Hayatı boyunca pratik biri olarak bilinen Ulu Önder Atatürk’ün bu yönü hiç kuşkusuz çok iyi bir kuramcı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yazıyla Atatürk’ün kuramcı kişiliğinin temellerinde yatan ipuçları ortaya konulacaktır. O her şeyden önce çok iyi bir eğitim ve kültür ortamının olduğu kentte, Selanik’te dünyaya gözlerini açmıştır. Bu ortam içinde onu yetiştiren öğretmenlerin yadsınamayacak bir payı vardır. Ona ilkokuma ve yazmayı -Prof. Dr. Özcan Mert’in araştırmalarına göre- öğreten Şemsi Efendi’dir. Fakat Şemsi Efendi Osmanlı Devleti’nin kültür merkezi Selanik’te yalnız değildi. O, arkadaşlarıyla birlikte eğitim tarihinde usul-i cedit hareketinin gereklerini açtıkları özel okullarda uyguluyordu.

Şemsi Efendi’nin bu arkadaşları arasında kendi adına bir okuma yazma kitabı çıkaran İsmail Hakkı (*) çok önemli bir isimdir. İlkokuma ve yazma öğretiminde izlediği yöntem çağının çok ilerisinde (Atatürk’ün okuma ve yazma öğrendiği yöntem) çağdaş ve laik bir kimlik taşıyordu. İsmail Hakkı, eserinin ikinci sayfasında yer alan “İfade-i Meram”da, okuma yazma kitaplarında olması gereken hususları anlatır. Okuma yazma için farklı,Kuranıkerim’i öğrenmek için farklı bir yöntemin izlenmesi gerektiği üzerinde duran yazar eserini yazarken nelere dikkat ettiğini açıklar. Bu hususlar Elifba Cüzü’ne bağlı okuma yazmanın öğretildiği bir zaman diliminde, çok çağdaş özellikler barındırır:

(1) İlköğretimde öğretim yöntemlerinin düzenlenmesi ve geliştirilmesi 15 – 20 yıllık bir geçmişe sahiptir. (2) Mevcut okuma yazma kitapları iki işlevi (hem genel olarak okuma-yazma hem de Kuranıkerim okumayı öğretmek) yerine getirmek için kaleme alındığından söz konusu işlevleri tam olarak yerine getirememektedir. Bu yüzden Türkçe okuma-yazma öğretmek için ayrı; Kuranıkerim’i okutmak için ayrı eser kaleme alınmalı. (3) Okuma-yazmaya hareke-i harfiyeden (elif, vav, güzel he, ye) başlamak, yeni yürümeye başlayan çocukları düşeceği yönden kollayan annenin çocuğuna yardımıyla eşdeğerdir. (4) Elifba kitaplarının gayri Müslim tebaa tarafından da okutulacağı göz önünde tutularak eserler, günlük hayatta kullanılan sözcüklerle yazılmalı. (5) Bütün harfler adlarıyla değil sesleriyle okutulmalı.

Çağının çok ilerisinde bir yöntemle okuma yazma öğrenen Ulu Önder’in eğitim öğretimini sürdürdüğü okullarda –o dönemde İstanbul ve çevresindeki okullarda dahi pek bulunmayan- öğretmen masası, sıra, kara tahta, tebeşir, silgi, okuma yazmayı kolaylaştıran materyaller vardı. Eğitim öğretim gördüğü bu okullar ve bu okullardaki çağdaş öğretmenler, onun gelecekteki yaşamına ve devrimci kişiliğine de etki etmiştir.

Atatürk Nasıl Okurdu?

Atatürk bugünkü yöneticilerle kıyaslanamayacak ölçüde bir okuma zevk ve heyecanına sahipti. Bu zevk ve heyecandır ki bizim ulusumuzun sonsuza dek sürecek varlığının kültürel temelini oluşturmuştur. Atatürk’ün yaşamının her safhasında okumanın önemini ve okumanın birey için vazgeçilmez işlevinin somut örneklerini görmek mümkündür. Benim çok etkilendiğim ve yaşamımda ilke edindiğim şu güzel anıyı siz gençlerle paylaşmak isterim:

Atatürk’ün okuma zevk ve heyecanı konusunda genel sekreteri Hasan Rıza Soyak da anılarında diyor ki:

"Okumayı çok severdi, genel bilgisini sürekli olarak artırmaya çalışırdı. Zengin bir kütüphanesi vardı. Okuması da, çalışması gibiydi; eline aldığı kitabı, eğer ilginç buldu ise bitirmeden bırakmazdı.

Okuduğu kitaplarda, ileri sürülen temel fikirlerle güdülen hedefleri açıklık ve isabetle tespit ve gayet iyi özetlerdi.

Bir geziden Ankara'ya dönüyordum. Sabahleyin trenden iner inmez doğru Köşke gittim, özel hizmetine bakanlara ne durumda olduğunu sormuştum; "İki gün, iki gecedir durmadan kitap okuyor; yalnız bir kaç kere çalışma masasında kitap okurken banyo yaptı ve koltuğunda dinlendi" dediler.

İzin alıp yatak odasına girdim; beyaz keten gecelik entarisi ile geniş koltuğuna bağdaş kurmuş, dinleniyordu; elinde bitirmek üzere bulunduğu kitabı vardı, bana;

—Hoş geldin, otur bakalım... Elime bir tarih kitabı geçti... bilmem ne zamandan beri okuyorum, dedi; hayretle sordum;

—Yorulmadınız mı Paşam?

—Hayır; yalnız gözlerim yaşarıyor, fakat onun da çaresini buldum, birkaç metre tülbent aldırdım, işte gördüğün gibi parça parça kestirdim; ara sıra bunlarla gözlerimi kuruluyorum."

Dipnot

(*) “İsmail Hakkı Efendi; Aptal Osman Efendizâde denilmekle maruftur. Bu zat Hayem Şalom adında bir Yahudi hahamının mektebine devam ederek orada okumuş, Fransızca öğrenmiş, elde ettiği bu dil sayesinde sonralar birçok eserler okuyarak Türkçe tedrisatta bir inkılâp yapmağa muvaffak olmuştur.

İsmail Hakkı Efendi; evvelâ Selanik’te Suratlar mahallesinde tek odalı bir vakıf mektepte bu usulü tatbik etmiş sonra yine hemşerilerinden Şemsi Efendi ile birleşerek Aktarönü mevkiinde harap bir mescidi mektep haline koymuşlar ve Halil Vehbi, Derviş Efendiler de bunlarla birlikte çalışmıştır. İsmail Hakkı Elifbası adındaki eseri ve kıraat serisi onun tedris usulü hakkında bir fikir verebilir.

Mithat Paşa Selanik’e geldiği zaman belediye reisi ve sonra Manastır valisi olan Faik Paşa ile birlikte Selanik mekteplerini gezmiş, oralardaki okutma ve öğretme usullerini tetkik etmiş ve hepsinden ziyade bunların usullerini beğenmiştir.

Diğer taraftan Hafiz Kerim adında bir yobaz bu Selanikli muallimlerle tatbik ettikleri usuller aleyhinde bulunan mutaassıplar güruhunun başına geçerek onları dinsizlikle itham etmiş ve mekteplerini kapattırmıştır. Nihayet mesele vilâyet meclisi idaresine intikal etmiş, Mithat Paşa hakem olarak dava Şemsi Efendi ile arkadaşları lehinde neticelenip o tarihten İtibaren bu usul Selanik’te ve bilhassa o şehrin Terakki mektebinde yerleşip ilerlemeğe başlamış ve oradan da İstanbul’a gelmiştir.

İsmail Hakkı Efendi bihakkın âlim idi. Güzel Fransızca bilirdi. Sonraları Şemsi Efendiden ayrılarak ve Trabzonlu Rıza Beyle birleşerek Halil Rifat Paşanın valiliği zamanında Şemsi Efendinin mektebi karşısında yeni bir mektep açtı. Talebeye Fransızca okutmağa başladı. Talebe Fransızcayı öğrensin diye mektepte Türkçe konuşmağı yasak etmişti.”