Ulusal onuru olan her toplum gibi Türk toplumu da uluslar arası ilişkilerde haksızlığa uğradığını düşündüğünde karşı ülkeye haddini bildirmek için çareler arıyor. Kendi devletini ilgili devlete karşı misilleme uygulamasını beklerken kendisi de durumdan görev çıkararak yaptırımlar uyguluyor. Aklına gelen ilk yaptırım, kendini tüketici davranışlarında gösteriyor. Tüketiciler karşı ülkenin mallarını boykot ederek ekonomisini sabote etmeye çalışıyorlar. Bu süreçte gazetelere haber yaptırılıyor, internet üzerinden herkesi bu kampanyaya davet etmek için binlerce elmek dağıtılıyor. Hangi firmaların mallarını satın almayacağımıza varıncaya kadar malûmat aktarılıyor.

Bu tepkisel durum kısa bir süre sonra unutuluyor. Bir başka ülke canını yakıncaya kadar konu rafa kaldırılıyor. Yakın zamanda İsrail’in Filistin’in Gazze kentine saldırısı üzerine bu durum tekrarlandı. İsrail hatta ABD’deki Yahudi firmaları bile listeye alınmıştı. Daha öncesinde İtalya, Fransa, ABD gibi ülkelere karşı bu boykot uygulanmıştı. En popüler olanı ise İtalya’ya karşı olanıydı. İtalya Öcalan’a sığınma tanımayı düşündüğü süreçte duyarlı yurttaşlarımız parasını vererek satın aldıkları İtalyan markalı elbiseleri bile televizyon ekranları karşısında parçalamış; başkasına zarar verme adına kendine zarar verme durumu ortaya çıkmıştı.

Benzer davranışları başka ülkelerin de yaptıklarına tanık oluyoruz. Gazze saldırısı nedeniyle ülkemizde protestoların yükselmesi üzerine İsrail’de de “Türkiye’ye tatile gitmeyelim” kampanyası başlatıldığını gazetelerden okuduk. Kısacası bu tavır evrensel bir hal almaya başladı.

Yurttaşlarımız yerli malı kullanmayı alışkanlık haline getirseler bunlara gerek kalmayacak. Üstelik ulusal ekonomiyi desteklemek bir yurttaşlık görevidir. Bir malın eşdeğeri yerli olarak üretilebiliyorsa yurttaşlar onu tüketerek kendi ekonomilerini desteklemelidir.

Söz açıldığında herkes vatanını, milletini, ülkesini sevdiğini söylüyor. Doğal olanı da budur. Peki, bu sevginin yansıması nasıl olacaktır? Yerli malı bile kullanmayan bir vatanseverlik, milliyetçilik nasıl yorumlanabilir? Sözler güzeldir ama asıl olan davranışlar ve sonuçtur.

İnternette dolaşan bir e postayı hatırladım. Ünlü bir Alman otomobil firmasının sahibi bir gün otoparka bakarken görmüş ki kendi çalışanları Japon otomobili kullanıyor. Bu manzara karşısında çıldırmış olmalı ki ertesi gün fabrikanın girişinde kocaman harflerle “Japon otomobilini kullananlar işlerini de Japonlardan istesin!” diye bir pankart asmış. Yurttaşların ulusal ekonomiye katkısı ve bunun kendilerine dönüşü daha güzel anlatılamazdı. Gerçekten de işsiz insanlarımızın kullandıkları eşya ve mallara baktığınızda neredeyse her şeylerinin yabancı malı olduğu görülür. Kişinin yerli malı kullanıp bu ülkenin köylüsü, imalatçısı, üreticisi, işçisini desteklemediğinde iş istemeye yüzü olmamalıdır.

Yabancı malların yerli mallara karşı ne kadar üstün olduğu medyadaki sorumsuz ve ulusal bilinçten yoksun kişiler tarafından topluma yerleştiriliyor. Bir yalanı defalarca tekrarlarsanız kitleler bunun doğruluğuna inanırlar. Bu yalana inandırılan tüketici kitleler de yabancı malların gönüllü reklamcısı durumuna düşürülüyor. Gençler marka bağımlısı haline getirilmiştir. Markası bilinen, mümkünse Batılı olan malları kullanmak statü ve itibar artırıcı bir işlev görüyor.

Türk sanayisi ürünlerinin % 55’ini AB ve ABD’ye satarak kalitesini kanıtlamıştır. 136 ülkeye sanayi ürünü ihraç ediyoruz ama biz kendi ürettiklerimizi kullanmıyoruz. Türkiye dünyanın en önemli tekstil üreticilerinden olduğu halde dışarıda üretilmiş giysileri tercih etmek tekstil işçisini işsiz bırakmak, işverenini iflas ettirmek demektir.  Kars’ta kaşar peyniri varken Hollanda peyniri tüketmek, Kars köylüsüne hakaret etmektir. Türk sanayisi bu ekonomik kriz ortamında düşük kapasite ile çalışıyorken ithal malları kullanmak işsizliğe davetiye çıkarmaktır. İşsizlerin işsiz kalmalarından sorumlu olmaktır.

Bunlar düşünüldüğü için Cumhuriyetin ilk yıllarında “Tutum Yatırım ve Yerli Malları Haftası” düzenlenmişti. Her yılın 14 Aralık tarihini içine alan haftada tutumlu olmak, yatırım yapmak ve yerli malı kullanmanın önemi topluma (güya) anlatılır. Bu tür gün ve haftalarda en etkin olması gereken yerler yurttaşları hayata hazırlayan okullar ve oradaki öğretmenlerdir. Medya ve toplum önderlerinin de buna destek olması gerekir.

Medya ve uygulanan ekonomi politikalarının tutumluluğun ötesinde tüketimi teşvik etmesi işin garabetidir. Okullarda yerli malı haftası olarak yapılan etkinlik ise fındık fıstık, börek yemenin ötesine geçmemektedir. Öğretmenler bu ilgiyi nasıl kuruyor dersiniz?

Cumhuriyetin ilk yıllarında tarım ürünlerinden başka dışarıya satabileceğimiz ya da yerli malı olarak tanıtabileceğimiz çok az ürünümüz vardı. Zamanın öğretmenleri de onları çocuklara tanıtıyordu. Yeni kuşak öğretmenler de öncekileri sorgulamadan yıllardır aynen taklit etmişlerdir. Sonuçta okullarımızda yerli malı haftası sınıf içi piknik gününe dönüşmüştür. Alışageldik günlerden farklı olduğu için öğretmenler de öğrenciler de durumdan memnundur. Hafta boyunca öğretmen masaları ve öğretmenler odasında pasta, börek, çörek, kuruyemiş eksik olmaz.

Öğretmenler yerli malı kullanma bilincini nasıl kazandırabileceğini sorgulamamaktadırlar. Aslında birçok konuda öğretmenlerin yaptığı etkinlikleri neden yaptıklarını bilmediklerini gözlüyoruz. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı törenleri her yıl aynı biçimde yapılıyor. Coşkusuz ve yasak savar nitelikte. 60-70 yıl önceki törenler neredeyse her yıl aynen tekrar edilir, bir yenilik getirilmez. Aynı oyun ve aynı etkinlikler! Neredeyse konuşmalar bile aynı. Eğitsel kolların (kulüplerin) neden var olduğunu da ne yazık ki birçok öğretmen bilmiyor. Öğretmenlerimizin yaratıcılığı güdük kalıyor. Artık öğretmenleri eleştirme hatta yakalarına yapışma noktasındayız!

Eğitim amaçsız biçimde sürüyor sanki. “Ben bunu neden öğretiyorum” sorusunu kendine soran az sayıdaki öğretmenin olduğunu bilmek acı verici! Eğitimin amacını Millî Eğitim Bakanlığı bile unutmuş gibi. İnsan sarrafı olması gereken öğretmenlerimiz azaldı. İnsan felsefesi üzerinde düşünenlerimiz de az, onların kitaplarını okuyan da yok zaten.

Politikacılarımızın sorumsuzluğuyla ilgili de yüzlerce örnek verilebilir. Kendisi yabancı marka tüketim malları kullananlardan, yakınları para kazansın diye lüzumsuz ithal izinleri verenlere bakarak bize sorumsuzluğun ötesinde nitelemelerde bulunma hakkını vermektedirler. Gümrük birliği ve küreselleşme nedeniyle ülkemizi açık pazar haline getirmişlerdir. Buna yurttaşların bilinçsizliği de eklenince sürekli krizler yaşayan kapitalizm karşısında onuruyla yaşamak zorlaşmaktadır.

Yurttaş olma bilincinin bir yansıması da bu ülkede yaşayanlarla kader birliği etmişlik halidir. Eğer tüketici davranışlarımızın sonucunda bazı fabrika ve işyerlerinin kapanmasına, bazı yurttaşlarımızın işsizliğine ve üreticilerimizin ürünlerinin elinde kalmasına sebep oluyorsak iyi bir yurttaş olduğumuzu iddia edemeyiz.

Yerli malı kullanma alışkanlığı için belki şöyle düşünmeliyiz: Anneniz evde güzelim yemekler yapmışken gidip Amerikan köftesi (hamburger) yemiş oluyorsunuz! Annenizin emeğine, babanızın parasına, sizin sağlığınıza yazık!

 

You have no rights to post comments