Bir gözlem

Bir okulun dördüncü sınıfında öğretmen bir öğrencisinin “serbest resim” konulu resmini gösterdi: Kanlı bir sahne. Astronot kılıklı bir asker elindeki bayrağı mızrak gibi kullanarak zavallı görünümlü bir başka askerin karnına saplamış. Ortalık kan gölü. Saplanan bayrak Amerikan bayrağı ve astronot kılıklı asker de Amerikan askeri.

Görüntü düşündürücü ve vahim ancak asıl vahamet çocukla konuşunca ortaya çıktı. Yerdeki zavallı görünümlü asker bizim. Yani Türk askeri! Çocukla resmi hakkında konuştum. “Amerikalılar çok güçlü, bizim askerleri öldürür” diyor! Çocuk, beynine yüklenen anlamı kâğıda aktarmış.

Çocuğun algıladığı gerçeğin böyle olup olamayacağı tartışılabilir. Ancak buradan çok soru çıkarmak ve bunları yanıtlamak zorunluluğumuz vardır. Ulusal bilinç (tarihsel bir bakışla ulusumuz için iyi ve kötü olanı ayırmak ve ulusun yararının tarafında yer almak), ulusal özgüven (Önderin “Türk, öğün, çalış, güven” sözünü hatırlayalım), başarma güdüsü gibi kavramları çocuklarımıza nasıl kazandıracağız?

Sorunumuz büyük. Çocuk ve gençlerimiz, televizyon ve sinemada izlediği Amerikan kahramanlarının psikolojik baskısı altına ezilmekte, eziklik, yenilmişlik, aşağılık duygusu yaşamaktadırlar. Böylesi bir kitle ile dünyanın Türkiye gibi bir mahallesinde ayakta kalınabilir mi?

Yukarıda anlatılan resmi yapan çocuk büyüdüğünde nasıl bir “Türk yurttaşı” olacaktır? Yanıtını verebilirim: Etrafımızda çokça gördüğümüz, korkak, pısırık, ulusuna ve kendi değerlerine inancı olmayan, Batı hayranı, kendi kültüründen utanmanın ötesinde nefret eden, ilk fırsatta kendini Amerika’ya atmaya çalışan, bunu yapmasa bile başta Batı olmak üzere başka ülkelerin gönüllü misyoneri  olan, zihni başka toplumlar için kurgulanmış işbirlikçi diye eleştirdiğimiz tip!

Okullarda şiddet

Okullarda şiddet kullanmak öğrencilerin kişilik ve saygın bir karakter geliştirememelerinin çok önemli sebeplerindendir. Gerek öğretmenden öğrenciye gerekse öğrenciden bir başka öğrenciye yönelen şiddet çocukların “meyve verecek dallarını budamakla” sonuçlanmaktadır. Bunu aşmak için herkese şiddet karşıtı mesajlar verilmeye başlanır.  Bunun sonucu özsaygısını korumak için normal davranan gençleri ödlekleştirme/pasifleştirme hatta mankurtlaştırmaktır (Çınar 2006). Öğretmen ya da arkadaşının şiddetine maruz kalmış bir çocuk ya da gence bir de şiddet karşıtı propagandanın yapıldığını düşünün. Propaganda, şiddet eğilimli olanlara göre çok daha etkili olacak ve “hır çıkmaması” için ödüncü (tavizkâr) davranışlar sergileyerek sinecek, hatta “meşru müdafaa” haklarından bile vazgeçebileceklerdir.

Hasta olanları tedavi edilmeli ama normal gençleri, “aman hır çıkmasın uyumculuğuna” hatta teslimiyetçiliğe yönlendirip saldırgan karşısında onurlu davranmaları bastırılmamalıdır. Yaşam, tozpembe bir dünyada değil, saldırgan, kapitalist bir dünyada/toplumda sürmektedir. Bu toplumun doğasında yarışma, rekabet duygusu hatta şiddete yönelme de vardır. Üstelik liberal kapitalist toplum tam da bu özelliklerin baskın olduğu insan tipini istemektedir. Uyumcu insanlar bu toplumda onurlu biçimde ayakta kalamazlar.

Öğrenci kavgalarının önemli nedenlerinde biri olan “kız meselesi”nin her zaman ya da her iki taraf için de saldırganlıkla ilgisi olmayabilir. Sevdiği kızı rahatsız edenlere, “aman hır çıkmasın” diye haddini bildirmeyen, onurunu korumayan delikanlı, sağlam karakterli olamaz; özsaygısını koruyamaz, haklarını savunamaz. Dahası, ertesi gün vatanına uzanan elleri de kıramaz. “Şiddeti önleyelim, gençlerimiz birbirine zarar vermesin” derken, durumu abartıp ya da yanlış tanılarla, “boğanın boynuzunu kırmak gibi bir yanlış içinde olmamak gerek. Boynuzu olmayan boğa bir hiçtir!

Bütün sosyal sorunlar hukuki düzenlemelerle çözülemez. Hukuk, toplumsal düzenlemelerden sadece biridir. Örneğin “haddini bilmemek” suç değildir. Haddini bilmeyene nasıl davranılmalıdır? Edepsizlik yapan edepli olmaya zorlanmazsa edepsizlik her yanı sarar. “Sorun büyür, hır çıkar” diye her saygısızlığın sineye çekildiği durum, daha büyük şiddet patlamalarına yol açabilir. Sosyal sorunları çözmek için hukuk dışında ahlâk, değerler sistemi ve gelenekler de işe koşulması gereken öğelerdir.

Hoşa gitmeyen her şeyin şiddet ya da zorbalık kapsamına alınması doğru değildir. Birey, akılsızlığı yüzünden, durumu değerlendirmeden ve sonuçlarını düşünmeden hareket ettiği için (buna dangalaklık da denir) alay ediliyorsa, dangalaklık yapmamalı; yapıyorsa sonuçlarına katlanmalıdır. Bu da bir öğrenmedir; birey aklını kullanmayı öğrenir. Kaldı ki takılmak, iğnelemek, espri yapmak, şakalaşmak genellikle hoşgörüyü ve yakınlığı artırır. Ruhsuz, soğuk, resmi ilişkiler, topluma göre değildir. Okul resmi bir yerdir ama öğrencileri birbiriyle ilişkilerinde katı bir resmiliğe zorlamak doğru değildir. Ayrıca şaka yapan da, yapılan da öğrenicidir ve bazen sınırları bilmeyebilir. Yaparak yaşayarak öğrenmenin iyi olduğunu söyleyen eğitimciler değil midir?

Türkiye, nüfusu genç olanların oranının yüksek olduğu bir ülkedir. Nüfusta erkeklerin ve gençlerin oranı yükseldikçe, toplum hem atak hale gelir hem de rekabet, çekişme ve çatışmalar artar. Gencin iddiası, talepleri vardır ve bunu elde etmeye çalışır. Bir gruba girmeye, o grubun en popüleri olmaya çalışır. Bunlar ister istemez sürtüşmelere de yol açar. Yani var olan sorunlardan bazıları kaçınılmazdır, abartılmamalıdır.

Şiddet, zorbalık ve benzeri kavramları Batılı kaynaklardan olduğu gibi alıp uygulamak ve buradan çıkan sonuçları Türk kültürüne genellemek yanılgıya götürür. Örneğin; birisine dokunmak, her zaman zorbalık ya da şiddet değildir. Türkiye sıcakkanlı insanlar ülkesidir. Burada insanlar birbirine dokunur. Erkek erkeğe ya da kadın kadına sarılıp öpüşür. Buna bir İngiliz gibi bakıp “aaa taciz ediyo, manyak mı ne” denilemez. Bu konuda Kâğıtçıbaşı’nın (1998) kitabında kültürel farklılıkların insan ilişkilerine nasıl yansıdığı anlatılmaktadır. Şiddet konusunda söylenmiş evrensel bir söz, belirlenmiş evrensel bir bilgi yoktur. Her toplumun kendine özgü şiddet sorunları vardır (Michaud Ts: 12).

Boğayı öküzleştirmek

Doğadaki diğer canlıların davranışlarını izlemek bazen çok öğretici olabilmektedir. “Ötekilerle ilişki” bağlamında sığırlardan inek, boğa ve öküzün davranışları birbirinden farklı özellikler taşır. İnek, tam bir “uyumcu”, boğa iddiacı, rekabetçi ve “dediğim dedikçi”, aslında iğdiş edilmiş bir boğa olan öküz ise “bananeci” ve tam da “kullanılmak üzere” eğitilmiştir. “Gençlerimizi bunlardan hangisine benzetmek istiyoruz” sorusu çok mu abartılıdır? Gözlenen odur ki, bir yandan otoriter baba ve öğretmenler çocukları şiddet kullanarak edilginleştirirken, diğer yandan da şiddet karşıtı propaganda ile buzağıların boğa olmasını beklemeden, iğdiş ederek öküzleştirmek istiyoruz. Üstelik bazı yazarlar öküzlerden bile rahatsız olmakta ve tamamen inek yetiştirmeyi önermekte, karşı görüşleri kolaylıkla “faşist, mukaddesatçı, patriarkal...” (İnal, 2006) gibi basit küfürlerle aşağılama kolaycılığına düşmektedirler. Bütünün içinde küçük bir kesimin birbirine zarar verdiğine bakarak bütün gençliği “inekleştirmek” gibi bir yanlış yapılmamalıdır. Daha kapsamlı düşünülmek durumundadır: Dünyanın Türkiye gibi bir mahallesinde oturabilme hakkını, edilgin inek ya da öküz tipi kişiler sağlayamaz. Bu ifade hiçbir zaman “şahin-güvercin yakıştırması” bağlamında açıklanamaz ve şiddeti savunmak ya da hoş görmek anlamı taşımaz.

Şiddet sorunu küreselleşmiştir. Öyleyse küresel düşünüp şu sorular tartışılmalıdır: ABD bir yandan şiddet kültürü üretip diğer yandan dünyada saldırgan bir politika izlerken, dünyanın geri kalanının barışçı insanlar yetiştirmesi, dünyanın hayduda teslimiyle sonuçlanmaz mı? Dahası, böyle bir gidişat saldırganı cesaretlendirip daha cüretkâr olmasına yol açmaz mı? Bu soruların altında yatan kuşkuya rağmen eğitimcilerin “insanî” olandan yana tavır almak durumunda oldukları açıktır.

Televizyon, sinema ve internet

Türkiye’de çocuklar yüzlerce yıl Köroğlu, Keloğlan, Boğaç Han destanlarıyla yetiştirildi. Her köyde, kasabada kahramanlar ve dilden dile anlatılan destanları vardır. Bu anlatılara günümüz Batılı kavramsallaştırma ölçütüyle bakıldığında (saldırgan olmasalar bile) şiddet dozunun hiç de düşük olmadığı görülür. Bu destanlarla büyüyen çocuklar onurlu yaşadılar ve bugün gurur duyduğumuz tarihimizi yazdılar. Bu kahramanlar Amerikan sinemasının yapay kahramanları gibi “dünyanın efendisi, hâkimi” olma peşinde koşmuyorlardı. Saldırgana haddini bildirip haklarını koruyorlardı. Kısacası başkalarının haklarını çiğnemeyen ama kendisine yapılan haksızlığa karşı da yiğitçe direnen, insanca yaşamayı hedefleyen modeller çiziyordu. Şimdilerde bunlar olabildiğince unutturulmakta ve Teletabiler (teletubbies) gibi birçok açıdan sakıncalı çizgi filmlerle, “minik tavşan” hikâyeleriyle çocukları edilgenliğe sürükleyen çocuk ve gençlik edebiyatı ile iddiası ve girişkenliği olmayan insanlar kuşağı yetiştiriliyor (Çınar 2006). Böylesi yetişkinlerce yönetilen bir ülkenin uluslar arası ilişkilerde karşılıklılığa dayalı, ulusal onurunu hatta ulusal varlığı koruyucu davranışlar beklenemez. Nitekim yıllardır Batı tarafından sürekli aşağılanan devlet ve toplumumuz duyarsızlaşmış, durumu kanıksamış görünmekte, artık sanki gerekli tepkiyi verememektedir.

Nasıl ki Kemal Sunal’ın “İnek Şaban” karakteri Keloğlanın sinemaya aktarılmasıysa, “Deli Yürek” ve “Kurtlar Vadisi” adlı diziler de Köroğlu’nu televizyona aktarma ve kültürümüzü güncelleme çalışması olarak değerlendirilebilir. Medyadaki yoğun eleştirilere rağmen, “Deli Yürek” ve “Kurtlar Vadisi” dizileri gençliğe yerli kahramanlar sunarak, yiğit olmayı hatırlatmıştır. Üstelik bu yapımların sinema sürümlerindeki anlatı oldukça politik, gerçekçi ve görkemli bir söylemi tercih etmektedir (bu dizilerin bazı bölümlerindeki lüzumsuz şiddet gösterilerini onaylamak mümkün değildir).

Okullarda son zamanlarda artan şiddet konusunda yukarıda sözü edilen dizileri suçlayanlar, Kovboy filmlerinden Rambolarına, Eastwoodundan Van Damme ya da Schwarzenegger filmlerine kadar Hollywood sinemasının ne anlattığını bilmiyor mu? Hollywood sineması, ABD’nin psikolojik savaş aygıtı gibi hareket etmektedir. Hollywood üretince sorun olmuyor ama Yeşilçam üretince sorun oluşturuyorsa bu tutarsızlık nasıl açıklanabilir? Olguya psikolojik savaş gözlüğüyle bakıldığında görüntü farklılaşıyor. “Kurtlar Vadisi” dizisindeki “Polat” karakteri, izleyicilerine Amerikan kahramanları gibi yerli kahramanlar da olabileceğini göstermiş, Amerikan kahramanlarının psikolojik baskısı altında gözü korkutulup ulusal güvenini kaybetmiş gençliğe özgüven vermiştir. Kuşkusuz dizinin eleştirilecek tarafları vardır.

Şiddet filmleri üreten Sergio Leone, “mülkiyet ve teknolojik ilerleme birbiriyle sımsıkı bağlıdır ve durmadan, yeniden yeniden şiddet üretirler. Amerika barışçı, demokratik bir yerleşim sonucunda değil; şiddet ve ölümle kuruldu” demektedir (Atayman 2004). Leone’nin ülküselleştirdiği ve topluma önerdiği kahramanlar “başarılıdırlar; çünkü gözü pek, kurnazın kurnazı ama gözünü kırpmadan da karşısındakinin icabına bakan bu kimselerin karşısındaki engeller, insan olsun, kurum olsun fark etmez. Yolun açılması için temizlenmesi gereken engellerdir onlar, hepsi bu” (Atayman 2004).

Hollywood imalatı çizgi filmlerde de şiddet unsuru eksik değildir. Dünyanın tümüne sahip olmak isteyen manyaklardan, strateji oyunu adı altında şiddet unsuru yüksek bilgisayar oyunları ve porno yayınlarına kadar çocuk ve gençlere yönelik birçok yayın ABD’de üretilmekte, dünyanın geri kalanı da bunları tüketerek etkilenmektedir. Şiddetten şikayet edip “Polat Alemdar” karakterini “günah keçisi” ilan edenlerin, şimdiki genç kuşağın He-man, Pokemon, Digimon, Ninja Kaplumbağaları gibi sorunları şiddet yoluyla çözen kahramanları olan çizgi filmlerle büyüdüklerini hatırlamaları gerekir.

Psikolojik Savaş amaçlı kültür imal sanayinin çok geliştiği ve önemli ihraç malzemesi bu olan ABD’nin, okullarında şiddet sorununu çözmesi, dünyanın geri kalanını da etkileyecektir. Gençlerin bir kısmı ABD’de üretilen şiddet kültürünün izleyicisi, bağımlısı, imrenicisi ve taklitçisi olmaktadırlar. Dünya adeta ABD “bit pazarı”ndan giyinir hale gelmiştir. Erdoğan (2004: 12) popüler kültür üzerine yaptığı çalışmasında, gençlerin okuduğu dergilerin hemen hepsinin yabancı çeviriler olduğunu ve bunun yetişme çağında olanların düşünüş biçimini çerçevelemede önemli imaları olduğunu belirtir. Öte yandan ABD’nin okullarda şiddete yol açan kültürü önlemede içtenlikli olduğu söylenemez. 11 Eylül sonrasında profesyonel teröristleri engellemek için olağanüstü önlemler alan ve ülkede adeta kuş uçurtmayan Amerikan hükümetinin, okullardaki şiddeti önleyememesi inandırıcı değildir. Şiddeti önlemek istermiş gibi yapıp bunu besleyen kaynakları kurutmaması bir tercihin sonucudur. Çünkü bu olgu (şiddet kültürü) toplumsal dinamizme yol açmaktadır. Ayrıca saldırgan ya da şiddeti kanıksamış bireyler yetiştirmeyince Afganistan, Irak ya da dünyanın başka yerlerinin sömürgeleştirmesini, bu ülkelerde hırsızlık hatta gasp yapmasını “barışçı” yurttaşlarına açıklayamaz. Oysa Amerikan kültürü gasp, yağma ve talana dayalıdır (Kızılçelik 2005). Barışçı ve demokratik yurttaşlar yetiştirmek hiç işine gelmez. Ayrıca şiddet ortamı, gerek ABD gerekse diğer ülkelerde bir yandan da öğrencileri birbiriyle didiştirerek, düzenin kitleler aleyhinde olan yönlerini maskeleme ve gençleri oyalama işlevi görmektedir. Şiddeti besleyen bu işlevler ortadan kaldırılmadan, şiddet karşıtı yapılacak çalışmalardan istenen sonuçlar alınamaz.

Özellikle ABD okullarındaki şiddet olayları ve oranları ile Türkiye’dekiler karşılaştırıldığında (Özer, 2006), Türkiye’deki oranların çok düşük olduğu görülmektedir. Ancak Amerikan tarzı yaşam özentisinin giderek arttığı, dolayısıyla şiddetin de oradakine yaklaşacağı düşünülmek zorundadır.

Sonuç

Kendi ayakları üzerinde duramayan bireyin ve kendi kültürel değerlerinden hareket etmeyen bir eğitim sisteminin başarılı olması mümkün değildir. Öte yandan var olan kültürel değerlerin her kuşakta yeniden üretilmesi ve yeni kuşağa aktarılması gerekir. Bu iki saptamadan hareketle kültürümüzde bulunan “delikanlılık”, “mertlik” ve “yiğitlik” kültleri yeniden üretilerek magandalık, zorbalık ve şiddet eğilimlerinden bunları ayıklayıp, içeriklerini yeniden tanımlanarak okul ve çevresindeki şiddet kısmen kontrol edilmeye çalışılabilir. Örneğin; “delikanlı ya da mert olan kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmaz”; “yiğitlik yürek ve bilek gücünden çok yürek ve beyin/akıl gücüdür” gibi. Bu bağlamda kültürümüzde önemli kodları olan yardımlaşma, dayanışma, güçsüz olana yardım etme, beyefendi ve hanımefendi gibi olmak ve benzeri erdem ve değerlere vurgu yaparak bu kodların geliştirilmesi sağlanmalıdır.

Aynı okulda problem yaratan uyumsuz çocuklar, çok zengin ve çok yoksul aile çocukları, sosyal statü farklılıkları, kültürel farklılıkları, farklı amaç ve özlemleri olan öğrenciler bulunabilir. Elbette bunlar bir takım çekişme hatta çatışma durumları yaratabileceği gibi yeni öğrenme fırsatları da yaratabilirler.

Şiddet kültürünü üretip yayan başta ABD olmak üzere Batı değerlerine karşı ulusal değerleri geliştirmek ve bu bağlamda eğitimdeki ulusallık vurgusunun güçlendirilmesi gerekmektedir. Küreselleşen Amerikan popüler kültürü şiddetten arındırılmadan, diğer ülkelerde bunun başarılması çok zordur. Ayrıca dünyaya dayatılan Amerikan pop kültürü eleştirilip reddedilmezse, siyasal ve askeri anlamda ABD’nin elde edeceği psikolojik üstünlükle, dünyada daha pervasız hareket edebileceği ortamı elde edecektir.

Okullarda şiddet mutlaka önlenmelidir. Bunu yaparken rehberlik servislerinin iyi çalışarak öğrenciler arasında şiddet uygulayan ile ona maruz kalanları ayırmak ve uygulayanlara yönelik önleyici programlar uygulanmasını sağlamak gerekir. Mağdur durumunda olan ya da özsaygısını korumak zorunda kalanlar, sorun yaratanlar ile aynı kefeye konmamalıdır.

Kaynaklar

Atayman, V. (2004). (Der) Şiddetin mitolojisi. İstanbul: Donkişot Yayınları

Çınar, İ. (2006). Mankurtlaştırma süreci. Ankara: Anı Yayıncılık.

Erdoğan, İ. (2004) “Popüler kültürün ne olduğu üzerine”. Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim. 57 (7-19)

İnal, K. (2006) “Ekonomik ve sosyal sistemin okuldaki şiddete etkileri” Toplumsal bir sorun olarak şiddet sempozyumu. Ankara: Eğitim-Sen. 20-21 Mayıs 2006.

Kâğıtçıbaşı, Ç. (1998). Kültürel psikoloji. Ankara: Yapı Kredi Yayınları.

Kızılçelik, S. (2006) Batı barbarlığı: Rousseau, Marx ve Nietzche üzerine. Ankara: Anı Yayıncılık.

Michaud, Y. (Tarihsiz) Şiddet. (Çev. Cem Muhtaroğlu) İstanbul: İletişim Yayınları.

Özer, N. (2006). İlköğretim ikinci kademe öğrencilerinin okul güvenliğine ilişkin algıları. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Malatya.

NOT: Bu yazı “Okullarda Şiddet: Dağın İki Yamacını da Görebilmek” başlıklı bildirimin bir bölümünden alınmıştır.

You have no rights to post comments