğretiyordu. Ben büyük bir hevesle bu harfleri öğrenmeye çabalıyordum ancak bir harfi bir türlü yazamıyordum . Bu harf “E” harfiydi. Ben bu harfi ters yazıyordum düzgün bir şekilde yazmak için çok çaba harcamama rağmen bir türlü doğru şeklini yazamıyordum .Öğretmen tahtaya yazdığı harfleri defterimize yazmamızı söyleyerek kontrol edeceğini söylüyordu, bir süre sonra sıraların arasında dolaşarak defterlerimizi kontrol etmeye başladı. Sıra benim defterime bakmaya geldiğinde benim “E” harfini yanlış yazdığımı gördü ve çok kızdı, beni tahtaya kaldırdı elime tebeşiri verdi ve o harfi tekrar yazmamı söyledi, ama ben tahtada da yazmayı başaramadım .öğretmen çok sinirlendi saçlarımdan tutup başımı tahtaya vurdu. Bir süre sonra burnumdan kan geldi, elimle burnumdan gelen kani durdurmaya çalışarak sırama ilerlerken o cani yaratık benim o halimi gördüğü halde hırsını alamamış olsa gerek birde sırtıma ayağıyla tekme vurma gereği duydu. Ben acı içinde ve sınıf arkadaşlarımın önünde rencide olmuş bir ruh haliyle sırama gidip oturdum ve dersin bitmesini bekledim.
Evime gittiğimde aileme anlatmadım bu olayı, babam gelip öğretmenle kavga eder beni okuldan alır diye çok korkuyordum. Babam zaten benim okumamı istemiyordu bu olayı duysaydı beni kesin okuldan alacaktı.onun için bu acı olayı çocuk ruhumda tek başıma atlatmalıydım. Atlatabildin mi diye sorarsanız, hayır derim. Çünkü kişiliğimin oluştuğu o dönemde çok derin izler bıraktı. İçine kapanık, utangaç, toplum önünde konuşamayan biri olarak yetiştim. Bu kişisel özelliklerim öğrenim hayatıma da yansıdı, kendime hiçbir güveni olmayan bir öğrenciydim, ders ortamlarında hiç aktif değildim, öğretmen bir konuyla ilgili derste soru sorduğunda doğru bilsem bile “ya yanlışsa ya öğretmen kızarsa diye” parmak kaldırmaktan korkuyordum. Orta ikiye kadar bu öğrenci profilim devam etti. Orta okuldan sonra derslerden başarılı olduğumu gördükçe yavaş yavaş kendime olan güvenim arttı, başarılı bir öğrenci olmayı başardım ve bende şimdi bir öğretmen adayıyım. Psikolojik sorunları olan bu öğretmen hayatımın en kritik döneminde unutulmaz derini izler bıraktı büyük bir hevesle başladım okuldan soğuttu ama bu kalıcı bir iz olmayı başaramadı.
Zühürye Ok (TDE TSYL)
Ben size ilkokulun tebeşir tozlu ve silgi kokan yıllarından kalan bir anımı anlatmak istiyorum. Ben okula gitmeyi çok isteyen bir çocuktum okula altı yaşımda başladım. Hem yaş hem de görüntü itibariyle küçük bir çocuktum.Bu nedenle o sene okuma yazmayı öğrenemeyeceğimi düşünüyorlardı.Öğretmenim babamın arkadaşıydı. O bir sene daha beklememi istiyordu. Fakat ben ısrarla okula gitmek istediğimi söylüyordum. Bu ısrarlarımın neticesinde okula başladım.Bir süre sonra öğretmenim derslerde gayet başarılı bir çocuk olduğumu gördü.Onu yanıltmayı başarmıştım.
Ama gelin görün ki hayat her zaman iyi şeyler yaşatmıyor insana. Okulda birçok şeyi başardım. Ama şu “m” harfi var ya, onu bir türlü yazmayı beceremedim. Bir dönem kabusum olmuştu. Hiç unutmam, öğretmenimiz bir gün bize “m”lerin yazımıyla ilgili bir ödev vermişti. Ben sabahtan akşama kadar bu harfin yazımı ile uğraştım, durdum. Ama bir türlü yazamadım. En son çok parlak bir fikirmiş gibi ablama yazdırdım. Böylece kurtulacağımı sandım.Fakat ertesi gün okula gittiğimde öğretmenim bu ödevi benim yapmadığımı anladı.Önce bir güzel sopa çekti. Sonra da beni tembeller sırasına aldı. Kendimi çok tuhaf hissetim. Tembeller sırası ne onur kırıcı. Yani en azından benim için öyleydi. Oysa sıranın çalışkanı tembeli olmazdı.Okulda yaşadıklarım yetmiyormuş gibi bir de çocuklar bu olayı hemen anneme yetiştirdiler. Ben artık bu iş benim için biti dedim. Birkaç hafta okula öylece gidip geldim. Olanlar zoruma gidiyordu. Çünkü bir “m” harfi yüzünden başıma gelenleri hazmedemiyordum. Öğretmenime ve derslere tavır almıştım.
Benim sınıfta rekabet halinde olduğum arkadaşlarım vardı. Onlar hızla ilerliyorlardı ve öğretmenimizle çok iyilerdi.bir gün durup düşündüm. Hayatta en çok istediğim şeyden bu kadar kolay vazgeçemezdim. Defterlerimi alıp ağabeyime gittim. Ağabey beni çalıştırır mısın, dedim. O da beni çalıştırdı. Ve arkadaşlarımla aramdaki açığı kapattım.
Başak Toptaş (Fizik TSYL)
Çok uzun zaman geçti, ama daha dün olmuş gibi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyorum. Bu olay ilkokuldayken başımdan geçmiş bir olaydır. İlkokul birinci sınıfın ikinci dönemindeydik. Sınıfın geneli okumayı sökmüştü. Birkaç kişi dışında herkesin önlüğüne bir kırmızı kurdele iliştirilmişti. Hiç unutmam ortadaki sıraların en önünde oturan ikiz erkek kardeşler vardı. İsimleri Ahmet ve Metin idi. İkisi de çok iyi çocuklardı. Ahmet ve Metin’in dedeleri ailenin tüm maddi ve manevi işlerini üstüne almıştı. Ailedeki herkes yapacağı her şeyi önce ona danışıyordu.
Ahmet okumayı sökmüştü ancak Metin ikinci dönemin sonları olmasına rağmen hala okuyup yazamıyordu. Okulun sonlarına doğru öğretmenimiz okuyamayanların ailelerini çağırdı. Metin’inde annesi gelmişti. Öğretmenimiz durumu anlatmış ve Metin’i sınıfta bırakması gerektiğini söylemiş. Bu konu evde Metin’in dedesine anlatılınca dedesi çok sinirlenmiş. Ertesi gün biz sınıfta ders işlerken bir tekmeyle kapı açıldı ve Ahmet ile Metin’in dedesi içeriye girdi. Metin’in dedesi çok uzun bir insandı. Bizim sınıfın heybetli kapısından şimdiye kadar onun gibi uzun biri girmemişti. Duygularım şaşkınlık ve korku arasında gidip geliyordu. Arkadaşlarımın dedesi öğretmenimize ‘bana bak öğretmen sen benim torunumu sınıfta bırakamazsın.’ diye bağırdı. Adam her an yere yığılabilecekmiş gibi sendeliyordu. Öğretmenimiz Sebahat Hanım, kısa boylu ve çok zayıf çıtı pıtı bir kadındı. Ahmet ile Metin’in dedelerine karşı hiçbir savunmada bulunamazdı, zaten biz ne olduğunu anlayamadan adamın bir anki dikkatsizliğinden faydalanıp sınıftan çıkıp kaçıverdi. Biz o adamla birbirimize bakakaldık. Adam bize zarar verecek diye çok korktum. Öğretmenimize de bizi o adamla yalnız bıraktığı için çok sinirlendim. Bize bir ömür gibi gelen birkaç dakikadan sonra müdür ve müdür yardımcısı gelip adamı sınıftan çıkardılar. Sonrasında adama ne oldu, öğretmenimiz ne yaptı bilmiyorum. Ama o gittikten sonra tüm sınıf korkudan ağlamaya başladık.
Bu olay üstüne değişen hiçbir şey olmadı sene sonunda Metin yine de sınıfta kaldı. Bu olay da benim hafızama kazındı. Ölünceye kadar unutacağımı sanmıyorum.
İbrahim Aslan
Ben lise 1 öğrencisi iken okulda öğretmenlerim tarafından sevilirdim tabi bunda ders çalışmam olduğu gibi derslerde ses çıkarmamam da etkili oldu. Benim de sevdiğim bayan resim öğretmeni vardı. Resmim biraz kötü de olsa bana kızmaz en yüksek notu yine de verirdi. Bir dersimizde camla süsleme yapacaktık. Ben malzemeleri almadığımdan derse yetiştiremedim bizim bir üst sınıfımızda da aynı tema işleniyordu. Onlar sabah eğitim alıyorlardı bizde öğleden sonra... O sınıfta bir arkadaşım vardı cam üzerine çiçek motifi yapmıştı. güzelde görünüyordu ondan rica ettim çalışmasını bana vermesi için kendi adıma onu resim öğretmenine gösterecektim ben yaptım diye... Üstünde biraz oynadım gerçi ana hatlara dokunmadan ek bir şeyler yaptım. Öğleden sonraki derste Öğretmenime gösterdim önce fark etmedi. Beni sevdiği için çalışmayı kendine almak istedi. O ara biraz inceleyince resmi daha önce gördüğünü fark etti. Gerçi bende anlayınca yüzümde ifadeler değişti. Derste bana bir şey demedi. Teneffüste yanına alıp sordu “bu resmi başka birine verdin mi” diye bende “yok hocam” dedim... Hocamın bana güveni olduğundan resmi başkasından benim aldığım aklına dahi gelmiyordu.
Hocama itiraf ettim malzemeleri evde unuttuğumu bugünde not alınacağını bildiğim için bir arkadaşımdan rica edip çalışmasını aldığımı söyledim. Bunu söyleyince bana bir şey demeden verdiği 5 notunu 0 yapacağını ve bir süre yüzüme görülmememi söyledi. Gerçi resim dersi diğer derslerden ortalama olarak düştü ama diğer çalışmalarım da artık hak ettiğim notu verdi 3 - 4 gibi dönem sonu ortalamam 4 düştü. Ama bir hocanın güvenini kaybetmek canımı fazlasıyla sıkmıştı. Bende onun dersi olmadığı için Fen bilimleri bölümünü seçtim....
Hatice Ertaş (TDE TSYL)
BAYILANA KADAR
Yaşadığımız olay biraz üzücü ve can sıkıcıydı; ama bir hocanın bazen ne kadar inatçı olabileceğinin ilginç bir hikayesiydi.Üniversitedeydik bir dersimizi yükseltmek için alttan alıyorduk. Sınıf mevcudu alttan, üstten alanlar derken yüzü aşmıştı. Ders yaptığımız sınıf, mevcudu kaldırabilecek kadar büyüktü. Havalandırma imkanları da, klimalar ve pencereler, yeterliydi. Onlar yeterliydi; ama hocamız bizim bu imkanlardan yararlanmamızı isteyecek kadar yeterli değildi. Sınıf her zamankinden kalabalıktı ve üstelik sıcak bir gündü. Ders başladığında kimsenin ne sıcaktan ne de kalabalıktan yana bir şikayeti yoktu.
Zaman geçtikçe sıcaklık ve kalabalık hissedilmeye, biraz daha zaman ilerledikçe de bu olumsuzluklar hepimizi rahatsız etmeye başlamıştı. Durumdan hocayı da haberdar ettik, ki zaten kendisi de bu durumdan rahatsızdı. Ne var ki bizlere, şartlara, dersin bu kadar kalabalık olmasına ve belki daha bilemediğimiz şeylere tepkiliydi ve bu tepkisini de bizleri cezalandırarak göstermeyi yeğliyordu. Sınıftan rahatsızlıklarımıza dair sesler yükseldikçe " bayılana kadar ne dışarı çıkaracağım ne de havalandırmalara izin vereceğim" dedi. Dedi ama biz pek ciddiye almadık. Zaman ilerliyor, oksijenimiz azalıyor sıkılmalar, söylenmeler artıyordu. Gel gelelim bizim hoca insafa gelmiyordu. Meğer söylediklerinde ciddiymiş. Bayılsak da dinleyeceğimizi söylüyordu. Artık sıkıntı ciddi derecede artmıştı ki nihayetinde hocanın şartı(!) gerçekleşti ve ön sırada oturan bir kız arkadaşımız bayıldı. Güler misin ağlar mısın? Hocanın yüzünün aldığı ifadeyi hiç unutamıyorum. Kıpkırmızı oldu hemen arkadaşımızın kalkmasına yardım etti. Arkadaşımızı yanında bir arkadaşıyla dışarı yolladı. Onlar kurtulmuştu. Kapılar tekrar kapandı, ders devam etti. Birileri daha bayılır mı diye bekledik belki bu durumda hoca insafa gelebilirdi. Beklenen olmadı; ama daha iyi bir şey oldu. Ders süresi bitti biz de yapılan bu işkenceden kurtulmuş olduk.
Cihat Küçükkaya
Van Cumhuriyet İlköğretim Okulunda ortaokul ikinci sınıfı okuyordum. Dönem başlarında onar milyon okula götürürdük, bu para da yazılı kağıdı vs. gibi harcamalarda biz öğrenciler için kullanılırdı. İkinci dönemin başıydı. 40 kişilik sınıfımızdan 23 kişi bu konuda görevlendirilen Hasan arkadaşımıza parasını vermişti. Dersimiz matematikti. Hasan elini çantasına soktu ve bağırdı: Öğretmenim para yok! Öğretmen meseleyi anlayınca ayağa kalktı ve sınıfa küfürler savurmaya, hakaretler etmeye başladı: "Hangi hırsız parayı aldıysa çabuk çıkarsın, yoksa ben bulur, o terbiyesizi müdürün önüne götürmeyi iyi bilirim" dedi. Birkaç dakika bekledi. Sınıftan çıt çıkmıyordu. Paranın bulunamayacağını anlayınca Hasan ağlar bir şekilde izin alıp sınıf öğretmenimizin yanına gitti. Durumu ona anlattı. Teneffüs zili çalmadan öğretmenimiz elinde kapalı ama üstünde ufak bir delik olan karton bir kutuyla sınıfa geldi. Yazı tahtasının önünde durdu: " Böyle çirkin bir davranışı bilinçli olarak yapmayacak kadar temiz çocuklar olduğunuzu çok iyi biliyorum. Çalmak veya hırsızlığın ne demek olduğunu size anlatacak değilim. İnanıyorum ki içinizden birisi bir hata yaptı ve hata da insanlara mahsustur. Şimdi biz hiçbirimiz öğrenmeden parayı alan arkadaşınız o parayı yerine bırakacak. Çünkü ben buna eminim ve bu konu sınıfımızda bir daha hiç yaşanmayacak."
Öğretmenimiz elindeki kutuyu alıp sınıfın dışına bıraktı: "Şimdi hepiniz sırayla sınıfın dışına çıkıp geri geleceksiniz." dedi. Dediği gibi yaptık. Herkes kutunun yanına gidip geldikten sonra çıkıp kutuyu içeri getirdi. Hepimizin önünde kutuyu açtı. İki yüz otuz milyon kutunun içindeydi. Tıpkı öğretmenimizin dediği gibi... Tıpkı bize güvendiği gibi...Hasan arkadaşımızın yüzündeki sevinci ve sınıf öğretmenimizin o anki mutluluğunu hiç unutmam.
Hayatımızdan onlarca öğretmen geçti. Hepsini aynı duygularla mı anıyoruz acaba?
Pelize Özyurt (Tarih TsYL)
Üniversite 2. sınıfta Osmanlıcanın biraz daha el yazısı şeklinde olanı yani Paleografya dersimiz vardı. Bu derste genelde metin okuyarak zaman geçirirdik. 2. öğretim olduğum için akşamları okulda olurdum. Yine bir paleoğrafya dersine girmiş hocanın gelmesini bekliyorduk. Ön sıralar boştu. Ben her zaman ki yerime oturmuştum. Hoca sınıfa girdiğinde çok sinirliydi. Elinde kitaplar vardı. Ben sinirle kitapları birilerine fırlatır düşüncesine kapılmıştım. O esnada bir sesle kendime geldim. Ders hocası ön sıranın neden boş olduğuna kızıyordu. Hemen arka taraflarda oturanlardan birkaç kişiyi öne aldı. Daha sonra derse başlamak için metinlerimizin olup olmadığını sordu. Öne aldığı üç arkadaşın ders notu yanında olmadığı için öfkelenen hoca kendini kaybederek saçma sapan konuşmaya başladı. Saçma sapan demem belki biraz ağır bir tabir oldu ama adam resmen küfrediyordu. Tabiri caizse benim ve birkaç arkadaşımın ağzı açık kaldı. Sessizce kalkıp izin istemeden sınıfı terk etmek zorunda kaldım. Tabi hocanın aynı şeklide hakaretlerinin devam ettirdiğini duydum. Dona kaldım bir üniversite hocası karşısındakilere bu şekilde hakaret ediyor. Hiç unutamıyorum. Ondan sonraki derslerde hep aynı olayla karşılaşırım diye derslere bile girmemeye başladım. Bana değildi çünkü ders notum yanımdaydı. Ama yinede çok bozuldum. Bir eğitimci sokak ağzı ile sınıf içerisinde konuşuyor ve hiç kimse bunun hesabını soramıyor. Bence eğitim bu kadar ayaklar altına düşmedi düşemez de.